Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

Kötülük Onur, Onur Yok Artık

Afganistan.... 21.yy’da yaşadığımız gerçeği üzerinden bakarsak taş çağı ile demir çağı arasında bir yere fırlatılıp atılan bir ülkeden, milyonlarca insandan söz ediyoruz…

Afganistan’ı ele geçinen Taliban uluslararası kamuoyuna yönelik açıklamalarında yönetimde şeriatı esas alacağını belirtirken kişisel haklara saygılı olacağını, herkesi kapsayacak bir hükümet kuracağını açıklıyor… gerçekte bu açıklamaların diğer ülke halklarının ikna edilmesi için yapıldığını biliyoruz… elbette Taliban’ın bu açıklamalarına koşut olarak başta ABD ve AB üyesi ülkelerin yöneticileri olmak üzere etkili ve yetkili elemanlar “bir şans verilmesi” için toplumlarını/ bizleri hazırlıyorlar…

Taliban Afganistan’ı adım adım ele geçirirken (veya Afganistan Taliban’a teslim edilirken) çok sayıda kıyım haberi de bültenlere düştü, düşmeye devam ediyor… çok sayıda insanı öldüren Taliban’ın bu katliamları ya haber olmuyor ya da toptancı (istatiksel bir veri) olarak sunuluyor. bu katliamlardan haberdar olmamızı ve gelecekte Afgan halkını nelerin beklediğini gösteren cinayetlerden ilki ünlü Afgan komedyen Nazar Muhammed’in öldürülmesiydi (ki Taliban daha Kabil’i ele geçirmemişti)… ülke genelinde ele geçirdiği bazı yerlerde evleri arayarak kızları ve 40 yaş altı kadınları topladığı haberleri gelmeye başladı… inançları gereği düşmanın malı mülkü gibi kadınları da ganimetten sayılırdı ve caizdi…

Taliban son olarak 30 Ağustos günü Afgan halk müziği sanatçısı Favad Andarabi’yi öldürdü… çünkü inançları gereği müzik yasaktır ve kamusal alanda bu müziği yapan büyük suç işlemiş sayılır(dı)… bir hafta önce Taliban’ın Müzik Enstitüsü’nde parçaladığı müzik aletlerinin görüntüleri sosyal medyada tepki çekmişti… oysa kısa süre içinde gördüklerimizi kat kat aşan bir karanlığın tüm ülkeye ve coğrafyaya egemen kılınmaya çalışılacağını hep birlikte göreceğiz ne yazık ki… dikkat ettiniz mi hiçbir ülke liderinden sanatçıların adlarını anarak bir kınama yapılmadı…? Taliban’a şans verilmesini telkin edenlerin yarın ne yapacaklarına bakacağız hep birlikte; insani yardımların sürmesini söyleyenler bu yardımları kim/ hangi kurumlar üzerinden yerinde yapılacağını söylemiyorlar elbette… Taliban hükümeti kurduktan sonra Afganistan’ın uluslararası kurumlarda ve bazı ülkelerdeki bloke edilen para ve mallarını isteyeceğini açıkladı.  verilip verilmeyeceği ‘insan hakları’, demokrasi’ havarisi için bir gösterge olacak…

bugün/ benim dünyam/ toprağım susuz/ çatlıyor ellerim/ kayalar teslim olmuş/ yüreğimle bir başıma/ dünyam bugün aç/ ellerim susuz/ toprağım çatlıyor/ uyanık ölüyor insanlar/ kötülük onur/ onur yok artık…*

düşünebiliyor musunuz Taliban’ın elinde düşmanlarının listesi, ABD ve müttefiklerinin elinde ‘dostlarının’/ ‘kullandıkları elemanların ve kendi ülkelerinde ‘yararlı’ olacağını düşündükleri sanatçıların, bilim insanlarının vb. listeleri var… batılı ‘iyiliksever’, ‘demokrat’, ‘özgürlükçü’ ülkelerin Afganistan dışına çıkaracakları insan sayısı sınırlı, Taliban’ın düşman sayısı sınırsız… burada bir ikiyüzlülüğü belirtmek gerekiyor; insanın oradan oraya bir mal, bir eşya gibi taşınması da Taliban’ın kendisi gibi inanmayan ve biat etmeyenleri öldürmesi de aynı derecede ahlaksız, aynı oranda vicdansız, aynı biçimde insanlık dışı… ya listelerde adı olmayanlar…? 21.yy’da yaşadığımız gerçeği üzerinden bakarsak taş çağı ile demir çağı arasında bir yere fırlatılıp atılan bir ülkeden, milyonlarca insandan söz ediyoruz… emperyalizmin 40 yılı aşkın süredir savaştırdığı, yerle bir ettiği, etnik ve mezhepsel ayrımları körükleyerek birbirine güvenmeyen insanlar topluluğu yarattığı bir ülkeden…

Afgan bir kadın sosyal medya hesabından, “Afganistan’ın imparatorlukların mezarlığı olduğunu kim söylüyor? Bizim mezarlığımızdır, hayallerimizdir, umutlarımızdır. Kadınların mezarlığıdır” yazmıştı… büyük büyük politikaların, ülkeler arası ilişkilerin, ticari hesap ve anlaşmaların, işbirliklerinin, hatta düşmanlıkların konuşulduğu dünyada insanın, tek tek, birey olarak, kültürel bir özne olarak hakların konuşulmayışı kadar acı veren ne olabilir ki…? Böyle durumlarda aklıma Aragon’un “mutlu aşk yoktur” dizesi düşer… bütün bu tanıklıklar sonrası dünyanın her hangi bir yerinde, ‘güven içinde’ olmak mutlu olmaya yeter mi? ya da insan bütün bu tanıklıklar sonrası ne kadar mutlu olabilir…?

