Boğaziçi Üniversitesi’nde, üniversitelerin demokratik değerlerine sahip çıkan öğretim üyeleri ve öğrencilerin kayyım rektör atamasına karşı gösterdikleri haklı tepki, özgürlük, demokrasi, eşitlik kaygısı olan herkesin yüzünü yeniden üniversitelere dönmesine yol açtı.
15 Temmuz 2016’dan sonra yavaş yavaş her yetkinin ve sorumluluğun tek adam elinde toplanması yönündeki uygulamalardan biri de, üniversitelerde yönetim kadrosunun seçimler yerine atamayla belirlenmesi olmuştu.
Darbe girişiminin hemen ardından FETO’cü veya terörle iltisaklı denilerek binlerce kamu çalışanının işlerinden, öğrencilerin okullarından atıldığı ilk dönemlerde atamayla rektör belirlenmesine güçlü bir tepki veremeyen üniversiteler, Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyım rektöre karşı gelişen protestolara açık olarak destek vermeye çalıştı.
Kendisini muhalif olarak tanımlayan birçok kişi de bu protestolara destek oldu. Deyim yerindeyse kendimizi bulduk. Gezi Direnişi’nden sonra gördüğümüz en coşkulu ve kitlesel mukavemet çıkışı oldu Boğaziçi’nin kayyım rektör protestosu.
İktidarın tüm kurum ve araçlarıyla öğrencileri suçlu, terör bağlantılı gösterme çalışmalarına, çok sayıda öğrencinin (sonradan serbest bırakılacağı, masum oldukları bilinmesine rağmen) sabahın kör karanlığında evleri basılarak gözaltına alınması da eylemleri durdurmadı.
Bu inat ve kararlı görüntü tüm muhalefete de moral oldu.
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki bu eylemlerin özgür, demokratik üniversite talebi yanında aynı zamanda üniversitelerin niteliğinin düşmesi, öğrencilerin mezun olduktan sonra bir güvencelerinin olmadığını görmelerine karşı bir güvence arayışı/ isteği olduğunu da görmek gerekiyor.
Uzun bir sessizlik sonrasında, demokratik hakları için yeniden sokağa çıkan gençler, hakları için mücadele eden işçiler, kadınlar, köylüler gibi tek adam rejimine karşı mukavemetin olanaklarını ve kısıtlarını gösterdi. Aynı tek adam rejiminden kaynaklanan sorunlara karşı, ayrı kulvarlarda yürütülen mücadelelerin siyasal düzlemde bir türlü birleştirilememesi iktidarın keyfi uygulamalarının da sürdürülebiliyor olmasının bir nedeni olarak görülebilir.
Bu yüzden günlerdir Boğaziçi Üniversitesi önünde eylem yapan Bimeks işçilerine atfen öğrencilerin açtığı “Boğaziçi’ni Bimeks işçileri yönetsin” pankartı mücadelelerin küçük de olsa birbirlerine bağlanmaları açısından kıymetli.
DAHA ÇOK BOĞAZİÇİ
Fakat öğrencilerin ve öğretim üyelerinin üniversitedeki demokrasi taleplerinin ülke genelinde tek adam rejimine karşı bir talebe dönüştürülebilmesi için kendimizi bulmanın yanında, kendimizi de görmek gibi önemli bir sorumluluğumuz var. Boğaziçi Üniversitesi’ndeki kayyım rektöre karşı çıkış, özü açısından tek adam rejimine karşı çıkıştır. Dolayısıyla bu demokrasi talebini bulunduğumuz her alanda dile getirmek ve mücadeleleri birleştirmek gibi bir görevimiz, zorunluluğumuz var.
KYK bursu nedeniyle icralık olan öğrencilerin, işten çıkarılan veya hakları ödenmeyen emekçilerin, KHK ile ihraç edilen kamu çalışanlarının, korona salgını nedeniyle emeklilik dahil tüm izin vb. hakları askıya alınıp ölüme sürülen sağlık çalışanlarının, yaşam alanlarına sahip çıkan çevre savunucularının, düşünce ve ifade özgürlüğü ihlal edilen siyasetçi ve basın emekçilerinin, yani hepimizin ortaklaşabileceğimiz demokrasi, özgürlük, eşitlik, adalet, yaşam hakkı gibi temel konularda bulunduğumuz yerleri Boğaziçi yapmanın yollarını bulmak zorundayız.
