Do Ut Des, “vermen için veriyorum, veriyorum ki veresin” anlamında kullanılan Latince bir deyiştir. Teologlar ve filozoflar tarafından kurban geleneğinin ana fikrini en iyi tanımlayan söz öbeği olarak kabul edilir[i]. “Do ut des” sözü, kurban ritüelinin insanoğlu ile inandığı ilahi güçler arasında bir tür pazarlık ve/veya akit olduğuna işaret etmektedir.
Kabil ve Habil
Eski Ahit insanoğlunun köklerini Âdem ile Havva’ya dayandırır. Büyük oğullarının adı Kabil, küçük olanın ise Habil’dir. Kabil çiftçilik, Habil ise çobanlık yapmaktadır. Her ikisi de evlilik çağına geldiklerinde Âdem, Hâbil’in ikizi Lebûda’yı Kābil’le, Kābil’in ikizi Aklîmâ’yı da Hâbil’le evlendirme konusunda “Allah’tan talimat” almıştır. Kabil bu karara itiraz eder çünkü Aklîmâ daha güzeldir. Bunun üzerine Âdem her iki oğluna da Allah’a birer kurban sunmasını buyurur. Hangisinin verdiği kurban kabul edilirse Aklîmâ ile evlenecektir. Çiftçilik yapan Kabil, verdiği kurbanı topraktan elde ettiği ürünlerden seçerken, Habil sürüsünün en güzel koçunu kurban olarak verir. Kabil’in “ottan çöpten” kurbanı kabul edilmeyip Habil’in kurban olarak verdiği koç daha “makbul” olunca kıyamet kopar. Çıkan kavgada Kabil küçük kardeşi Habil’i öldürür[ii].
Kabil ile Habil’in öyküsü bize kurban geleneğinin ne denli eski ve güçlü bir inanca dayandığını anlatır. İnsanoğlu, baş edemediği, anlayamadığı, korktuğu doğa güçlerini memnun etmek, bereketli av seferleri yapmak, tarladan daha iyi ürün almak, kendi olanakları ile elde edemeyeceği olanak ve zenginliklere kavuşmak, iktidarların/zalimlerin zulmünden korunmak, kendisini ve ailesini hastalıktan, düşmanlardan ve ölümden korumak, ölümden sonraki dünyada iyi bir yer edinmek günahlarından arınmak, düşmanlarına göz dağı vermek, prestij ve gücünü göstermek için kurban ritüeline başvurmuştur.
İslam Öncesi Türk Topluluklarında Kurban
Onuncu yüzyıl başlarında Oğuzların yurduna kapsamlı bir seyahat gerçekleştiren İbn Fadlan’ın seyahatnamesi bize değerli bilgiler aktarmıştır. Ölen bir kişinin mezarında kurban verilmesi bir-iki gün geciktirilirse, topluluğun ileri gelenlerinden bir yaşlı kişi, “ölen falancayı rüyamda gördüm, bana; işte görüyorsun! Arkadaşlarım beni geçtiler. Yalın ayak yürümekten, onları takip etmekten ayaklarım çatladı. Onlara yetişemiyorum, tek başıma kaldım” dediğini aktarır. İbn Fadlan, yaşlı kişinin bu tür bir uyarısı üzerine Oğuzların derhal o kişinin atlarından keserek başlarını ve derilerini mezarın yanına sırıklara astıklarını nakleder. Herodot bir İskit kralının ölümünden sonra 50 atın boğularak mezara yerleştirildiğini, ölümünün birinci yılında da onun en güzel atlarından elli tanesinin boğulup iç organlarının çıkartıldığını, içlerinin temizlenerek saman doldurulduğunu ve dikildiğini yazmıştır. Atın kurban edilmesi Hun ve Göktürkler dahil olmak üzere tüm bozkır kültürlerinde yaygın bir uygulamadır. Türklerde at dışında koyun, öküz, deve ve geyik kurbanı da görülmüştür. Hatta Çin kaynakları bazı yörelerde atın boynuzunun olmaması, koçun ise ay şeklindeki boynuzları nedeniyle tercih edildiğini yazmaktadır.
