Türk sineması tarihinin ilk Mukavemet filmi Karanlıkta Uyananlar… Senaryosunun Vedat Türkali tarafından yazıldığı, başrollerinde ünlü oyuncular Fikret Hakan, Beklan Algan ve Ayla Algan’ın yer aldığı 1964 yapımlı film Türk sinema tarihinde ilk grev temasının işlendiği bir başyapıt. 27 Mayıs askeri darbesinin ardından sinema alanında ortaya çıkan toplumsal gerçekçi akımın ilkleri arsında yer alan Karanlıkta Uyananlar’ın yönetmenliği, Vedat Türkali’nin tabiriyle ‘komünist olmayan, hatta sosyalist bile olmayan’ 86 yaşında 80’in üzerinde filme yönetmenlik ve senaristlik yapmış olan Ertem Göreç tarafından yapıldı.
Türk sinemasında toplumsal gerçekçiliğin önemli isimlerinden Ertem Göreç geçtiğimiz günlerde hayata veda etti. Göreç ile geçmiş yıllarda Birikimhane’de bir araya gelmiştik ve ömrünü sinemaya adayan Göreç, Karanlıkta Uyananlar filmininin yapılış hikayesini ve sinemeya bakışını anlatmıştı.
Ertem Göreç için sinema nedir?
İlk olarak başta sinema seyircisiyle bir bütündür. Sinema seyircisiz olmaz! Seyircisiz sinemanın istisna örneklerinden biri Nuri Bilge Ceylandır, kendisi Türk filminin yönetmeni değil. Dışarıda seyrediliyor daha çok. Bir diğeri de Metin Erksan’dır, onun Sevmek Zamanı filmi bir başyapıttır. Ancak seyircisizdir. Sinema 50 yıl sonra seyredilmez, resim gibi değildir.
Türk sineması deyince akla ilk gelen Yeşilçam. Çok eleştirildi. Sizce Yeşilçam’ın kusuru neydi?
Enteller Yeşilçam’ı küçümsedi. Dikkat edin entelektüeller değil. Enteller küçümsedi Yeşilçam’ı. Yeşilçam çok eleştirilse de, halkın istediği şeyleri beyaz perdeye aktarıyordu. Yeşilçam’da kadın örneğin. Kadınların hepsi masum ve namusludur. Ama tersi örnekleri de vardır. Atıf Yılmaz bir film çekti. Evli kadın aldatıyor, bizim örf ve adetlerimize ters bir durum. Yaptığı üç film de bizim Yeşilçam kadın profilinin dışında. Tam aksine. Ama seyirci bunu da kabul etti.
TOPLUMSAL GERÇEKÇİ AKIM 27 MAYIS DARBESİ İLE BAŞLADI
Sinemada yeni türler, değişen şartlar ve seyircilerin ihtiyaçlarına göre belirlenir. Toplumun değişen şartları ve seyircinin ihtiyaçları yeni akımları yeni tarzları doğurur. Mesela, 27 Mayıs 1960 darbesi ülkemizdeki kültürel, siyasal konularda sınırlı da olsa bir özgürlük sağladı. Sinemada bunun karşılığı, toplumsal gerçekçi akım oldu.
Daha önce sansürün katı baskısı altında kalan sinemacılar, düşünüp de hayata geçiremedikleri projeleri bu özgürlük havası içerisinde geçirdiler. Toplumsal gerçekçi akımı 1960’ta başladı 1967’de bitti. 7 yıllık süreçte 5 yönetmen ve 11 tane de film var. Hepsi hepsi bu.
İLK İŞARET ‘KARANLIK DÜNYA’
Toplumsal gerçekçi film başlamadan önce çok katı bir sansür vardı. Bu akımın başlangıcı bence 1953 yılında yine Metin Erksan’ın çektiği Aşık Veysel’in hayatını konu alan Karanlık Dünya filmi. Toplumsal gerçekçi akımın ilk işareti, ilk erken dönemi Karanlık Dünya filmidir.
Filmin hikayesini anlatır mısınız?
Karanlık Dünya, Aşık Veysel’in köyünde çekildi. O dönemde orada insanların bir kısmı mağaralarda yaşıyor. Çocukların ayağında ayakkabı yok. Metin(Erksan), gidip orada belgesel gibi çekim yaptı. Daha sonra sansüre gitti çekimler. İsyan ettiler, Türkiye görüntüsü bu olamaz, ret dediler. Bir diğer görevli ‘başaklar çok cılız, Türkiye’de böyle başak olmaz’ dedi. Yapımcılar, gidip ‘efendim biz mağarayı dekor yapmadık, o çocuklar da figüran değil, dışarıdan gelmedi. Köydeki insanların yaşantısı bu’ dediler. Prodüktöre bir liste verdiler ‘bunları değiştirin’ diye.