… yüreklerimiz/ en bereketli parçası doğanın/ ve biz/ tarla çevirircesine çevirdik/ dikenli tellerle yüreklerimizi…*

dünyanın her yerinde mültecileri durdurmak için yol arıyor Yeni Dünya Düzeni’nin yaratıcı ve savunucuları… Berlin Duvarı yıkıldığında, Sovyetler dağıldığında ABD ve müttefiklerinin attığı sloganları anımsıyor musunuz…? 30 yıl önce duvarların yıkılışını özgürlüğün zaferi olarak ilan edenler bugün Yunanistan Türkiye sınırına, Türkiye İran sınırına, ABD Meksika sınırına yüksek, dikenli tellerle desteklenmiş, 24 saat son teknolojiyle gözetlenen duvarlar örüyorlar… dünyada 90 tane duvar örüldüğünü öğrenince şaşırmıştım… niçin bu duvarlar…? açlık çeken toprağında ölümü beklesin diye… işsizlik çeken ülkesinde sürünsün diye… savaştan veya çatışmalardan kaçmak isteyen olduğu yerde öldürülsün diye… aklıma Ortaçağ feodal devletleri geliyor ister istemez; kaleler, surlar içinde kendi güvenliğini, geçimini sağlayan ve (düşmandan korunmak için yapıldığı söylense de) en alttaki halkın izin verildiği zaman girebildiği devletler…

unutmamalıyız; dünyada 90 yerde sınırlara duvarlar yapılıyor… sınırın ötesinde veya berisinde olmamız fark etmiyor; o duvarlar bizi durdurmak, diğer halklarla buluşmamızı önlemek için ve bizim paramızla yapılıyor… savaş çıkarıp kazanıyorlar, dünyayı kirletip kazanıyorlar, kurtulmak için yol aradığımızda yollarımıza duvar örüyor yine kazanıyorlar… biz kazanmayı düşünmediğimiz için, kurtulmak için olduğu kadar kazanmak için de yollara düşmediğimiz, o duvarları yıkmadığımız için biz kaybediyoruz, onlar kazanıyor… iktidarı kazanıyorlar, güç kazanıyorlar, para kazanıyorlar… bakmayın kazanıyorlar dediğimi bizi sömürüyorlar… canımızı, emeğimizi, duygularımızı, düşlerimizi, geleceğimizi sömürüyorlar…

…Doğayı bile küstürdük yaşama/ Ne iklimler eskisi gibi/ Ne bitkiler/ ne gökyüzü/ Ve sürdürüyoruz başa baş/ Ekmek kavgasıyla nükleerize kavgaları/ Üst üste açıyoruz zehir musluklarını/ Neyiz biz/ Ne sevgi eski sevgi/ Ne dostluk/ Ne toplumsal fayda/ Kendimiz yabancılaşarak kendimize/ Küstük yaşama*

Tayyip Erdoğan 3 hafta kadar önce bir konuşmasında sanatçıların siyasi tepki ve eleştirilerine karşı; “Bir kulağımdan giriyor, ötekinden çıkıyor. Meslekleri sanat, mesleklerini icra etsinler. Kalkıp erken seçimmiş, başkanlık sistemi doğru değilmiş; bunlar bizim işimiz. Anlamazsın bu işten, piyanodan anlıyorsan piyona çal.” demişti… bu üsten bakan, sanatçıyı siyasetten anlamaz sayan söz ve tavırlar eni değil… buradaki önemli vurgu; siyaseti meslek olarak gördüğünü ve mesleği siyaset olmayanların seçim, başkanlık sistemi vb. şeyleri konuşamayacağını söylemiş olmasıdır… bir de sanatçıyı, sanatçıları nasıl gördüğünü, ne beklediğini anlatıyor ki; Genco Erkal’a açılan dava son örneğidir. Türk Tiyatrosunun en önemli sanatçısı hakkında hakaret suçlamasıyla dava açmakla yetinilmiyor, AKP’li belediyelerin olduğu kentlerde salon verilmiyor, ülkenin neredeyse hiçbir kentinde kamu kurumları ve üniversiteler salon vermemek için gerekçeler üretiyor…

Zihniyet meselesi diyerek bitireyim… iktidarın koşulları, yaşanılan coğrafya, güç dengeleri vb. unsurlar sanata ve sanatçılara yaklaşımı belirliyor… şimdilik can güvenliği varsa da özgürlükler ve sanatsal etkinlikler… gördüğünüz, bildiğiniz gibi…

*Bugün/ Gülmekle Ağlamak Arası adlı kitabımdan/ sf:19-20

 

Bir Cevap Yazın

Salim Çalık
Emekli Maden İşçisi, Şiir Yazar