Geçen hafta 11 Eylül Saldırısının sonrasında ABD resmi mekanizmalarının hazırlıksız, istihbaratsız ve itibar kaybetmiş görüntüsünün sebep olduğu komplo teorileriyle Covid-19 Salgınının gelişmiş ülkeleri, uluslarüstü kurumları hazırlıksız, istihbaratsız yakalamış ve itibar kaybettirmiş görüntüsünün kaynaklık ettiği komplo teorilerinin benzerliklerinden bahsetmiştim. ABD ve Nato’nun 11 Eylül sonrası, 11 Eylül olmasaydı yapmakta çok zorlanacağı hamleleri yapabilmesi, bu hamleleri hazırlamış ve planlamış görüntüsü 11 Eylül’e aslında hazırlıklı olduğu ve bu saldırıyı lehine çevirdiği, Pandemi’nin de böyle bir süreç olma ihtimalinin altını çizmiştik.
Silah üretmek ve satmak, savaşlar ve iç savaşlar çıkarmak, beslemek, yeraltı kaynaklarına konmak, sanayi gelişimlerini kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etmek için ülkelerin siyasal süreçlerine müdahale etmek gibi faaliyetleri olan “Gelişmiş Ülkeler”in elbette düşmanları olacak, bazı düşmanları sınırları, önlemleri aşıp karşı saldırılar yapacak, hatta aile içi kavgaları olacak. Bu ürettikleri ve yaşattıkları sistemin bir kanunu. Bu karşı saldırıları lehlerine çevirmek için mekanizmalar kurmuş olmaları da son derece doğal. Görece daha güçsüz ülkelerin bile potansiyel tehlikeler (mesela darbe girişimleri) karşısında “Faydalanmak için kontrollü yol vermek” taktiğini becerebiliyor olduğunu bildiğimizden bizzat devlet tarafından finanse edilen yüzlerce İstihbarat/Stratejik Araştırmalar kurumu olan ülkelerin hep defansif/polisiye önlemlerde kaldığını düşünmek saflık olurdu.
Pandemi başlayınca fabrikaların durması, lokal ve küresel para sirkilasyonunun yavaşlaması Sermaye Sınıfına ve sömürü kapasitesi düştüğü için Emperyalizme zarar veriyormuş görüntüsü verdi. Borsalar kapandı, ucuz işgücü sağlayan göç hareketleri durdu, medya ile kültürel dinamikleri manipüle ederek oluşturulan “Tüketim Toplumu” yara aldı… Evet, görüntü aynen böyle olduğu için “Neoliberallerin balonu patladı, sosyal devlet ilkelerini özel teşebbüs lehine terk etmiş toplumlar zorda” benzeri önermeler yapmaya başladık. Ama maalesef Dünya’nın hiçbir yerinde Kapitalizmin sürekli krizi görünür olduğunda bunu emekçi sınıflar lehinde değerlendirebilecek kapasitede Sosyalist dinamikler bulunmuyor. Bu tehlikesizliğin farkında olan sistem yenilenme hamleleri için gardını düşürmekten çekinmiyor. 1995 yılında Gazi Mahallesi provokasyonu ile Türkiye Devrimci güçlerine yoklama çekip “Susurluk Kazası” adını verdiğimiz iç temizlik sürecini başlatmakta tehlike görmeyen Türk Devleti örneğinde olduğu gibi.
Pandemi’nin ortaya saçtığı, kapitalizm altında insan ve doğanın değersizliği gerçeği de alternatifi ortaya konulamadığı için kapitalizmin yenilenmesi, krizini perdeleyebileceği önlemlerle geride kalacak.