AİHM NE AYM NE?
04 Ocak tarihinde “2020’den 2021’e Kalanlar” başlıklı yazımızda “Bu arada, AİHM kararının uygulanmak zorunda kalınması olasılığına karşı, Selahattin Demirtaş hakkında alelacele ‘Kobane olaylarıyla’ ilgili yeni bir soruşturma daha açıldı. Benzer bir uygulamanın, adil yargılanma hakları ihlal edilmiş muhaliflere yönelik AİHM kararları için de gündeme getirilebileceği anlaşılmış oldu.” demiştik. Mahkeme aralarında Selahattin Demirtaş’ın da olduğu 108 kişi hakkında düzenlenen bir iddianameyi kabul etti. Dolayısıyla yeni bir tutuklu yargılama sebebi yaratılmış oldu. Osman Kavala hakkında AYM’nin oy çokluğu verdiği “hak ihlali yoktur” kararı birlikte düşünüldüğünde bundan sonra da yargı iktidarın kullandığı bir araç olmaya devam edecektir. Rejim/ sistem kendi çıkardığı yasalarına bile uymayacak kadar gözünü karartmış durumdadır.
AB’nin gerek pandemi gerekse de kendi iç gerilimleri nedeniyle, etkili bir görüntü veremediği koşullarda siyasal iktidarın AİHM kararlarını doğrudan reddetmek yerine by-pass ederek yok hükmüne bağlamaya çalışması şaşırtıcı değil. Ancak bütün bunlar bugün için günü kurtarmaya yarar görünse bile, siyasal iktidar açısından orta ve uzun vadede AB ile yaşanan sorunların derinleşmesine yol açtığı açık.
SARAY/AKP HEP MAĞDUR!
Genelkurmay eski başkanı İlker Başbuğ’un yazdığı bir kitapta 27 Mayıs’ı değerlendirdiği bölüm, Fikri Sağlar’ın yargı üyelerinin türban takmasıyla ilgili açıkladığı görüşleri nedeniyle Saray/AKP kadroları topyekûn “darbe”, türban/ inanç özgürlüğü” tartışmasını tekrar körüklemeye başladı.
İşsizlik, yoksulluk nedeniyle yitirdikleri kitlelerine yeniden mağdur rolüne soyunup, türbanın yasaklanacağı, darbe hazırlıkları yapıldığı propagandasına başladılar. Bir yandan korkuyu canlandırmak, bir yandan da muhalefeti darbeyle ilişkilendirip halklar, farklı siyasi görüşten olan kitleler arasındaki gerilimi yükseltmeyi amaçlayan bir psikolojik operasyona soyundular. Bundan sonraki günlerde Saray/AKP/MHP bloğu muhalefeti topyekûn terörle, darbecilikle ve türban düşmanlığıyla suçlayarak muhafazakâr seçmeni korkuyla tutmaya çalışacaktır.
SOSYAL DEVLET ve SAĞLIK HAKKI
Sağlık Bakanı’nın korona salgınıyla ilgili olarak 11 Aralık’ta başlayacağını söylediği aşılama çalışmasının halen başlamamış olması, Çin’den 3 milyon doz aşı siparişi verildiği vb. açıklamaların da vaka, ölüm, hasta sayıları gibi propaganda amaçlı olduğu ortaya çıktı. Toplam nüfusun %60’ını aşılamayı hedefleyen bakanlığın gerekli olan yüz milyon doz aşıyı nereden, nasıl, ne zaman getireceği gibi sorular yanıtlanmış değil.
Bugünlerde Milli Piyango’da satılmayan biletlere çıkan ikramiyelerin Varlık Fonu’na devri yerine SMA hastası çocuklar için kullanılması talebi Saray/AKP ve kadroları tarafından şaşırtıcı biçimde reddedildi.