Dede Korkut hikayelerinde kurban ritüelinin en çarpıcı örneklerinden birine rastlarız: Bayındır Han, her yıl bağlı beylerine verdiği şölende bir yere ak, bir yere kızıl, bir yere de kara otağ diktirmiş, oğlu olanlar ak otağda, kızı olanlar kızıl otağda, çocuğu olmayanların kara otağda ağırlanmasını emretmiştir. Şölende kara otağa, kara keçe üzerine oturtulan ve kara koyun etinden yahni sunulan Dirse Han eşine “Tanrı bize bir oğul vermez, nedendir” diyerek serzenişte bulunmuştur. Dirse Han’ın kocasına; “attan aygır, deveden erkek deve, koyundan koç̧ kes, olur ki Tanrı bize topaç̧ gibi bir çocuk verir” der ve Dirse Han eşinin bu önerisini dinler ve oğulları Boğaç Han doğar.
Kırgızların ünlü Manas destanında da bir kurban ritüelini görüyoruz. Manas Destanı yiğitlerinden Almambetin savaştan önce arkadaşı Çuvak’a “Ölürsem benim kemiklerimi Talas’a götür, yaylaya göm, atım Sarıalay’ı bana kurban kesip bırak” demiştir.
Türklerin Anadolu topraklarına geldiği dönemde İslamiyet’i kabul etmiş olmaları sonucu at kurbanının ortadan kalktığını ama kılık değiştirerek sürdüğünü görüyoruz. Selçuklu Sultanı İzzeddin Keykavus, babasının türbesine nöbette bulundurulması için bir at tayin ettirmiş̧ ancak İslam inancı etkisiyle bu at kesilmemiştir.
İnsan Kurban Etme[iii]
Çeşitli toplumlarda doğaüstü güçlere parmak, el, kol, penis, saç, kulak gibi organların vücuttan koparılarak sunulduğu kurban törenleri gerçekleştirilmiştir. Bunun en uç örneğinde insanın öldürülerek kurban edilmesi bulunmaktadır.
Tarih boyunca insan kurban etmeye dayalı örnekler, hemen daima bir ruhban sınıfının varlığına ve bu sınıfın gücüne işaret eder. Soylu yönetici sınıfı ile ruhban sınıfının iş birliği sonucunda insanların kurban edilmesi hem düşman topluluklara hem de kendi halklarına gözdağı vermek için müthiş bir olanak sağlamıştır. Nedir; insan kurban edilmesine ait ritüel, ruhban sınıfına kontrol edilmesi güç bir ayrıcalık ve yetki vermiştir.
İnsan kurban edilmesinin uzak geçmişten yakın çağlara kadar uzanan bir dini ritüel olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin günümüzden 3000 yıl önce Finikeliler savaşa gitmeden önce çocuk kurban etmezlerse başarılı olamayacaklarına inanırdı. Hindistan’da Thug tarikatı 19. yüzyılda tanrıçaları Kali için bine yakın insanı ruhmal adı verilen bez parçaları ile boğarak kurban etmişlerdir.
İnsan kurbanına ait en çarpıcı ve kanlı ritüelin Mezoamerika kültürlerine ait olduğu söylenebilir. Aztek ve Maya’larda, genellikle savaş esiri olan kurbanlar, tapınak olarak kullanılan piramitlerin tepesindeki sunak taşına yatırılır, başrahibin yardımcıları kurbanı kol ve bacaklarından tutarlardı. Başrahipler, ellerindeki obsidyenden yapılma bıçakla esirin karın/göğüs boşluğunu yararlar ve kurban ölmeden önce elleriyle kalbini söküp dışarı çıkarırlardı. Mezoamerika kültürlerinde bakire genç kızların ve genç erkeklerin de kurban edildiğine dair bulgular vardır. Bu törenler sırasında aynı gün içinde binlerce kişinin kalplerinin sökülerek kurban edildiği anlaşılmaktadır. Azteklerin başkenti Teocalli tapınağındaki çalışmalarda 136.000 insan kafatası sayılmıştır. İnkalar, insan kurbanının güneş tanrısı Uirakoşa’nın günlük gıdası olduğunu varsayarlar. Mezoamerika kültürlerinde düşman esirlerin kurban edilmesi, toplumu yabancı güçlere karşı şiddetle konsolide etme ve düşmanlara korku verme, saldırmaktan caydırma anlayışının varlığına işaret eder[iv].
