Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Karşı Da Çıkacağız Siyaset De Yapacağız

Biz ölü toplayan, mezar kazan, yıkılan veya yanan kentleri yeniden inşa eden bir iktidar ve devlet değil; afetleri önceden öngören, acil müdahale ve kurtarma planlarını bildiğimiz, kayıpları önlemeye/en aza indirmeye çalışan bir iktidar ve devleti yaratmak zorundayız

Türkiye sağı ve egemen siyaset yapıcıları her kriz anında, her toplumsal olayda, her afet ve felakette “şimdi siyaset zamanı değil” diyerek yaşananların sorgulanmasının önüne geçmek için baskı oluşturmuş: olayın büyüklüğüne, niteliğine, kapsamına göre çoğu kez de başarılı olmuştur.

Saray/AKP/MHP iktidarının Ege ve Akdeniz bölgelerindeki yangınlar sırasında yoğun olarak kullandığı bu söylem Kastamonu, Sinop, Bartın ve Karabük illerindeki seller sonrasında da yoğun olarak kullanıldı. Sel bölgelerine giden muhalefet temsilcilerinin buralardaki insanlarla konuşmalarına bakınca iktidarın başarılı olduğunu görmekteyiz. İmar planlarından HES’lere, enerji politikalarından çevreye, yıkımlardan kurtarma çalışmalarına, sağlıktan güvenli yaşama kadar her şeyi, her alanı belirleyen iktidar politikalarının ve sonuçlarının görünmez kılınması için söylenen “şimdi siyaset zamanı değil” sözüne uymak iktidarı kurtarmak, iktidarın sorgulanmasının önüne geçmek demektir.

Toplumun olayların sonuçları üzerinden tartıştırılması ve yaşadıklarımızın magazin malzemesine dönüştürülmesi anlamına gelen bu psikolojik baskı diline ve anlayışına karşı çıkarken, yaşadıklarımızın sonuçlarıyla birlikte sebeplerini ne tartışacağız. Yangınlar, seller, depremler kaçınılmaz olabilir; fakat yangına hızlı müdahale için araç ve personel sağlamak iktidarın ve devletin görevidir. Seller, depremler kaçınılmaz olabilir; fakat kentlerin kurulacağı yerler, imar ve enerji politikaları rant hesabı üzerinden belirlenmişse, olası bir felaket anındaki kurtarma planları hazırlanmamışsa bunları dile getirmemek yeni afetler, yeni ölüm ve kayıplar pahasına iktidara ve sermayeye göz yummak anlamına gelmektedir.

Sel yaşanan bölgelerde görünen durum, siyasetin ve sermayenin kısa sürede yüksek rant elde etmek uğruna imar planlarının, HES’lerin, inşaatların sermayenin çıkarları doğrultusunda belirlendiğidir. Örneğin Bozkurt’taki selin Ebru Regülatörü ve HES’nın kapaklarının açılması sonucu yıkıma yol açtığı iddiaları önemlidir. Burada yıkılan evlerin önemli kısmının yeni binalar olması, Bozkurt ve Ayancık’ta hastanelerin kullanılamaz hale gelip sağlık hizmetlerinin camilerde verilmesi dikkat çekicidir.

Yangınlar sırasında olduğu gibi seller sırasında ve sonrasında da küresel ısınma ve iklim krizi tartışmalarını görünmez kılmak için yalnızca görünür olanla yürütülen tartışmalar önümüzdeki yıllarda da benzer afetlerin felaketle sonuçlanmasının önünü açacaktır. Yağış miktarının çok olması, binaların yanlış yere yapılması, dere yatağının daraltılması gibi saptamalar doğrudur. Ancak son olarak BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nde belirtilen, birçok bilim insanının otuz yıldır yaptıkları küresel ısınma ve iklim krizine ilişkin uyarılar dikkate alınmadan söylenecek her söz, atılacak her adım gerçek sorumluları gizlemek, çözümleri ötelemek ve yeni yangınlara, sellere, kuraklığa vd. çevresel felaketlere yol vermek olacaktır.

