Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

Mahşer Burada, Hesap Burada

haklarımız burada yeniyor, canlarımız burada yakılıyor, ömrümüz burada çürütülüyor; üstelik de ‘kulun kulu’ sömürüsüdür yaşananlar…

zor dönemlerden geçiyoruz. bu öyle böyle bir zorluk değil ve korkarım daha da artacak… eskiden işsizler ve görece az sayıda yoksullar (açlık sınırının altında yaşayanlar) için yazmaya, söz söylemeye, sömürü ve soygunun en somut olarak bu toplum kesimlerini durumuyla anlatmaya çalışıyorduk… fakat geldiğimiz noktada orta gelir grubunun büyük kısmının yoksulluk sınırı altına, önemli bir kısmının da açlık sınırının biraz üzerinde bir ücrete mahkum edilmesi öngördüğümüzden daha fazla değişime, hatta yıkıma yol açacaktır…

kapsayıcı ve siyasal açıdan sermayeyle, sermaye partileriyle boy ölçüşecek güçte bir öznenin yokluğunda hepimiz bireysel ve örgütsel olarak kendi başımızın çaresine bakmaya çalışıyor, önemli bir kısmımız da bu dar, etkisiz siyaset yapma biçimine alışıyoruz… fabrikalarda, madenlerde, tarlalarda devletin ve sermayenin kimliğimize, siyasi tercihlerimize bakmadan hepimizi sömürdüğünü anlatıp ortak bir sınıf mücadelesini önerirken bu öneride bulunanlar olarak bizim bir araya gelemeyişimizi, bunun yollarını zorlamayışımızı, geleneksel siyaset anlayışımızdan kopamayışımızı da sorgulamamız gerekiyor.

sermayeye, iktidara karşı savaşım yollarını, araçlarını, yöntemlerini birlikte bulmak zorundayız. birbirimize katlanarak, birbirimizi dinleyerek, birbirimizi anlamaya çalışarak, birbirimize gerekesinim duyduğumuzu kabul ederek… şairin söylediği gibi “ya hep beraber ya hiç birimiz” dizesini içselleştirerek… ve çekinmeden, gocunmadan birbirimize yaralarımızı göstererek…

sosyal medyada paylaşılan haber ve yazılarda, bazen de rastladığım çarpıcı paylaşımlarda kimi zaman yorumların tümünü okumaya çalışırım. özellikle gündemde sürekli yer edinen, çarpıcı, sarsıcı haber ve yazılarda daha çok yaparım bu okumaları… bir iki örneği paylaşmak istiyorum; “iki gün parasızlıktan işe gidemicem. Ben böyle hayatı s…. Donanımmış oymuş buymuş s… ya EVE İKİ PARÇA YEMEKLİK BİŞİ LAMIYORUM” yazmış bir yurttaş. (s… olan yerlerdeki küfürleri yazmadım; siz tamamlayın) aynı kişi şöyle devam ediyor; “26 yaşımdayım, 30’dan 35’ten sonra gelen gelecek olan iş ya da özel hayat tatmininin manası yok. …Enerjim yok hiçbir şeye”

içinde bulunduğumuz durumu yukarıda alıntıladığım cümleler çok açık olarak anlatmıyor mu? animasyon işi yaparak para kazanmaya çalışan 17 yaşındaki bir genç “Çalışmak için açık liseye geçtim. Kurye olmak istiyordum ailem ‘tehlikeli’ diyor, izin vermiyor. Yaşamaktan da bıktım. Kısa bir hayatım olsun ama güzel olsun” yazmış… üzülerek bu iki gencin de yaşama tutunmaya çalışırken, ‘bırakıp gitmeye’ de yakın olduklarını sezdim… ünlü birileri gündeme getirmediği, ulusal tv’lerde haber olmadığı sürece sesleri duyulmayan milyonlarca insan var bu durumda olan…