FİLM SANSÜR HEYETİNDEN GEÇEMEDİ
Metin bana listeyi uzatarak ‘sen kes filmi’ dedi. Filmi görünce hayran oldum. Mağaralar, çocuklar… Yazılan şeyleri kestiğimde 80-90 dakikalık film 35 dakika kaldı. Metin’e götürüp ‘kalan bu’ dedim. Daha sonra Beyoğlu sinemasının yanındaki Yunan Konsolosluğu var, orası o dönemde Amerikan Haberler Bürosu’ydu. En üst katında da reklam tanıtım bürosu vardı. Amerikan imajını Türkiye’ye yaymak için çalışan bir yer. Orada iyi başak görüntüleri bulmuşlar. Biçer döverler, on tanesi birden dönüyor. Onları koymuşlar filmin içine. Gönderdiler sansüre tekrar. Sansür heyeti bakmış, ‘bu da olmaz’ demiş. Sonra yurtiçinde ve yurtdışında yasakladılar ve kimse göremedi filmi.
‘TÜRKALİ TÜRK SİNEMASINA DERİNLİK KAZANDIRDI’
Gelelim Karanlıkta Uyananlar’a. Türk sinemasında Vedat Türkali’yi atlamamak lazım. Türkali, dünya görüşü ile Türk sinemasına büyük bir renk ve derinlik kazandırdı. Karanlıkta Uyananlar’ı benden iyi çekecek birçok yönetmen var. Ama en az bir sene sendikanın içinde çalışmaları, hissetmeleri ve sevmeleri lazım. Yoksa çekemezlerdi. Ben de sendikada çalışmıştım.
‘SENARYO GELDİĞİNDE YAPIMCI BULAMAYIZ DEDİM’
Karanlıkta Uyananlar projesini Vedat Türkali bana getirdiğinde senaryoyu çok beğendiğimi ama buna yapımcı bulamayacağımızı söyledim. Beklan Algan ile görüştük. O da çok heyecanlandı. Beklan da çok duyarlı bir insan. Beklan dedi ki ‘benim babam madenci. Parası var. Ayla’nın (Algan) babası da Perşembe pazarında bir tüccar. Onunla da bir konuşalım.’ Lütfü (Akad) abi de, akımın içindeki isimlerden biri, hem de muhasebecidir, daha sonra yönetmen oldu. Hesabi kitabı da o bilir. Prodüksiyonu o çıkarsın dedik. Lütfü abi bir hesap çıkardı. Beklan, ‘biraz yüksek ama ayarlarım’ dedi. Hem Aylan’ın hem de kendi ailesini ikna etti ve parayı buldu. Tabi iş çok uzadı. Maliyet beklediğimizden fazla oldu. Başrol Fikret Hakan’a para çıkışmayınca ‘Fikret’e film çıktıktan sonra hasılattan verelim’ dedik. Fikret ‘Ya sen ne diyosun, ben böyle bir film için para bile almamam lazım’ dedi. Yalnızca filmden 16 tane kopya istedi. Sonra verdik mi vermedik mi hatırlamıyorum ama (Gülüyor). Fikret’in bu meseleye yanaşması da saygıdeğer bir olay.
‘FABRİKA SAHİBİ YORGO’NUN DA KEMAL TÜRKLER KADAR EMEĞİ VAR’
Filmi işleyen bir boya fabrikasında yaptınız. Nasıl ikna ettiniz patronları?
Olay boya fabrikasında geçtiği için fabrika aramaya başladık Topkapı tarafında. Birkaç yere sorduk kapıdan bile sokmadılar bizi. Marshall boya fabrikasına gittik. iki tane ortağı var. Bir Türk diğeri Rum, Yorgo Toprakçıoğlu. Bütün ayrıntılarıyla konuyu anlattık. Daha lafın yarısına gelmişken Türk, ‘aman aman bizi böyle şeylere bulaştırmayın’ dedi. Yorgo dedi ki ‘Bir dakika arkadaşlar bitirsin, toplu sözleşme kanunu çıktı, grev kanuni hak. Kanunsuz bir şey yapmayacaklar.’ Türk olan ‘ama siz çekim yaparken işçilerin dikkati dağılacak sorun olur’ dedi. Yorgo ‘Bre işi yokuşa sürme!’ deyince anlaştık. Yorgo’nun da Kemal Türkler ve işçiler kadar katkısı var.
Peki ya işçiler?