Saray/AKP/MHP iktidarının fosil yakıt ve HES yoğunluklu enerji politikalarını, ormanların sermaye eliyle yok olmasını hızlandıran madencilik faaliyetlerini, dere yataklarını ve kıyıları doldurarak milyonlarca yılda oluşmuş doğayı tahrip eden inşaat ve ranta dayalı ekonomi politikalarını durdurmadan önümüzdeki yıllarda daha büyük yangınlar, daha büyük seller, daha kurak günler yaşayacağımız kesindir. Bu tek başına bizim değil tüm insanlığın ortak savaşımını gerektiren ve gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakabilmemiz için gerekli ve zorunlu tek yoldur.

Yangın ve seller sonrası tartışmalardan biri de iktidarın yardım toplama yetkisini AFAD’a veren kararnamesi ve İBAN üzerinden sürdürülüyor. İktidar ve muhalefetin kitlelerini tahkim etme biçimine dönüştürülen bu tartışmalarda devletin görevi, topladığı vergiler ve primler, bu afetlerin sonuçlarının yıkıcı olmasının sorumluları, iktidarın ve üst düzey kamu yöneticilerinin ‘itibardan tasarruf etmemekteki’ inatları ve bundan sonrasına ilişkin alınan/alınmayan önlemler birlikte tartışılmak zorundadır.

Biz ölü toplayan, mezar kazan, yıkılan veya yanan kentleri yeniden inşa eden bir iktidar ve devlet değil; afetleri önceden öngören, acil müdahale ve kurtarma planlarını bildiğimiz, kayıpları önlemeye/en aza indirmeye çalışan bir iktidar ve devleti yaratmak zorundayız.

TALİBAN AFGANİSTAN’I ELE GEÇİRDİ

Özellikle Afganistan konusunda NATO zirvesinde Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Biden ile yaptığı ikili görüşmelerin içeriğini bilmeden, o günden bugüne Kabil Havaalanı’nı korumak için gönüllü olmanın gerekçelerini öğrenmeden zulümden ve açlıktan kurtulmak için kaçan insanlara yönelmek doğru değildir. Şu anda Taliban başkent Kabil dâhil ülkeyi ele geçirmiş olmasına, ABD başta olmak üzere birçok ülke Afganistan’da görev yapan tüm çalışanlarını tahliye etmeye başlamışken, Almanya büyükelçiliğini tümüyle kapatma kararı almışken Saray/AKP/MHP iktidarının tahliyeye yönelik adım atmamış olması düşündürücüdür.

Tüm ülkelerin ve Taliban zulmünden korkan Afganların Afganistan’ı terk etmek için her yolu denediği saatlerde Taliban sözcülerinden biri, “Türkiye’yi müttefik olarak görüyoruz, Erdoğan’dan saygı bekliyoruz” açıklaması yaptı. Aynı saatlerde Tayyip Erdoğan da İran üzerinden Türkiye’ye yönelik Afgan göçüne değindikten sonra “Afganistan’ın istikrara kavuşması için çaba göstermeye devam edeceğiz. Pakistan ile işbirliğini artırarak sürdürmemiz gerekiyor.” dedi. Pakistan’ın Taliban’ın en büyük destekçisi olduğu dikkate alındığında Saray/AKP/MHP iktidarının Afganistan’da kalmak için Pakistan’ı ve barış görüşmelerinin yapıldığı Katar’ı aracı olarak kullanabileceğini düşündürüyor. İç siyasette bunu meşrulaştırmak için de Afgan göçünü bahane etmesi olası görünüyor. Bunun gerçekleşmesi durumunda siyasal islamcı ve milliyetçi çevrelerin tahkimi ve iktidara yedeklenmesi, içerdeki muhalefet üzerinde baskı unsuru olarak kullanılacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Çin, Özbekistan, Tacikistan ve Hindistan’la en azından kısa vadede sorun yaşamak istemeyen Taliban bu ülkelere rejim ihracında bulunmayacağı, bu ülkelerin İslamcı muhaliflerini desteklemeyeceği güvencesini vermiş durumda. Bu ülkeler (ve Rusya) sınırlarını tümüyle kontrol altına aldıkları için Afganistan’ı terk etmek isteyenler vize alabilenler hava yoluyla istedikleri ülkelere, vize alamayanlar ise karayoluyla İran, Pakistan ve Türkiye’ye yönelmiş durumdalar. Pakistan özellikle merkezi iktidara çalışan görevlilerin, hatta Afganistan’da görev yapan yabancıların adlarını ve adreslerini Taliban’a verdiği için Taliban muhalifleri, sanatçılar, gazeteciler Pakistan’a da gitmiyorlar. (Bir not düşelim: Afganistan’da görev yapan Türk vatandaşlarının adlarının da Taliban’ın elinde olduğu iddia edildi.)