Hindistan’ın bazı yörelerinde yakın zamana kadar soylu, zengin bir erkeğin ölümünden sonra eşlerinin kurban edildiği bilinmektedir. Eş ve hizmetçilerin efendilerine öbür dünyada da hizmete devam etmesi için kurban edilmesine ait gelenek, Mısır’da firavun ve soylu sınıflara ait mezarların incelenmesinde tüm kanıtları ile ortaya koyulmuştur. Orta Asya bölgesinde eş ve hizmetçilerin kurban edildiğine dair geleneğe dair çok sayıda anıt mezar ortaya çıkarılmıştır. Öte yandan, bu geleneğin kurban ritüeline olan benzer yanları olmakla beraber “insan kurbanı” başlığı altında incelenmesini doğru bulmayan görüşler vardır.
Çok güçlü bir ruhban sınıfı oluşturan Kelt topluluklarında da Druid adı verilen rahiplerce insan kurban edildiğini gösteren güçlü kanıtlar bulunmaktadır. Eski Roma uygarlıklarında da insan kurban etme ritüelinin bulunduğu, M.Ö 97 yılında Roma Senatosu tarafından insan kurban edilmesinin yasaklandığını görüyoruz. Roma’da insan kurban edilmesinin yasaklanması ile Hristiyanlığın ortaya çıkışı arasındaki sürenin kısalığı, zamanlamanın manidar olduğuna işaret etmektedir.
Güzellik Yarışması
Truva savaşı öncesi yaşanan tek bir kurban ritüeli, yüzyıllar boyunca pek çok sanatçıya ilham kaynağı olmuştur. İnsanların kurban edilmesindeki en şiddetli kırılma noktası, Truva savaşı öncesinde İphigenia’nın kurban edilme girişimidir. Nasıl mı?
Mitolojiye az da olsa aşinalığınız veya kulak dolgunluğunuz varsa tarihin ilk güzellik yarışmasını hatırlayacaksınız. Bıraksanız birbirinin gözünü oyacak üç tanrıçadan en güzeline verilmek üzere bir elma atılır ortaya. Zeus uyanık, kararı kendisi vermek istemez. Hera, Athena ve Afrodit’ten hangisinin en güzel olduğunu belirlenmesinde “bilirkişilik” yapmak üzere Truva kralı Priamos’un oğlu Paris’i görevlendirir. Zavallı Paris, üç tanrıçanın üçünü de memnun etmenin yolu yoktur, birinden birini seçmek zorundadır. Tanrıçalar işi şansa bırakmazlar, Paris’e açıkça rüşvet teklif ederler. Hera krallıklar ve imparatorluklar, Athena üstün savaş becerileri ve bilgelik, Afrodit ise dünyanın en güzel ölümlü kadınının aşkını vadeder. Paris, içlerinde en güzel olduğu için mi yoksa dünya güzeli bir kadının aşkını tercih ettiği için mi bilinmez ama Afrodit’i seçer, başı da beladan kurtulmaz. Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi yaptığı bu tercih yüzünden iki güçlü tanrıça, Hera ve Athena’yı kendine düşman etmiştir.