Fabrikadaki işçileri filme dahil etmedik. Onlar kamera arkasında doğal figüranlardı. Filmde oynayacak diğer işçi figüranlar için o dönem DİSK’in başkanı olan Kemal Türkler’den yardım aldık. Çok mutlu oldu film projesine. Başka figüranlar işçiler gibi oynayamazdı. Onların coşkusu ve heyecanı bize de geçerdi. Ben çekerken ağlıyordum. Hala duygulanıyorum o günleri düşündükçe.
SANATÇININ İŞİ İNSANLARIN DRAMINI ANLATMAKTIR
Kemal Tahir’in bir tanımı var diyor ki, ‘hayatta olan şeyleri anlatmak sanatçının işi değil, o ya sanat tarihçilerinin ya reklamcıların işidir; sanatçının işi o hayatın içindeki insanların dramını anlatmaktır’
Filmde Fikret’in oynadığı patronun oğlu rolü aslında dramatik. Olayların kendisini sürekli değiştirdiği bir karakter. Önce fabrikada ispiyonculara karşı çıkarken daha sonra ispiyoncu ile iş birliği yapmak zorunda kalıyor. İşte sanat eseri böyle meydana geliyor.
KOMÜNİZMLE MÜCADELE DERNEĞİ SALDIRILAR DÜZENLEDİ
Filmin gösteriminde saldırılar yaşanmış. Kimdi saldıranlar?
Film çok ses getirdi. Filmi ilk halkın içinde Lale sinemasında seyrettik. Orada filmi alkışladılar. Beklan, filmde eline boya kutusunu alıp ‘bizim emeğimiz olmasa bu meydana gelebilir mi, emeğimize biz sahip çıkacağız onlar değil’ deyince sinemada seyirci coşkuyla alkışlıyordu. O dönem böyle bir atmosfer içerisinde Komünizmle Mücadele Derneği diye bir dernek vardı. Antalya Film Festivali’ne girerken büyük hadiseler yarattılar. Bahçe sinemalarına ses bombaları koydular. Tahta perdeler kırıldı. İnsanlar paniğe kapıldı, korkudan sinemaya gidemez oldular. Baştaki seyirci potansiyeli oldukça azaldı.
Filme saldıranlar, saldırıyı zaten organize edenler o zamanki idare. Saldıranlar onları besleyenlerin köpekleri.
SİNEMANIN KÂDİR ABİSİ
Vedat Türkali’nin sinema camiasındaki ismi Kâdir abidir. Kadıköy Nazım Hikmet Kültür Merkezinde filmin gösterimi yapılacaktı. Kâdir abi önde, ben çömez olarak arkasında girdik ahşap binaya. Alkışlar koptu, müthiş bir kalabalık. Kâdir abi kitleye ‘Bu filmi beğendiniz ama filmin bir özelliği var. Biliyorsunuz ben komünistim. (Alkışlar koptu) Yanımdaki Ertem Göreç filmin yönetmeni ama komünist değildir. (Homurtular başladı) Hatta sosyalist bile değildir. (Yuhalamalar) İyi iş yapmak için iki komünistin bir araya gelmesine gerek yoktur. (Sessizlik) ’ dedi. İhtişamın aksine sönük bir şekilde döndük. (Gülüyor)
YOL GÜNEY’İN FİLMİ DEĞİL
Yılmaz Güney ile de çalıştınız, nasıldı?
Yılmaz Güney, oyunculuğu, senaristliği ile dört dörtlük bir sinemacıydı. En iyi filmi Arkadaş’tır. İnsani ilişkileri en naif şekilde ortaya koyan filmdi. Yol ise bir slogan filmi. Yılmaz, sloganlara takılmayıp Arkadaş’tan sonra kendi birikimi kullansaydı muhakkak dünya çapında filmler yapacaktı. Diyeceksiniz ki yol dünya çapında oldu. Ama Yol, Yılmaz Güney’in filmi değil. Yılmaz Güney tretman yazmış, fikrini vermiştir sadece. Şerif Gören onu senaryo haline getirdi. Filmin yönetmeni senaristi Şerif Gören. Ama bu Yılmaz Güney’in vasıflarını gölgelemez. Yılmaz, kendi alanında kalsaydı gerçekten dünya çapında filimler yapacaktı.
2014 Altın Portakal’da küfürle gündeme gelen bir isyanınız oldu..
Diyorlar ki Türkiye sineması. Bu yanlış değil. Tarihsel olarak yanlıştır. Sinemada 1995’ten sonraki yeni döneme Türkiye sineması diyorlar. Doğru. Ancak Yeşilçam ve öncesi Türk sinemasıydı. Bunu böyle kabul etmek gerekir. *
*Bu röportaj Mukavemet derginin 2. Sayısında yayımlanmıştır.