Afganistan’ın aşiretlerden, farklı etnik gruplardan oluşan toplumsal yapısı, kırk yılı aşkındır süren savaş ortamı ve emperyalizmin günlük siyasal dengelere göre konum alması, yerel yöneticilerin kişisel çıkarlarını öncelemesi, Ortadoğu’daki güç dengeleri ve çatışmaları bu ülkeyi ve halklarını bilinmez bir geleceğin eşiğine getirdi.

IKÇILIĞIN AZI ÇOĞU OLMAZ

Bir süredir, özellikle ramazan ve kurban bayramlarında ülkelerine giden Suriyelilerin varlığı ve bu yıl ülkemize topluca giriş yapan Afganların video görüntüleriyle birlikte mülteci/göçmen karşıtlığı nefrete dönüştürüldü.

Ülkemizde neredeyse saat başı adli vaka (saldırı, yaralama, öldürme, hatta en son Konya’da gördüğümüz üzere katliamlar) yaşanıyor. Konya’da bir ailenin katledilmesine tepki vermeyenler söz konusu mülteciler/göçmenler olunca IŞİD, Taliban tarzı tepki veriyorlar. Son olarak Altındağ’da gördüğümüz budur.

Haftalardır sosyal medya üzerinden gerçekleştirilen ırkçı ve aşağılayıcı yayınların etkilerinden birini yaşadık. Yayınladıkları bayrak çekme, IŞİD flaması açma gibi görüntülerin yalan olduğu ortaya çıkınca sitelerinden haberi kaldırırken düzeltme yapmamaları tüm yazılanların gelecek siyasi hesaplar taşıdığını gösteriyor. Altındağ’daki ırkçı saldırı sonrası Beşiktaş maçında atılan sloganlar da dikkate alındığında özellikle siyasiler, sanatçılar, STK’lar, duyarlı yurttaşlar bu ırkçı dalgaya karşı adım atmalıdır. Bu konuda Saray/AKP/MHP iktidarının özelde Suriye, Afganistan, Libya, genelde ise tüm uluslararası politikalarına itiraz etmelidir.

Muhalefet mülteci/göçmen karşıtlarının oylarını toplamak için susarken veya çanak tutarken, iktidar AB, ABD’den alacağı fonları ve siyasi meşruiyeti iç siyasette kendini rahatlatmanın ve ümmete “selam çakmanın” aracı olarak görüyor. Ülkemizin ucuz emek cenneti yapılması için bu insanların kullanıldığını da unutmamak gerekiyor.

İktidarın ve muhalefetin bu tavırlarına itiraz ediyoruz. Emperyalizme, savaş politikalarına karşı çıkmadan mülteci/göçmenlere yönelik saldırılarla sorunun sebebi olanların gizlenmesine yol açan medyanın ve partilerin, örgütlerin söylemlerine, ırkçılığı körükleyen eylemlerine karşı çıkmak vicdani olduğu kadar siyasi ahlak gereğidir.

