1944 yılında Robert Koleji’nin mezuniyet yıllığında Dimitri Andriadis sıra arkadaşı Mustafa Bülent Ecevit’i (1925-2006) “Bir bardak çay, bir yaprak kâğıt, bir kurşun kalem ve bir şiir kitabı” olarak tasvir eder. Tanımlama o kadar isabetlidir ki, Ecevit’in hayatında edebiyat ve felsefe hemen her zaman önemli bir yer tutmuş ve entelektüel yönünün onu çağdaşlarından ayıran en önemli özelliği olduğu fikri de bu kapsamda genel kabul görmüştür. Dahası, kendisine ait şiir derlemeleri de dahil olmak üzere yazmış olduğu çok sayıda kitap ve makaleler ile siyaseti eylemsel düzeyden düşünsel düzeye taşımış olan sıra dışı bir siyasî lider olmuştur.
Levent Odabaşı ve Kerem Hocaoğlu[1] Bülent Ecevit’i bu kelimelerle tanımlıyorlar ve şöyle devam ediyorlar: “1957 yılında yapılacak olan genel seçim nedeniyle Ecevit ABD’deki burs programını bırakıp Türkiye’ye geri dönmüş ve aynı yıl yapılan genel seçimlerde CHP’den milletvekili seçilmiştir. 1960 yılında yaşanan siyasal krizin ardından 1961-1965 yılları arasında İsmet İnönü’nün başbakanlığında koalisyon hükümeti kurulmuş ve Bülent Ecevit bu hükümette çalışma bakanı olarak yer almıştır. Ecevit’in bakanlık teklifini kabul etmesinde kendisinin halkçılık ve sol anlayışının büyük katkısı olduğunu söylemek mümkündür. Nitekim Mehmet Çetingüleç ile yaptığı söyleşide de bu görevi hakça bir düzen yolunda kendisine önemli imkânlar sağlayacağını düşündüğü için kabul ettiğini ifade etmiştir.”
Hem Çağdaş Görücü[2] CHP’nin umuttan hayal kırıklığına yol alan serüvenini tartıştığı makalesinde hem de Levent Odabaşı ve Kerem Hocaoğlu yukarıda anılan makalelerinde yeni genel başkanın adım adım bir sol-popülist lidere doğru dönüşümünü ele alırlar. Celal Oral Özdemir ise Yetmişli Yıllarda Halkçı ve Halktan Siyaset[3] başlıklı makalesinde popülizm kavramını Ecevit’e münhasır bir yafta olmaktan çıkararak, dönemin Türkiye’sini okuyabileceği bir kavramsal araç haline getirmeye çalışır. Özdemir bunu “1970’li yıllarda etkili bir siyaset tarzı olarak karşımıza çıkan popülizmin … Ecevit ve … Demirel’in siyasal tarzlarındaki izdüşümleri” üzerinden gerçekleştirir. İlgili çalışmasında mahşerin/yoncanın atlılarını/yapraklarını popülizm kavramı etrafında ele alır.[4] Özdemir, makalesinde “Türkiye’nin 1970’li yıllarının parlamenter siyasetinde etkin rol oynayan bu dört lider[in], dönemin seçkinci ve seçkinci karşıtı siyasetinin de sembolleri” olduklarının altını çizer; ancak analizlerini “… bu dört yapraklı yoncanın Demirel ve Ecevit yapraklarını merkezine alarak, 1970’li yıllardaki popülist siyaseti incelemeyi hedefle[r]”. Özdemir, “… seçkinci karşıtı bir örgüt yapısı kurmamış olan MHP ve MSP’nin liderleri Türkeş ve Erbakan’ı” tartışmalarının odağına yerleştirmeyi tercih etmez. Özdemir şöyle devam eder: “1970’li yılların iki önemli liderinin popülist literatür üzerinden okunması, döneme çok yönlü perspektiften bakmayı da olanaklı kılması bakımından oldukça önemlidir. Bir yandan sıradan insan imajı çizmeleri bakımından gündelik siyasete ve bu siyasetin işleniş biçimine odaklanmayı, diğer yandan halkçı politikalara odaklanarak iç siyaset analizini zorunlu kılmaktadır.” Ancak “Bu parti ve liderlerden ikisinin siyaset yapma biçimi [o dönemde] halka dönük olmaktan ziyade kapalı gruplara hitap etmekteydi. MNP ve sonrasında kurulan MSP, genel Türkiye siyaseti içerisinde anti-sistemik olmasına karşın, parti içi tutumunda katı bir hiyerarşi ve parti sistemine karşı korumacı bir tavır” benimsiyordu. Özetle Özdemir, haklı olarak, Erbakan ve Türkeş’in değil, sadece Demirel ve Ecevit’in popülist kavramı etrafında tartışılabileceğini söylüyor. İlk ikisinin kapalı gruplara hitap eden hiyerarşik yapılarının onları popülizm kavramı etrafında ele almayı zorlaştırdığını iddia ediyor. Elbette bu değerlendirme Erbakan ve Türkeş’in de dönemin dört popüler liderlerinden, dört yapraklı yoncanın üyelerinden, mahşerin dört atlısının süvarilerinden oldukları gerçeğini de değiştirmemektedir.
Altmışlı yıllar dünya siyasetinin Türkiye’deki siyasal gelişmeleri büyük ölçüde yönlendirdiği bir dönem olarak önceki onyıllardan ayrılır. Bu gelişmeler, tıpkı dünyanın pek çok başka ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de çeşitli siyasal odakları etkileyerek dönüştürmüş, yeni odakların oluşumuna, yeni siyasal kişiliklerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Nitekim Rafet Uçkan’ın[5] da belirttiği gibi “…İzleyen otuz yıl boyunca Türkiye siyasetini etkileyecek Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş gibi liderlerin bu onyılda Türkiye siyasetinde öne çıkmış olmaları rastlantılarla açıklanamaz.”
Ecevit siyasî hayata aktif DP döneminde atılmış, Kurtuluş Kayalı’nın[6] vurguladığı gibi, “…siyaset hayatı DP tahakkümüne karşı mücadeleyle, deyim yerindeyse demokrasi mücadelesiyle başlamış”tır. Dolayısıyla, parlamenter demokrasi konusundaki tavrı, DP’nin CHP karşısındaki baskıcı uygulamalarının giderek yoğunlaştığı bir dönemde şekillenmiştir. Öte yandan, Ortanın Solu’nun öncü isimlerinden olan Turan Güneş, siyasete DP milletvekili olarak girmiş; fakat DP’nin anti-demokratik uygulamalarına karşı parti içinde muhalefet etmiş ve zaman içinde Adnan Menderes’le ters düşmüştür. 1955’te, basına ispat hakkı tanınması konusundaki çekişmelerde, ispat hakkını savunmuştur. Ortanın Solu, çok partili sisteme geçilmesinden bir süre sonra iktidarı DP’ye kaptıran CHP’nin, muhalefet yıllarında yeni bir çıkış yolu bulma arayışının ve altmışlı yıllarda olgunlaşan sosyo-ekonomik ve siyasal koşulların ürünü olarak ortaya çıktı. Temelleri kısmî olarak ellilerde atılmış; ancak ideolojik olarak elle tutulur ve anlaşılır bir içerik kazanması altmışların ikinci yarısından itibaren, özellikle Bülent Ecevit’in çabalarıyla mümkün oldu. Yine Kayalı’nın altını çizdiği gibi “Ortanın Solu’nun, sadece radikal sağın değil, Ecevit’in demokrasi karşıtı olarak nitelendirdiği radikal solun yükselişine karşı da bir bariyer işlevi üstlenmeye çalıştığı doğrudur. Ecevit, Ortanın Solu’nu, “aşırı sol” diye adlandırdığı sosyalist çizgilerin de, parlamenter mücadeleye mesafeli yaklaşan diğer akımların da dışında ve hattâ karşısında konumlandırmıştır.” Tanel Demirel de[7] bu konuda benzer bir noktanın altını çizerek Ecevit’in “…1970’li yılların Demirel’i çok sert muhalefet yapan, kutuplaşma stratejisini –Bülent Ecevit’in de katkısıyla– uygulayan, ordu ile antikomünizm temelinde yakınlaşmayı deneyen biri” olduğunu belirtir. Ecevit’,in “Üçüncü Adam’a doğru gittiği süreç de bu minvalde başlar.
Tanıl Bora ile Aybars Yanık[8], CHP’de Ecevit’in ve Ortanın Solu’nun yükselişinin ülkedeki genel manzaradan ayrı düşünülemeyeceğini ifade ederler. Bora ve Yanık “Sol düşünce ve hareketteki dinamizmin, öyle veya böyle merkez siyaseti etkilememesi düşünü[lemeyeceğini]” ifade ederler. “Altmışlar CHP-AP çekişmesine sahne oluyor… 61 Seçimleri’nde birinci parti kıl payı CHP olurken, 65 Seçimleri’nde, her ne kadar TİP gibi bir aktör parlamentoya dâhil olsa da, seçimlerin tartışmasız galibi AP ol[acaktır]. Ortanın solu tabiri CHP içerisinde 65 Seçimleri’nden önce dillendirilmeye başlasa da –çünkü CHP’de bir değişim gerekliliği gerek savaş sonrası Avrupa sosyal demokrasilerinin göreli bir canlanma yaşaması gerekse de DP’nin baskıcı politikalarına karşı temel hak ve özgürlükler temelli bir talebin oluştuğu inancı nedeniyle zaten hissediliyordu ki, 14. Kurultay’da (1959) kararlaştırılan İlk Hedefler Beyannamesi böyle bir gerekliliğin sonucu olarak ortaya çıkmıştı– asıl etkisini, ilk kez 30 Nisan 1965’te Parti Meclisi toplantısında İnönü tarafından telaffuz edilse de, seçimler sonrasında ve Ecevit sayesinde gösterecekti.”
12 Mart Muhtırası hem Ecevit hem de partisi adına bir kırılma noktası olur. Öyle ki, İsmet İnönü’nün Nihat Erim’in başbakanlığında kurulan hükümeti destekleyen tavrı Ecevit ile İnönü’yü karşı karşıya getirir. Ecevit’in Erim (33.) Hükümeti’ni desteklemeyişinin ardında Ortanın Solu hareketinin uğrayacağı zararı hesaba kattığını, bir süredir büyük bir uğraşla oluşturulmaya çalışılan halkçı CHP imajının yıkılacağı endişesini taşıdığını söylemek gerekmektedir. Nihayetinde Ecevit yaşanılanları içine sindiremez ve genel sekreterlikten istifa eder. Parti içinde çıkan bu anlaşmazlık neticesinde 5 Mayıs 1972 tarihinde Olağanüstü Kurultay’a gidilir ve hem Ecevit’in hem de İnönü’nün parti meclisi listeleri oylamaya sunulur. İsmet İnönü’nün “Ya ben ya Ecevit!” restine karşı Ecevit delegelere şu sözlerle hitap eder: “Vereceğiniz karar şudur: Demokratik bir partinin kanunlara saygılı özgür üyeleri mi olacağız, yoksa kapı kulları mı olacağız? Karar sizindir.” Seçimi Ecevit’in listesi kazanır ve aldığı yenilgi sonrasında İnönü genel başkanlıktan ve milletvekilliğinden istifa eder. Ecevit ise 14 Mayıs tarihinde yapılan genel başkanlık seçiminde delegelerin büyük bir çoğunluğunun oylarını alarak partisinin üçüncü genel başkanı olur.
1970’li yılların son dönemecinde iktidarı tekrar deneyimleyen Ecevit’in kurmuş olduğu hükümet şiddet ortamının genişlemesi, politik cepheleşme ve ekonomik sorunlar karşısında çözüm üretememe gibi oldukça ciddi problemlere karşı karşıya kalmış ve ömrü kısa zamanda tükenmişti. Darbenin yaklaşmakta olduğunu sezen liderin son çağrısı ise işçilere yönelikti. Ecevit, demokrasinin daha da yozlaşmaması için tribündeki işçinin bir an önce sahaya girmesi gerektiğini söylese de düdük çalıp demokrasi bittiğinde tam da dediği gibi herkes evine dönmüştü ve artık bir avuç sömürücünün aslan payını alacakları döneme girilmiş bulunmaktaydı. Siyaset yapmasının yasaklanması nedeniyle seksenli yılların büyük bölümünde politika sahnesinden uzak kalsa da arayışlarını devam ettirecek olan Ecevit’in, bu defa halkın değil de devletin saygın bir temsilcisi olarak siyasî arenaya dönüşü için doksanlı yılları beklemek gerekecekti.
6 Kasım 2006’da vefat ettiğinde dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer basına şu açıklamayı yapmıştı: “Siyasi tarihimizin simge kişiliklerinden Bülent Ecevit, yaşamı boyunca üstlendiği görevlerde etik değerleri ön planda tutarak, benimsediği istikrarlı çizgisi, demokratik duruşu, nezaketi ve aydın kimliği ile örnek olmuştur.”
Keyifli Pazarlar
[1] Levent ODABAŞI- Kerem HOCAOĞLU “’Umudumuz’ Bülent Ecevit” Türkiye’nin 1970’li Yılları, İletişim 2020.
[2] Çağdaş Görücü, CHP: Değişim, Umut, Hayal Kırıklığı, Türkiye’nin 1970’li Yılları, İletişim Yayınları, İstanbul: 2020.
[3] Celal Oral Özdemir, Yetmişli Yıllarda Halkçı ve Halktan Siyaset, Türkiye’nin 1970’li Yılları, İletişim Yayınları, İstanbul: 2020.
[4] Mahşerin Dört Atlısı analojisi ile ilgili olarak ayrıca Mete Kaan Kaynar “Türkiye’nin 70’li Yılları Üzerinde Notlar” Türkiye’nin 1970’li Yılları, İletişim Yayınları, İstanbul: 2020
[5] RAFET UÇKAN “Altmışlı Yıllarda Cumhuriyet Halk Partisi ve Ortanın Solu” Türkiye’nin 1960’lı Yılları, İletişim Yayınları, İstanbul: 2017.
[6] Kurtuluş Kayalı, Türk Kültür Dünyasından Portreler, 159 sayfa, İletişim Yayınları İstanbul, 2010, 2. Baskı.
[7] Tanel DEMİREL “Süleyman Sami Demirel” Türkiye’nin 1960’lı Yılları, İletişim Yayınları, İstanbul: 2017.
[8] Tanıl BORA& Aybars YANIK “Altmışlı Yıllarda Türkiye’nin Siyasî Düşünce Hayatı” Türkiye’nin 1960’lı Yılları, İletişim Yayınları, İstanbul: 2017.