Truvalı Paris’in yaşadığı dönemde dünyanın en güzel kadını Sparta Kralı Menelaus’un karısı Helen’dir. Afrodit nasıl bir dümen çevirdiyse Paris ve Helen birbirlerine âşık olurlar ve tanrıçanın yardımı ile Sparta sarayından kaçıp Truva’ya varırlar. İşte kızılca kıyamet o zaman kopar: Sparta Kralı Menelaus konuyu gurur meselesi yapar ve Miken Kralı ağabeyi Agamemnon’dan yardım ister. Diğer Yunan krallarının desteği ile muazzam bir ordu ve donanma hazırlanır. Yunan şehir devletlerinin böyle bir savaş makinasını bir araya getirmelerinin sebebinin Sparta kralı Menelaus’un kırılan gururunu tamir etmek olduğuna dair iddiayı ciddiye almayın. Bunca büyük bir orduyla Truva’ya saldırılmasının gerçek sebebi terkedilmiş bir kocanın kıskançlık krizi değildir. İyice palazlanmış Yunan şehir devletleri Anadolu’yu ilhak etmek istemekte ve bu yolla Asya’ya egemen olma planları yapmaktadırlar. Helen’in kocasını bırakıp sevgilisiyle Truva’ya kaçması savaşın bahanesidir. Dev donanma Agamemnon’un komutasında hazırlanır; hazırlanır ama minik bir rüzgârgülünü bile kıpırdatacak rüzgâr yoktur. Kâhinler rüzgârları Artemis’in serbest bırakmadığını ve onu memnun etmek için bakire bir kızın kurban edilmesi gerektiğini bildirirler. Kurban olarak seçtikleri kişi ise kral Agememnon’un kızı İphigenia’dır. Agamemnon itiraz eder, mırın kırın eder ama kral olması kâhinlere sökmez, rüzgârın esmesi için İphigenia kurban edilmelidir. Kahinlerin bu hamlesi, ruhban sınıfın soylu yönetici sınıfa bir meydan okumadır. Rüzgârın çıkması için bekleyen devasa ordunun baskısını kaldıramayan Agememnon kızının kurban edilmesini kabul eder. Nedir, tam kurban töreni sırasında Artemis bir dişi geyik gönderir, kurtardığı İphigenia’yı ise kendine ait bir tapınakta rahibe olarak görevlendirir.
Neden antik çağ insanının muhayyilesinde İphigenia kurtarılmıştır? Anadolu topraklarını istila ederek daha da güçlenecek olan soylu yönetici sınıfına “kimin daha güçlü olduğunu” göstermeye çalışan ruhban sınıfı krala meydan okumuştur. Kahinler Agamemnon’un otoritesi karşısına kendi dinsel güçlerini koymuştur. İnsanların kurban edilmesinin ruhban sınıfına verdiği güç, din adamlarını, asalete dayalı siyasi iktidar sahipleri için bir tehlike haline gelmiştir. Kral Agamemnon’un kızının kurban edilmesi sembolik bir anlam taşır. Artemis’in kurtardığı, koruduğu İphigenia değil, Agamemnon ve onun sınırsız yetkileridir. Yönetici, soylu sınıfların ruhban sınıfıyla mücadelesi binlerce yıl boyunca kanlı savaşlara sebep olmuştur. İnsan kurban edilmesine son verilmesini, bu iki sınıfın savaşının ilk merhalesi olarak okumak gerekir. Bunun sonucu olarak hükümdarlar, ruhban sınıfının sahip olduğu insan kurban edilmesine ait yetkeyi “idam cezası” olarak uygulama imkanına sahip olmuşlardır.
Semavi Dinlerde Kurban
Semavi dinler, kadim kurban geleneğinin sürdürülmesinde farklı içtihatlar taşır. Kurban konusundaki ana kaynak hiç kuskusuz Eski Ahit’tir. Eski Ahit Tekvin 22. Bap’da yer alan ve İbrahim’in oğlu İshak’ı[v] kurban edecekken meleğin kendisine bir koç getirmesi, Artemis’in getirdiği geyik miti ile göz alıcı benzerlikler taşımaktadır[vi].