ABD’nin NATO hesabına çalışan Afganların üçüncü ülkeler üzerinden transfer politikasında Türkiye’nin adının geçmesine ve bunun pazarlık malzemesi yapılmasına sessiz kalanlara, Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri için Suriye yönetimiyle görüşmeyen iktidara sessiz kalanların bu sessizliklerinin nedenlerini soruyoruz. Esad’la görüşmeden Suriyelileri ülkelerine nasıl göndereceksiniz? Afganistan’daki Taliban zulmüne çözüm üretmeden Afganların ülkelerini terk etmelerini nasıl önleyeceksiniz? Kimse “bize ne?” diyemez. Çünkü Suriye başta olmak üzere Afganistan’da, Libya’da taraf olmuş, asker ve silah göndermiş Saray/AKP/MHP iktidarının bugün yaşananlarda payı vardır.

Irkçılığı körükleyen herkes gelecekteki düşmanını yaratmaktadır. Ülkemizin geçmişi bu tür olaylar ve sonuçlarıyla doludur. Altındağ’daki olaylar 6-7 Eylül’ü ve Madımak’ı anımsatmaktadır. Sebepler yerine sonuca, sorumlular yerine mağdurlara yönelen bu saldırıları gerçekleştirenler, göz yumanlar, siyasi çıkar umanlar er geç kendileri de bunlarla karşı karşıya gelecektir. Bu nedenle başta muhalefet partileri, medya ve sosyal medyada etkili olanlar olmak üzere herkese çağrımızdır. Emperyalizme, emperyalizmin Ortadoğu’da yarattığı yıkıma, ülkeleri kendi içinde ve komşu ülkelerle düşman eden politikalarına; insan yaşamı ve canı üzerinden para (fon), siyasi ikbal (meşruiyet), ve oy gibi hesaplar yapan siyasilere karşı çıkmadığımız sürece içerde ve dışarda barışı sağlamamız olanaklı değildir.

ZOR GÜNLERE DOĞRU

Saray/AKP/MHP iktidarı ekonomik krizi aşmak yönünde doğru adımları atmadığı gibi, kısa vadeli ve 2023 seçimlerini önceleyen adımlarla günü kurtarma eğilimini sürdürmektedir. (Mülteci/göçmenlerin Türkiye’de tutulması karşılığında alınan para ve siyasi destek de bunun sonucudur.) olağan koşullarda enflasyonun düştüğü yaz aylarında enflasyon yükseliyor, dış finansman bulunamıyor, itibardan söz konusu olduğu için de hiç tasarruf edilemiyor. Şu an tüketici fiyatlarına yansımayan üretici fiyatları enflasyonu, normalleşmeyle canlanan turizm ve hizmetler sektörü dışındaki alanlar ve sektörlerdeki daralma, dış borçlar, müşteri/yolcu/araç garantili işler için yandaşlara yapılan ödemeler iktidarın 2023’e varamayacağını gösteriyor.

Turizm ve hizmetler sektöründeki canlanma ve buna bağlı olarak işsizliğin düşmesi kalıcı olmayacaktır. Ayrıca korona salgınının Delta varyantının tüm dünyayı etkisi altına alması, normalleşmeye geçen bazı ülkelerin yeniden önlemlere başvurması ülkemizin de eylül, ekim aylarından itibaren yeni bir salgın dalgasıyla yüz yüze kalacağını göstermektedir. Son 15 günlük veriler de pozitif vakaların ve ölümlerin tırmanışa geçtiği yönündedir.

Bilimsel tüm uyarıları görmezden gelen, sermayenin çıkarları yönünde emekçileri, yoksulları açlığa ve yoksulluğa sürükleyen iktidarın bu politikalarına karşı yaşam hakkı başta olmak üzere emekçilerin, çiftçilerin, işsizlerin ülkede yaratılan değerler üzerindeki haklarını alabilmeleri için örgütlenmesi ve her alandaki mukavemet hareketlerinin birleştirilmesi devrimcilerin, sosyalistlerin öncelikli görevi ve sorumluluğudur. Herkesi kendini ifade edebildiği, herkesin sorunlarını tartışıp çözümler üretebildiği, ortaklaşabildiğimiz konularda herkesin birlikte harekete geçebildiği bir mukavemet hattı gerekli olduğundan daha fazla zorunludur.

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi