Kış geldi. Ülkenin hemen her bölgesine bu hafta “kar” düşecek. Bembeyaz, tertemiz…
Çocuklar şen şakrak, kardan adamlar yapacak, ıslanacak, üşüyecek. Ama gürül gürül yanan sobalarda, sıcacık doğalgazlı evlerinde dinlenecek ve yaşadıkları güzel günlerin devamını dileyecekler…
Keşke…
Keşke her şey kitaplarda ya da filmlerdeki gibi böyle olsa…Oysaki o beyazlığın ardındaki gerçek, yoksulluğun her geçen gün artması, yağan karın emeğiyle geçinen insanlar için faturaya daha fazla mali külfet yüklemesinden ibaret. Milyonlar için refah seviyesi diye bir şeyin olmadığı, insanların açlıkla, yoksullukla terbiye edilmeye çalışıldığı, intiharların arttığı, demokratik hak ve özgürlüklerin her geçen gün budandığı, içeride ve dışarıda savaş politikalarının hız kazandığı bir dönem. Bu hafta ülke gündeminde “iyiden yana”, “güzel” hiçbir gelişme yok.
Bu haftaya neredeyse kan ve gözyaşıyla başladık, öyle de bitirdik.
BARIŞ MI?
Saray/AKP/MHP iktidarı iç ve dış politikada sürekliliğini sağlamak için çeşitli hamleler yapmaya devam ediyor. Uzun zamandan beri HDP’nin kapatılması yönünde çağrılar ve çalışmalar yürütülürken, PKK/YPG güçlerine karşı da sürdürülen operasyonlarla bölgede hâkimiyetini güçlendirebilmek için Pençe Kartal 2 harekâtını başlattı.*
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi kontrolündeki Gare bölgesine yönelik sürdürülen operasyonlarda bir mağarada 13 “sivilin” PKK tarafından öldürüldüğü ifade edildi. Bu 13 “sivilin” PKK elinde tutulan MİT, polis, asker vb. olduğu kamuoyunda yapılan tartışmalardan anlaşılıyor.
Sürece ilişkin olarak düzen içi muhalefet cephesinden birbirine benzer açıklamalar yapılırken, olayın iç yüzüne ilişkin bir değerlendirme hala ayrıntılı olarak yapılmadı.
Buna karşın HDP, PKK’yi Gare’de 13 sivilin hayatını nasıl yitirdiğini açıklamaya ve elinde tuttuğu sivilleri serbest bırakmaya çağırdı. Aynı zamanda kurdukları sivil inisiyatiflerle de bu tür olayları başarıyla çözdüklerini ancak iktidarın son zamanlarda buna izin vermediğini de belirtti. Ayrıca bölgedeki hükümetlerin, ulusal ve uluslararası basın ile insan hakları örgütlerinin kayıpların gerçekleştiği bölgede gözlem yapmasının önünün açılmasını talep etti.
Tüm bu gelişmeler olurken, konuya ilişkin eleştirel/muhalif yazı yazanlar hakkında Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2 maddesi kapsamında terör örgütü propagandası yapmak ve 301.madde kapsamında Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama suçlarından soruşturma başlatıldı. Operasyon sonrası yapılan açıklamalara bakılacak olursa, önümüzdeki dönemde, HDP’ye yönelik yeni bir siyasal baskılama sürecinin başlayacağını öngörmek kehanet olmaz. Daha önce de defalarca kez benzerlerine tanık olunan bu siyasal baskılama sürecinin bu kez, Millet İttifakı’nı da içerecek şekilde genişletilmesi sürpriz olmayacaktır. Millet İttifakı’nın “zayıf karnı” olarak HDP’ye yönelik geliştirilen yoğun bir saldırı dalgasının Millet İttifakı tarafından göğüslenip göğüslenemeyeceği önümüzdeki dönemin kritik siyasal momentlerinden birisi olarak karşımıza çıkacaktır.
18.01.2021 tarihinde “Her Şey İktidar İçin” başlıklı değerlendirmemizde; “…Saray/AKP/MHP bloğu ekonomik ve siyasi krizlere çözüm üretememenin, yarattığı toplumsal hoşnutsuzluğu gizlemek ve gündemi değiştirmek için dini ve milliyetçiliği kullanmaya devam ediyor; devam edecek.” demiştik.