Yahudilikte kanlı kurban sunumu günümüzde devam etmemektedir. Bunun sebepleri hakkında Yahudi din adamları ve teologlar arasında bitmek bilmez tartışmalar, görüş ayrılıkları mevcuttur. En yaygın görüşe göre, Kudüs’te bulunan Kutsal Tapınağın[vii] M.S 70 yılında Romalılar tarafından yıkılmasıyla kurban ritüelinin uygulanma şartları ortadan kalkmıştır[viii]
Hristiyanlıkta hayvanların kurban edilmesine dair hüküm olmasa da İsa’nın havarileri ile yediği son yemekte kanının şarap, bedeninin ekmek olarak tanımlandığı kabul edilir. Kendisini kurban ettiğine inanılan İsa’nın bedeni, ayinlerde ekmek ve şarap olarak yenerek bir tür metaforik kurban ritüeli gerçekleştirilmektedir.
Sonuç olarak:
Günümüzde insan kurban etme geleneği yok. Artemis’in gönderdiği dişi geyik, Cebrail’in getirdiği koç “işe yaramış” görünüyor. Günümüzde kan akıtmaya dayalı kurban geleneği hemen sadece İslam ülkelerinde devam ediyor[ix]. Ülkemiz için söylemek gerekirse kan dökerek uygulanan kurban ritüeli dini bir yaptırım olmaktan çıkarak geleneğin baskısına, sosyal prestij hırsına ve derin dondurucuda et ihtiyacına dönüşmüş durumdadır. Bunun bilincinde olan bazı siyasi ve sivil toplum örgütleri bu geleneğin kan akıtma yanının ortadan kaldırılması için mücadele ediyorlar. Mevcut iktidarın gölge ve himayesindeki bazı vakıfların ve onların dini telkinlerine inanan, etkilenen bazı toplulukların alışılmış şekilde kurban geleneğini sürdürmek için büyük bir çaba gösterdiklerini de izliyoruz. Ancak bu vakıfların gücü, mevcut iktidarla olan “akçalı” ilişkisinde yatmaktadır. İktidarda oluşacak ilk büyük çatlakta onların da savrulup gitmeleri kaçınılmazdır. Nedir, İslam dünyasının “kurban” ile olan ilişkisi başka bir boyuta taşınmıştır; çok tehlikeli bir boyuta:
İslam inanışının güçlü olduğu pek çok ülkede, emperyalizmin cenderesinden, kapitalist yerel işbirlikçilerin mezaliminden, yoksulluktan bunalan geniş halk yığınları, kurtuluşun bir “İslam medeniyeti” kurmakta olduğunu iddia eden, Batı düşmanı siyasi/radikal İslam örgütlerinin etkisi altına daha çok girmeye başlamışlardır. Bu örgütler “cihat” fikrini, anti emperyalist bir söylemin içinde eritmişlerdir. Bu örgütlerin yetiştirdiği, eğittiği, etkilediği insanlar, kendilerini kurban etme, bedenlerini “Allah’a sunma” şeklindeki argümanları derinden benimsemişlerdir. Bunun sonucu olarak ölümden veya herhangi bir cezai yaptırımdan çekinmeyen eylemciler yetişmektedir. Bir gaza eyleminde şehit düşmenin “Allah’a kurban” olma fikri İslam dünyasında yeni değildir. Şehitlerin kendilerini kurban ederek hem İslam’a hizmet ettikleri hem de cennette başköşede bir yerleri olacağına dair inanç, hemen tüm siyasi iktidarlar ve örgütler tarafından kullanılmıştır. 12. yüzyılda Hasan Sabbah’ın İsmaili mezhebinin bir alt kolu olarak kurduğu Haşhaşi örgütünün gerçekleştirdiği siyasi suikastları gerçekleştiren fedailer, yaptıkları eylemleri kalabalık yerlerde gerçekleştirmiş ve kaçmaya yeltenmemişlerdir. Nedir; günümüz dünyasındaki durumun bazı yönleriyle 12. yüzyıldan daha vahim olduğu kanaati taşıyorum. Çünkü siyasi/radikal İslam 20. Yüzyıl başından itibaren kendine yeni bir mecra bulmuştur. Geleneksel olarak cihat kavramı, inançsızlarla ve İslam düşmanları ile savaş ile kendisini sınırlamıştır. Oysa 20. yüzyılda emperyalizmin dişlerini geçirdiği yoksul ülkelerde İslami düşünüşün temel hareket noktasında önemli değişimler yaşanmıştır. Örneğin Mısırlı, 1906 doğumlu din ve siyaset adamı Hasan el-Bennâ, ülkesinin yaşadığı yoksulluk ve geri kalmışlığın İngiliz emperyalizminin sömürüsünden kaynaklandığını görmüş, cihat ile İngiliz emperyalizmine karşı mücadeleyi esas alan İhvân-ı Müslimîn[x] adlı örgütü 1928 yılında kurmuştur. Hasan el-Bennâ, Mısır’daki sömürge uygulamasından kurtulmak için 1945 yılında İngiltere’ye cihat ilân etmiştir. Beklenebileceği üzere Hasan el-Bennâ, İngiltere tarafından organize edilen ve Mısır hükümetinin göz yumduğu bir suikast sonucu 1949 yılında öldürüldü. Ancak onun geliştirdiği, İslam dünyasını emperyalizme karşı harekete geçmeye çağıran, bu çağrıyı cihat ile birleştiren, bu uğurdaki ölümü kendini kurban etme olarak algılayan doktrin giderek gelişti.
1966 yılında idam edilen Mısırlı din ve siyaset adamı Seyid Kutub, Hasan el-Bennâ’nın görüşlerini ideolojik, kuramsal bir zemine oturttu. Batı’nın İslam ülkelerini medenileştirdiği iddiasının karşısına “İslam medeniyeti” fikrini geliştirdi. Günümüzde İhvân-ı Müslimîn örgütsel anlamda çok parçalanmış, Hasan el-Bennâ’nın tüm uyarılarına rağmen kendini Arap ırkçılığından arındıramamıştır. Ancak şeriat rehberliğinde, kendini kurban olarak sunmaya hazır bir toplum tabanına sahip, şeytan olarak tanımladıkları ve emperyalizmin simgesi olarak gördükleri Batı’ya karşı “cihat etme” düşüncesine sahip örgütlerin, önümüzdeki yıllarda daha da gelişmesi ve şiddet eylemlerini arttırması beklenebilir, beklenmelidir.
Sonuç bildiğiniz gibi; kapitalizm öldürür.
DİPNOTLAR
[i] Bu yazı boyunca “Kurban” kelimesini, aksini belirtmediğim sürece kan dökülen dini ritüeller için kullandım. Bunu belirtmekten maksadım tek ve çok tanrılı dinlerin hemen tümünde kan dökülmeden uygulanan kurban ritüellerinin de bulunmasıdır.
[ii] Kabil’in Habil’i öldürmesi nedeniyle bazı yazarlar/düşünürler tüm insan soyunun Kabil’den gelme olduğunu ileri sürmüşlerdir. Oysa Eski Ahit’e göre Adem ve Havva’nın bir oğulları daha vardır ve adı Şit’dir. Kabil’in soyu Nuh tufanından önce yok olmuş ama Şit’in sekizinci kuşaktan torunu olan Nuh’un üç oğlu; Sam, Ham ve Yafes insan ırkını devam ettirmiştir.
[iii] İnsanların kurban edilmesiyle karıştırılan, bazı yanlarıyla benzerlikler gösteren ama kurban ritüeli olarak görülmemesi gereken bir başka ritüeli hatırlatmak istiyorum. Daha çok bazı Güney Amerika, Okyanusya ve Avustralya yerlilerinde görülen, tutsakların öldürüldükten sonra bazı organlarının veya büyük kısmının yenmesi kurban değildir.
[iv]İnsanların kurban edilmesini vahşilik, barbarlık olarak niteleyenlere şunu hatırlatmak isterim. 2003 yılında Irak’ta “insanların özgürleştirilmesi, Irak’a demokrasi getirilmesi” için ABD ve müttefiklerinin gerçekleştirdiği işgal sonucu yüzbinlerce sivil katledilmiştir.