kızım markette çalışıyor… eşimle birlikte her gün ‘ne var ne yok?’ diye sorarız. geçenlerde “artık rüyalarımda bile zam geldiğini ve etiket değiştirdiğimi görüyorum” dedi. küçük bir yerde yaşadığımız için insanların tüketim alışkanlıklarının nasıl değiştiğini görme şansımız var… örneğin 1987’den bu yana Perşembe günleri kurulan pazar artık kurulmuyor. belde dışından gelen pazarcı esnafı satışların düşmesi, ulaşım maliyetinin artması gibi nedenlerle gelmemenin daha karlı olduğunu belirterek gelmekten vazgeçti. ki benim yaşadığım belde kamuya ait madende ve Edemir’de çalışanların bulunduğu, hemen hemen her eve en az bir maaşın girdiği bir yer… dolayısıyla ücretli/ çalışan yoksulluğunu yaşarken, somut olarak tanık da oluyorum…

bütün bunları niye anlatıyorum? iktidar, sermaye, yandaşlar el birliği içinde bize yoksulluğun bir sınav olduğu konusunda ikna etmeye çalışıyorlar. buradan tutturamazlarsa sorumluluğu iktidarın üzerinden atmaya çalışıyorlar… örgütlü bir sömürü, görünen bu sömürüye mazeret uydurma noktasında örgütlü bir kötülükle karşı karşıyayız… ki korona salgının ilk aylarında aynı aileden üç insanın canına kıymasını ‘iktidara karşı algı oluşturma çabası’ olarak açıklayan vicdan ve akıl yoksunları çıkmıştı… yüzünü gördüğümüz, görmediğimiz herkese karşı sorumluyuz. yarına ve gelecek kuşaklara karşı sorumluyuz… Ahmet Telli’nin dizelerindeki gibi ‘Hangi dağ efkarlıysa ordayız/ Perişan edilen her şey bizimdir’…

sömürünün büyüklüğü ve sürekliliği yalnızca sömürülenleri değil sömürenleri de değiştiriyor. artan  ve yaygınlaşan yoksulluk ve açlık insanları bireysel çözüm arayışlarına iterken insani değerleri ve bağları geri plana itmelerine yol açıyor, ancak bunu bilinçli olarak yapmıyorlar. sömürüden varsıllık ve güç elde edenler bunları yitirmemek uğruna her türlü insani değeri yok sayarlarken bu değerleri kimi zaman dini, kimi zaman milli değerleri de kullanarak bilinçli olarak baskı unsuruna dönüştürüyorlar… sömürülenler açısından ideolojik, siyasi, politik, sendikal örgütlenmenin zayıf olmasının etkileri böyle durumlarda kişilerin savrulmalarına da yol açıyor… ve kültürel iklimin de etkisiyle bu dünyada alınabilecek haklar, sorulabilecek hesaplar mahşere havale ediliyor…

oysa haklarımız burada yeniyor, canlarımız burada yakılıyor, ömrümüz burada çürütülüyor; üstelik de ‘kulun kulu’ sömürüsüdür yaşananlar… öyleyse buranın hesabını burada görmek; kul ile kul arasındaki, iktidar ve sermaye ile sömürülenler arasındaki hesaba başka bir gücü/ varlığı karıştırmamak gerekiyor… (bu yüzden işçi sınıfının laikliğe sahip çıkması gerektiğini de söylüyorum)

 

harcı da sensin bu duvarın

ustası da

ey halk

ey canları canlarına karışan

son bir soluğun kalsa da

ayağa kalk

 

kardığın harçta alnının teri var

ördüğün duvarda ayrılıklar

son gücünle

son gücünle üfle sur’unu

kopsun kıyamet

 

ve kurulsun divan

mahşerse burada

hesapsa burada

duydum

‘gökkubbeyi sarsan çığlıkları’

insan aşkına isyan

 

 

 

Bir Cevap Yazın

Salim Çalık
Emekli Maden İşçisi, Şiir Yazar