Kampanyayı başlatan ve savunanların büyük çoğunluğu iyi niyetli olarak yaklaşıyorlar. Fakat yıllardır uygulanan özelleştirme, serbest piyasa vb. yönündeki propagandaların etkisini göstermesi açısından çok önemli. Hem korona salgınının hem de SMA vb. hastalıkların tedavi süreçlerinin ücretsiz olarak devlet tarafından karşılanması gerektiği, sosyal devlet ilkesinin ve sağlık hakkının bunu gerektirdiği yüksek sesle dile getirilmiyor.
Unuttularsa anımsatmak, umutları yoksa umudu yaratmak, bilmiyorlarsa öğretmek, yalnızlarsa çoğaltmak bizim görevimiz olmalıdır. Gündelik yaşamla siyasetin bağını kurmak, iktidarın yaptığının da siyaset olduğunu anlatıp seçenek yaratmak zorundayız.
YARATTIĞINA DÖNÜŞMEK
ABD’de seçimleri yitiren Trump’ın “Amerika’yı Kurtar” diyerek seçmenlerini sokağa çağırması, ABD’nin dünyadaki birçok ülkeye “ihraç” ettiği yönetim tarzından kendisinin muaf olamayacağını gösterdi. Tek farkla; dışarıdan müdahale eden bir güç olmadığı için kurulu sistem Trump’ın önünü kesti. Ancak gördük ki, ABD’de siyasi, ekonomik, etnik, kültürel kutuplaşma üzerine kurulu veya bunların öne çıkaran politikalar karşılık bulabiliyor.
Bunu yalnızca Trump’a bağlamak yanlış olur; Trump yaptığı ayaklanma çağrısıyla, iktidarı teslim etmeme ve buna milyonlarca taraftar bulabilmesiyle ABD’deki ayrışmayı, sosyal çözülmeyi görünür kılmıştır. Başka bir yanıyla da ABD dünyanın birçok ülkesinde yarattığı, körüklediği siyasi, kültürel, ekonomik yapıya dönüşmüştür. Bu yüzden de ABD’deki gösterilere “ABD’nin Arap Baharı” diyenler çok da haksız sayılmazlar.
15 Kasım 2019 tarihli “ABD Seçiminin Ardından Türkiye” başlıklı siyasal değerlendirmemizin dipnotlarında, ABD’de Trump’ın seçim sonuçlarını tersine çevirmek için çeşitli hamleler yapabileceğini ipuçlarını vermiştik: “Trump’ın seçimleri hala şaibeli hale getirmek için uğraşması ve giderayak bürokraside değişiklikler yapmaya çalışması. Belli ki ABD seçimleri ertesinde yeni başkan yemin edip göreve başlayana kadar ABD’de sular durulmayacak” ve “Şimdi ABD’de başkanlık seçimlerinde aktörler bizde olduğu gibi süreklilik kazanmadığı için, Cumhuriyetçilerin adayı Trump etrafında oluşan yığınağın önümüzdeki süreçte sokakta Biden karşıtı sert bir muhalefete dönüşüp dönüşmeyeceğini kestirebilmek çok mümkün değil, ancak biraz da Trump’tan cesaret alan sokaktaki (zaman zaman silahlı) bu grupların toplumsal talepler ile sokakta olan kesimlere yönelik aksiyonları görülmesi olasılık dâhilinde sayılmalı.” Hali hazırda Biden’ın yemin törenine sayılı günler kala, ABD’de Kongre baskını krizi çözülmüş görünse bile, seçmenler arasındaki gerilim ve karşılıklı öfke birikimi her geçen gün artmakta, bunun da ABD’de önemli yeni sokak hareketlerinin gündeme gelmesine yol açması şaşırtıcı olmayacaktır.
Fakat asıl, Biden’ın yemin töreninden sonra başlayacak yeni dönem Türkiye ve bölge açısından neler getirecek, siyasal iktidar Biden ile nasıl bir ilişki düzeyi tutturacak bunlar önem kazanacak.
