CHP Milletvekili Veli Ağbaba son dört yılda milyonerlerin sayısının %323 milyonerlere ait mevduatların ise %339 arttığını açıkladı… aynı açıklamada KKM (kur korumalı mevduat) uygulaması sonrası 150 bin yeni milyoner yaratıldığı belirtiliyor… 2018 yılı haziran ayında ülkemizdeki toplam milyonerlerin sayısı 158.482 iken 2022 haziran ayında bu sayı 671.914’e yükselmiş…
eğer yoksulları, işsizleri, çiftçileri, bir işte çalıştığı halde her geçen gün yoksullaşan milyonları göz ardı ederseniz bu durumu bir başarı öyküsü olarak sunabilirsiniz… son dört yılda milyoner sayısındaki artış bana Adnan Menderes’in ‘her mahallede bir milyoner yaratacağız’ sözünü anımsattı… elbette o günlerdeki nüfus da dikkate alındığında her mahallede bir milyoner yaratma vaadi kişisel varsıllaşma düşleri içindeki yurttaşları heyecanlandırmış olabilir. bir başbakanın nasıl böyle bir vaadi dillendirebildiği de ayrı sorundur…
ülkemiz nüfusunu yaklaşık olarak 85 milyon olarak düşünürsek toplam milyoner sayısı % 1’in bile altındadır. bu oran gelir dağılımındaki adaletsizliği, son yıllarda orta gelir gurubunun ortadan kalkmasını en iyi açıklayan veridir diye düşünüyorum… bir de ekonomideki toplam büyümenin nasıl sağlandığını ve bölüşüldüğünü göstermesi açısından önemlidir bu vb. veriler. Türkiye’de özellikle sağ iktidarların tarihsel süreç içinde hiç değişmeyen varsıl sevdasını da göstermektedir. 1980’li yılların başbakanı Turgut Özal da ‘ben zenginleri severim’ demişti. kendilerini Demokrat Parti’nin devamı olarak sunan veya DP’yi de sahiplenen sağ partilerin genel karakteristik özelliği varsılları sevmeleri olagelmiştir…
eskisi kadar olmasa da varsıl/ sermaye sever parti sözcüleri ve kişiler geçmişte bu tür gelir dağılımı adaletsizliklerini dile getirenleri ‘servet düşmanı’ olmakla suçlarlar, artan varsıl sayısının işsizliği azaltacağı propagandasını yaparlardı… neyse ki artık eskisi kadar cüretkar değiller; yoksa halen daha varsıl ve sermaye sever olduklarını düşünüyorum…
belki de tam bu noktada varsıl/ sermaye severlere, bunun politikalarını üretenlere, siyasi olarak uygulayanlara ‘siz yoksul düşmanı mısınız?’… ‘siz emek düşmanı mısınız?’… diye sormak gerekiyor. bu soruyu yüksek sesle ve üretim, bölüşüm, varsıl, yoksul vb. tüm verilerle birlikte sormak gerekiyor… örneğin bir ülke nüfusunun %25’e yakınının sosyal yardımlarla yaşama tutunduğu, iktidarın sözcülerinin bunu başarı olarak söylemekten utanmadığı bir zamanda ‘servet düşmanı’ olmak bir suç değil, görevdir…
ailesinin yeterli geliri olmadığı için hem okumak, hem çalışmak zorunda kalan öğrencileri düşünün… devlet katkısı olmadığı için hastasının ilaçlarını alamayanları, sosyal yardıma muhtaç bırakılan emeklileri, yetiştirdiği ürünlerle geçimini sağlayamayan çiftçileri, aldığı ücretle yalnızca kira, gıda ve ödenmesi zorunlu faturalar karşılayabilen milyonlarca asgari ücretliyi düşünün… ve insanların ancak borçlanarak yarını çıkarabildiklerini… o zaman şöyle bir soru hepimizin hakkıdır; kimden yanasını? seçenekler net, 671 bin varsıl veya yoksullar. soruları çoğaltmak gerek; daha önceki yazılarımda da belirtmiştim. kişi başı gelirin 9 bin dolar civarı olduğu ülkemizde nasıl olurda nüfusun %25’i sosyal yardımlara muhtaç olur? nasıl olurda çalışanların büyük kısmı asgari ücretle, kalanlar da yoksulluk sınırının altında bir ücretle çalıştırılır?… bizim kişi başı yıllık gelirdeki payımız nerede?…
iktidarda olduğu için bu çarpıklığın, halkın resmi yollarla soyulmasının sorumlusu elbette Saray AKP/ MHP koalisyonudur… fakat şunu unutmamak gerekiyor sorun emek sermaye çelişkisi ve üretim bölüşüm ilişkilerindeki sınıfsallıktan kaynaklanmaktadır. dolayısıyla iktidarın değişmesiyle bu sömürü ortadan kalkmayacak, toplumun razı olacağı seviyelerde sürdürülecektir… o halde bir soru daha; yoksulluğun katlanılabilir olarak sürmesinden mi yoksa ortadan kaldırılmasından mı yanasınız?… evet dönemin siyasal koşulları nedeniyle hepimiz iktidarın değişmesini ve soluk almayı istiyoruz. fakat bu isteğimizin sömürüye razı olduğumuz anlamına gelmediğinin de bilinmesi gerekiyor…
14 gün önce İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde 50 dolayında çalışan ‘güvenlik soruşturması’ gerekçesiyle işten atıldı. geçtiğimiz yıl İç İşleri Bakanı, iktidarın diğer üyeleri ve medyasıyla hedef gösterdiği, içlerinde barış imzacısı oldukları için ihraç edilen akademisyenlerin de olduğu 50 dolayında kişi işten atıldı… oysa muhalefet partilerinin KHK ile ihraç edilenlere yönelik olarak ‘haklarında yargı kararı olmayanları hemen görevlerine iade edeceğiz’ sözüyle birlikte ‘adil yargılanmanın önünü açacağız’ sözü de orta yerde duruyor. o zaman bir soru da CHP ile birlikte muhalefet partilerine ve İBB Başkanına; haklarında yargı kararı bulunmayan 50 dolayında kişiyi nasıl işten attınız? üstelik işe alınırken durumları bilinen bu çalışanları iktidar istedi diye işten atmak OHAL düzeninin, ihraç uygulamasının sürdürülmesi anlamına gelmiyor mu?
yaptığınız, yapacağınız her iş için gerekçeler bulabilirsiniz; ülkenin ve halkın yüksek çıkarları gibi ‘ulvi’ gerekçeleriniz de olabilir… hatta iktidarın yaptığı gibi çoğumuzun göremeyeceği yıllara (2053, 2071 gibi) düş ticareti de yapabilirsiniz. fakat şu an yaşayanlar olarak bugün ve yarına ilişkin siyasi, demokratik, kültürel, ekonomik haklarımızın bir kısmından veya bu haklarımızın bazılarından vazgeçmemizin istenmesine hayır demeliyiz… bugün yaşıyoruz ve bugün hakkımız olanı istiyoruz diyebilmeliyiz… milyonerlere, milyonerler düzenini kuranlara karşı yoksulluğun olmadığı, her insanın bu topraklarda, bu yeryüzünde yaşamaktan kaynaklı haklarını aldığı bir düzen düş (hayal) değildir… bunun düş olduğunu söyleyenler varsıl sevicilerdir, bu düzenden beslenenlerdir…