Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

Madem Ki, Dağılmış Pazar Yerlerine Benziyor Memleket O Vakit Mukavemet!

Karşımızdaki kötülük kadar kötü olamıyorsak da, korkuyorsak da yeni bir dünya ve ülke kurmak için biriktirmek ve mukavemet etmek, anlamak ve değiştirmek, örgütlenmek ve mücadele etmek dışında başka bir seçenek var mı?

Size de öyle geliyor mu?

Karanlık bir çağ, etrafımız ateş çemberi.

Sağa dönsek suç, sola dönsek günah sayılıyor.

Bir yanımız hapishane, diğer yanımız cehennem.

Şimdi ve hala; yaşlı küre, üzerindeki bütün canlı türleri ile milyarlarca yıldan bu yana güneş etrafında dönmeye devam ediyor. Her şey gelişiyor, değişiyor, evrimleşiyor. Hala değişmeyen tek şey, değişimin kendisi değil mi?

Öyle görünüyor…

Öyleyse Heraklitos aşkına hala umudumuz var!

“Peki hani insanlık sürekli daha iyiye, daha güzele ve daha mutlu olana doğru ilerleyecekti?” Hani dünya, savaşların olmadığı, açlığın, sefaletin, yoksulluğun silindiği bir yeryüzü cenneti olacaktı? Hani bilim, felsefe, siyaset ve sanat  büyük insanlığın düşlerini uzak yıldızlara taşıyacaktı? Hani “Kendi kendimizle yarıştaydık, ya ölü yıldızlara hayatı götürecek, ya dünyamıza inecekti ölüm.” Hani “zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri olmayanlar” bir gün nasırlı elleriyle toprağa yaslanıp doğrulacaklar ve bütün sorunlar çözülecekti?

Oluyordu, olduramadık, bu seferlik başaramadık!

Olsun, ilk yenilgimiz değil ki bu, sonuncusu olsun!

“Mesele esir düşmekte değil, teslim olmamakta” idiyse, şimdi karanlık bir çağın içinden korku tünelindeymişçesine geçerken, gücümüzün her şeyi değiştirmeye yetmediğini de bilerek ne yapacağız?

Her şeyden vaz mı geçeceğiz? Bu saçma kötülüğe teslim mi olacağız?

“Ota, süte, ete, umuda, hürriyete, kapısını çaldığımız büyük hasrete” kötülük yağarken, insan ve doğa neo-liberal barbarlığın saldırısı altında büyük bir yıkımın arifesindeyken bavulumuzu toplayıp “başka bir ülke” mi aramaya çıkacağız?

Doğduğumuz, büyüdüğümüz ilk adımlarımızı attığımız bu toprakları, bu sokağı, bu ağaçları, bu meydanları, bu denizi, bu gökyüzünü özgürlüğün, eşitliğin, kardeşliğin ve barışın ülkesi haline getirmek için çaba sarf etmek yerine kafamızı kuma gömüp, otların arasında iç benliklerimize mi göç edeceğiz, arabesk bir yılışıklıkla..?

Evet, ahvalimizin bu berbat zamanları, tersine çevirmeye, “bütün renklerin hızla kirlenmesini” durdurmaya yetmediği doğrudur! Fakat daha kötüsü, yalnızlık ve çaresizlik hissidir asıl.

Sosyal olmayan sosyal medya mecralarında, ruhlarımızı bilgisayar ekranı üzerinde bırakıp, kendi yalnızlığımızın yürek burkan korku ve öfke patlamaları arasında kalakalmamız.

Oysa biliyoruz ki, evet evet çok iyi biliyoruz ki –iç sesimiz sürekli bunu fısıldamıyor mu- “yeni bir ülke bulamayacağız”, “ömrümüzü nasıl tükettiysek burada, bu köşecikte, bütün yeryüzünü de öyle tüketeceğiz…”

Şimdi şu anda yaptıklarımız az sonra, daha sonra ve en sonunda yapacaklarımızın habercisi değil mi?

O vakit, mukavemet etmekten başka bir seçenek var mı?

Basit, sıradan, dolaysız, gündelik hayatın içinde kurulan bir mukavemet ve mukavim olmaktan başka….

Karşımızdaki kötülük kadar kötü olamıyorsak da, korkuyorsak da yeni bir dünya ve ülke kurmak için biriktirmek ve mukavemet etmek, anlamak ve değiştirmek, örgütlenmek ve mücadele etmek dışında başka bir seçenek var mı?

Bize göre yok!

Behemehal bu küreyi, bu ülkeyi, bu toprakları top yekun savunmaktan, ablukayı dağıtmaya çalışmaktan başka bir çare yoktur; “bütün mümkünlerin kıyısında” bir mukavemet mümkün, ve dahi “bütün kara parçalarında, Afrika dahil.”

Ey okur!

O vakit göğe bakalım!

Ülkeye Mukavemet olalım!

 

Mukavemet Dergisi Mart 2017 1. sayısında yayınlanmıştır.

- Advertisement -

Bir Cevap Yazın