ANAYASA TARTIŞMALARI
Bu gelişmelerin yankıları sürerken, AKP’nin “Anayasa değişikliği” gündemine ilişkin de tartışmalar bir hayli alevlenmiş durumda. Erdoğan 10 Şubat’ta AKP Grup toplantısında Anayasa değişikliğine vurgu yaparak “Cumhuriyetimizin 100. yılını darbe Anayasa’sıyla değil, bu ülkeye ve millete yakışan yeni sivil bir Anayasa ile karşılayalım” diyerek konunun gündemde kalmasını istediğini bir kez daha belli etmiş oldu.
AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan ise, yeni Anayasa çalışmalarını “Yeniden Kuruluş Anayasası” olarak nitelendirmesi büyük tepki toplamıştı. CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel, “Cahit Özkan’ın bu sözleri Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Cumhuriyetin 100’üncü yılına yetiştirmeyi amaçladıklarını açıkladıkları bu yeni Anayasayla niyetlerinin kuruluş felsefesinin kazanımlarını yok etmek hatta kuruluş iradesini yıkmak olduğunu gösteriyor” derken, HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü, yeni anayasa tartışmalarına ilişkin “hükümetin bir anayasa çıkarmaya yetecek gücü yok, bir anayasa hareketine girişecek çoğunluğa sahip değiller” dedi. Sol kamuoyu ise anayasa tartışmalarından önce toplumun temel sorunlarının çözülmesi gerektiğini vurgulayan görüşler öne sürdü. Anayasa tartışmalarının AKP’nin tuzağı olduğunu ve toptan reddedilmesi gerektiği ifade edildi.
Anayasa tartışmaları belli ki önümüzdeki dönemde de siyasetin önemli bir tartışma konusu olmaya devam edecek.
BOĞAZİÇİ DİRENİŞİ
Gezi direnişinden bu yana kimi işçi direnişlerini ve hak arama mücadelelerini de katarak en fazla gündem yaratmış süreç Boğaziçi direnişi oldu. Öğrencilerinden akademisyenlerine bir bütün olarak Boğaziçi bileşenlerinin demokratik bir rektörlük seçimi ve siyasal iktidarın üniversiteleri tahakküm etme biçimine karşı geliştirilen demokratik hak arama talepleri iktidarın baskıcı, zor ve ceberrut yüzüyle birlikte yok edilmeye çalışılıyor.
Öğrencilerin gözaltına alınma biçimleri, gördükleri kötü muameleler, haklarında bizzat Bakanlar eliyle sürdürülen kara propaganda karşılığını bulmamışa benziyor. Öğrenciler tutuklanmalara rağmen kararlılıkla bu süreci sürdüreceklerdir.
04.01.2021 tarihli değerlendirmemizde; “… Belli ki, 2021’de de bir yanıyla siyasal partileri hareket edemez hale getirirken, toplumsal muhalefeti de hizaya getirme arayışları tüm hızıyla devam edecek…” demiştik. Ancak dipten gelen dalganın kaynamaya başladığını da söyleyebiliriz. Kendisine muhalif her kesimi “terörist” ilan eden İktidarın bu kaynamayı hangi yol ve yöntemlerle durdurmaya çalışacağı ise az çok Bahçeli’nin söylemlerinden anlaşılmaktadır: “Bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, hiç kimse şablon ve bildik ezberlerin arkasına saklanamayacaktır… Herkes tarafını ve tercihini yapmalıdır: Ya hıyanet ya hidayet, ya melanet ya da millet.”
İktidarın her muhalefet etkinliğini terör, her muhalifi de teröristlik ile suçlama konusunda bu sıralar bir hayli maharetli olduğu gözönüne alınacak olursa, HDP’ye yönelik siyasal baskılama sürecinin aynı zamanda tüm muhalefeti de baskılama sürecine dönüştürülmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Demokrasi güçlerinin dağınık ve etkisizliğinin de verdiği güçle iktidarın muhalefeti adeta konuşamaz ve hareket edemez hale getirmeye çalıştığı, baskıyı daha da yoğunlaştıracağı açık.