15 Kasım tarihli aynı değerlendirme yazımızda bu sorulara şöyle yanıt vermeye çalışmıştık: “Demokrat Parti adayı Biden’ın Başkanlığı’nın kesinleşmesi karşısında Saray/AKP rejiminin yeni yönetim ile ne tür bir ilişki tutturacağını bütün yönleri ile kestirmek kuşkusuz mümkün değil. Ancak, siyasal iktidarı ABD’nin yeni yönetimi karşısında kısa vadede elini zayıflatacak kimi konularda gerek yasal düzenleme gerekse de fiili bazı düzenlemelere gidebileceğini söylemek mümkün. Hatta daha şimdiden, gerek kabinede, gerekse de bürokraside gündeme gelen revizyonların, bir yönüyle Erdoğan’ın yeni ABD yönetiminin Türkiye ve bölgede alan açabilmek için dokunabileceği kimi sinir uçlarını nötrleştirme hamlesi olarak değerlendirmek olası.”
İç siyasette ise, “siyasal iktidarın, yeni ABD yönetimi tarafından bu hususta bir girişimde bulunulmadan önce kendisi inisiyatif alanını genişletmek amacıyla (Milliyetçi Cephe’de çatlamaları da engellemeyi başararak, ya da yeni ittifaklar arayışına girerek) hukuksal siyasal bir hamle yapıp yapamayacağı da yine önemli sorulardan bir tanesi” diyerek, siyasal iktidarın çeşitli reform arayışlarına girebileceğine işaret etmiştik.
Geçtiğimiz haftalarda, HDP üzerinden yürütülen tartışmalar ve Erdoğan’ın siyasi kulislerde çeşitli tartışmalara yol açan parti ziyaretlerini bu çerçevede değerlendirmek olası. Erdoğan’ın, Bahçeli ile biri kaç kere görüştükten sonra, Saadet Partisi, DP ve DSP ile görüşmesi bir yanıyla Cumhur İttifakı zeminini genişletme arayışları olarak değerlendirilse bile esas olarak, Biden dönemine ilişkin oluşturulmak istenen yol haritasında müttefik arayışı olarak görmek mümkün. MHP’nin özellikle HDP ve Demirtaş konusunda olası gelişmelerin adeta önünü kesmeye yönelik ya da tersinden reform sürecinde ortaya çıkabilecek kimi gelişmeler ile arasına şimdiden mesafe koyabilmek için yaptığı çıkışları tolere edebilecek yeni zemin arayışları olarak da görmek mümkün.
Siyasal iktidarın önümüzdeki süreçte, pandemi koşullarında ABD, AB ile yaşanması olası sorunlar ile ekonomik kriz nedeniyle ortaya çıkabilecek gerilimleri geniş tabanlı yeni bir mutabakat üzerinden aşmaya çalışması şaşırtıcı olmayacaktır.
SOSYALİSTLER, AH SOSYALİSTLER
Egemenler, mevcut sorunları, krizleri yönetmek üzere çeşitli olanakları değerlendirir, yeni zeminler inşa etmeye çalışırken, bölük pörçük sosyalistlerin hala kendi yağlarında kavrulmaya çalışmaları, herkesin kendi kulübesini tahkim etmeye çalışması kadar anlamsız bir hal yok.
Hele bunca yıldan sonra hiç yok!
Her seferinde söylediğimiz gibi, o halde yapılması gereken, ortak gündemler ile ülke çapında etkili bir politik mücadeleye girecek sosyalist bir siyaset merkezi inşa edilmeli.
Bu konuda atılacak her türlü adıma mukavemet elinden gelen katkıyı sunacaktır.
İyi bir değerlendirme..Okuyanın bilincine ve dünya görüşüne göre eleştiriler olabilir..
Ben son paragfına ufak bir ekleme yapacağım..Kulübelerin birleştirilmesi için pratikte kendini doğrulayan birini öne çıkması gerekir..Bu da 40 yıldır görülmemekte..Süreç bazen çok uzayabilir..