[v] İslamiyet’te İshak’ın yerini İsmail almıştır.
[vi] “VE bu şeylerden sonra, vaki oldu ki, Allah İbrahim’i deneyip ona dedi: Ey İbrahim ve o: İşte ben, dedi. Ve dedi: Şimdi oğlunu, sevdiğin biricik oğlunu, İshak’ı al ve Moriya diyarına git ve orada sana söyleyeceğim dağların biri üzerinde onu yakılan kurban olarak takdim et. Ve İbrahim sabahlayın erken kalktı ve eşeğine palan vurdu ve kendisiyle beraber uşaklarından ikisini ve oğlu İshak’ı aldı ve yakılan kurban odunlarını yardı ve kalkıp Allah’ın kendisine söylemiş olduğu yere gitti. İbrahim üçüncü gün gözlerini kaldırıp uzaktan o yeri gördü. Ve İbrahim uşaklarına dedi: Siz burada eşekle beraber kalın ve ben çocukla beraber oraya gideceğim ve secde edip yanınıza döneriz. Ve İbrahim yakılan kurban odunlarını alıp oğlu İshak’a yükletti ve ateşi ve bıçağı kendi elinde taşıdı ve onların ikisi birlikte gittiler. Ve İshak babası İbrahim’e söyleyip dedi: Ey baba ve dedi: İşte ben, oğlun. Ve dedi: İşte ateş ve odun; fakat yakılan kurban için kuzu nerede? Ve İbrahim dedi: Oğlum, yakılan kurban için kuzuyu Allah kendisi tedarik eder. Ve onların ikisi birlikte gittiler. Ve Allah’ın kendisine demiş olduğu yere vardılar ve İbrahim orada bir mezbah yaptı ve odunları dizdi ve oğlu İshak’ı bağlayıp onu mezbah üzerine, odunların üstüne koydu. Ve İbrahim elini uzattı ve oğlunu boğazlamak için bıçağı aldı. Ve Rabbin meleği göklerden onu çağırıp dedi: İbrahim, İbrahim; işte ben, dedi. Ve dedi: Elini çocuğa uzatma ve ona bir şey yapma; çünkü ̈ şimdi bildim ki, sen Allahtan korkuyorsun ve kendi biricik oğlunu benden esirgemedin. Ve İbrahim gözlerini kaldırıp gördü̈ ve işte, arkasında bir koç çalılıkta boynuzlarından tutulmuştu ve İbrahim gidip koçu aldı ve oğlunun yerine onu yakılan kurban olarak takdim etti.”
[vii] Birinci Tapınak MÖ 586 yılında Babilliler tarafından tahrip edilmiştir. Kutsal Tapınağın yıkıntılarının üzerine, 687-691 yılları arasında Emevi Halifesi Abdülmelik bin Mervan tarafından Kubbet-üs Sahra adlı bina inşa edilmiş, daha sonra da hemen yanına Mescid-i Aksa camii inşa edilmiştir. Günümüzde bazı Yahudi mezhepleri bu iki binanın yıkılarak yerine 3. Kutsal Tapınağın yapılmasını savunmaktadırlar.
[viii] Romalılar tarafından M.S 70 yılında yıkılan tapınak Yahudilerin yaptıkları ikinci tapınaktır. Birinci Tapınak MÖ 586 yılında Babilliler tarafından tahrip edilmiştir. Ortodoks Yahudi inancına göre Mesih’in gelmesiyle 3. tapınak inşa edilecek ve kurban geleneği yeniden başlayacaktır. Ancak günümüzdeki Yahudi din adamlarının çoğu kurban geleneğinin yeniden başlamasının olanaklı olmadığına inanmaktadırlar.
[ix] Satanistlerin ve bazı fanatik din odaklı inanç gruplarının kanlı kurban geleneğini sürdürdükleri bilinse de bu konuda yeterli veri bulunmamaktadır.
[x] İhvân-ı Müslimîn: Müslüman kardeşler örgütü.