YOKSULLARIN İNTİHARI
Yoksulluk içinde bulunduğumuz dönemin başat sorunlarından birisi olmaya devam ediyor. Pandemi ile birlikte yoksulların daha fazla etkilendiğini ve dahası pandeminin hem ülkemizde hem de dünyada yoksulların hastalığına dönüştüğünü söylemek mümkün. Dolayısı ile bugün pandemiyle mücadele aynı zamanda yoksullukla mücadele ile birlikte ele alınmak zorundadır. Yaşam hakkı, sağlık hakkı ve yoksullaşmanın göstergesi olan diğer tüm temel ve sosyal haklar mücadelesinin politik bir örgütlülükle, bütünlüklü olarak ele alınmasının elzem olduğunu görüyoruz. Bu sistemde hangi ekonomi politikaları uygulanırsa uygulansın yoksulluğun bir yaşam biçimi haline geldiğini söylemek durumundayız.
Türkiye’nin dört bir yanından intihar ve geçinemeyen insanların haberleri geliyor.
Yoksulluk yok, açlık yok diyerek çığırtkanlık yapanların yüzlerine kaç defa vurulacak bilmiyoruz. Ancak bu haftanın en üzücü gelişmelerinden birisi İstanbul’da yaşandı. 1,5 yaşındaki çocuklarını akrabalarına bıraktıktan sonra ekonomik sıkıntılar nedeniyle genç bir çift yaşamına son verdi. Keza Kocaeli’nde ardı ardına meydana gelen intiharlar toplumun yaşadığı sıkışmışlığı gözler önüne seriyor.
Yoksulluğu görmezden gelen Tayyip Erdoğan ise Saray’ından ne zaman dışarı çıksa, yoksullukla, açlıkla yüzleşiyor. Daha önce, Malatya’da kendisine “evimize ekmek götüremiyoruz” diye seslenen esnafı “bu bana biraz abartılı geldi” diyerek susturan Erdoğan şimdi de Elazığ’da yaşlı bir kadının “oğlum askerden geldi, ameliyatlıyım, ben açım açım” sözlerini el işaretleriyle susturdu.
Her geçen gün pıtrak gibi ülkenin bir köşesinden boy veren işçi direnişleri ise, ezilenlerin, yoksulların verilen ile yetinmeyi kabul etmeyeceğinin en açık göstergelerinden biri tanesi. İrili ufaklı işçi direnişleri çoban ateşleri misali emeğin öz savunmasının güçlendirilmesinin olanaklarını çoğaltıyor.
Ancak iktidara karşı giderek büyüyen öfkenin politik bir güce dönüştürülememesi, muhalefetin en büyük açmazlarından birisi olarak görülmeli.
KURTULUŞ MUKAVEMET’TE!
Tüm bu olumsuzluklar karşısında umudu yaratması gereken sosyalist ve devrimciler ise kendi dükkânlarını koruma telaşesi içerisinde. Oysaki iktidarın ve sermayenin bu azgın saldırıları ve insanlarımızı intihara sürükleyen politikaları karşısında devrimci bir mukavemet hattını oluşturmak tek kurtuluş yolumuzdur.
Sol, sosyalist çevrelerin yoksulluk karşıtı mücadeleyi gündemlerine almaları ve birleşik bir mukavemet hattı çerçevesinde “dayanışma pratikleri” ile bütünlüklü çözümleri konuşması elzem. Yoksulların bu denli yok sayıldığı ve sadece ama sadece “oy deposu” olarak görüldüğü bir siyasal ortamda yoksulların sesi olacak, onlarla birlikte mücadele yürütecek sınıf hareketlerine ihtiyaç her zamankinden daha fazla.
*15 Kasım 2020 tarihli ABD Seçiminin Ardından Türkiye başlıklı siyasal durum değerlendirmemizde “Kuzey Irak’ta da benzer şekilde ABD Türkiye çekişmesi kendisini çeşitli düzeylerde hissettirecek yeni mücadele alanlarından birisi olarak karşımıza çıkacaktır.” tespitinde bulunmuştuk. İktidarın biryanıyla bölgedeki PKK varlığını zayıflatma diğer yandan (Suriye’yle beraber) yine bölgedeki askeri ve siyasal varlığını güçlendirme hamleleri çerçevesinde uzun zamandan beri Irak Bölgesel Kürt Yönetimi ile sürdürdüğü yeni görüşme trafiği belli ki sonuç vermiş.. Önümüzdeki süreçte, iktidarın bölgede yeni askeri ve siyasi hamleler yapmayı denemesi olasılık dahilinde görülmelidir.