Emperyalist ülkelerin uzun süredir antiemperyalizm korkusu yok. Sömürü bölgelerinde hiçbir tehdit tanımları yok. Ama kendi coğrafyalarında çevre sorunları, enerji tedarik ihtiyaçları, mülteci sorunları yaşıyorlar. Bugüne kadarki Sanayi Devrimleri bu ülkelerin emperyalistleşebilmesinin hem sebebi hem sonucu olarak kabul edilebilir. Ama ağır sanayileri, rekabetçilikleri doğa sömürüsünü beraberinde getirdi. Emekçi sınıflarını sömürüden pay vererek uysallaştırabildiler ama doğalarının sömürüsü pay vererek zararsız hale getirilemedi. Nükleer santralleri kapatıp, bacalara filtre, kanalizasyonlara arıtma, geri dönüşümlü malzemeler kullanma mecburiyetleri gibi önlemler üretim araçları sahiplerini fabrikaları denetimsiz coğrafyalara taşımaya mecbur etti. Doğu Avrupa, Güney Asya, Kuzey Afrika Batı Sanayi Burjuvazisinin yeni üretim merkezleri oldu. İnternetin ve Bilgisayar teknolojilerinin gelişimi Fransa’daki ofisten Bangladeş’teki tekstil fabrikasını tam kontrol imkânı verdiğinde, en büyük enerji tüketicisi sanayi tesisleri gittiği için rüzgar, güneş ya da benzer enerji kaynaklarının şehirlere rahatlıkla yettiği Almanya’da üst düzey beyaz yakalar ve yöneticiler bisikletle tertemiz göllerin etrafında turlayarak işe gittiklerinde “hem ateşim sönmesin hem dondurmam erimesin” durumuna ulaşmış olacaklardı.
Göç hareketliliği doğal yollarla durdurulmuş, çevre kirliliği baş edilebilir seviyeye indirilmiş, sanayinin ve tabi paranın kontrolü kaybedilmemiş olacaktı. Yapay zekâ, bilgisayarlar, internet. Donanımı Tayvan’da bir fabrikada üretilen ama yazılımı İtalya’da yapılan makine sistemleri. “Makina yapan sömürgeler ama makina yapan makinaları onlara satan Batı” döneminin bitişi, makine yapan makinaların da sömürgelere taşınıp, Batı’dan mutlak kontrolü. Bacaların ve haliyle kimyasal atıkların, büyük enerji ihtiyacının Doğu’ya ve Güney’e kayması, Batı’nın ve Kuzey’in elini kirden çekmesi. Plan buydu ve adına Endüstri 4.0 dediler ama 2019 sonunda, pandemi öncesinde bu planın uygulanmasında bazı sorunlar ve tehlikeler vardı.
İnternet altyapısının yetersizliği, internet ve bilgisayar kullanımının yaygın olmaması bazı potansiyel coğrafyaları kullanışsız yapıyordu. Hâlbuki kârı artırıp maliyetleri düşürmenin yolu coğrafya çeşitliliği. Bu coğrafyalardaki ülkelerin bu yetersizliği gidermesi gerekiyordu.
Hammadde ve bitmiş ürün nakliyesinin uzaktan denetiminin hatasız işletilmesi sisteminin oturması gerekiyordu. Nijerya’dan yüklenen hammaddenin Pakistan’daki tesise transferi, Pakistan’dan yarı mamul olarak Türkiye’ye transferi, Türkiye’de Batı Standartlarına uygun “Bitmiş Ürün” olarak Batı’ya satılması. Ya da Bolivya’dan yüklenen hammaddenin Meksika’ya transferi, Meksika’da yarı mamul haline getirilip ABD’ye transferi, ABD’de yüksek kâr marjı üreteceği teknolojinin eklenip ABD menşeili olarak Cezayir’e satılması. Ve son dönemin modası, tüm teknolojik parçaların Batı’da üretilip, temiz su tüketen, kimyasal atık üreten kısımlarının üretildiği Doğu/Güney ülkesine sevk edilip, satılacağı ülkeye göre menşei verilen silah sanayi. Mesela silahların satılacağı ülke Batı kanunlarına göre yasaklı ise “Made in Canada” yerine Doğu ülkesi yazılır, Batı kanunları gerektiğinde arkasından dolanabilmek için otobanlıdır.
E-ticaret ile satıcı-alıcı ilişkisi minimuma indirilip aracı kurum tahakkümü kurulmaya başlamıştı. Dünyanın en güçlü, en çok kazanan, en çok vergi veren şirketleri haline geldiler. Endonezya’da üretilip Malezya’ya satılan üründen ABD hazinesine girdi sağlamak? Malezya’daki ya da diğer yakın coğrafya avantajlı potansiyel üreticiyi pasifize etmenin yanında Endonezya’daki üreticiyi haraca bağlamak suretiyle sermaye birikim süreçlerini kontrol etmek…
3. Sanayi Devrimi sonrası süreçte batılı sanayi tekelleri bazı sorunlar yaşamışlardı. “Hammaddeye el koyup, ürün yapıp satmak” ile başlayan sanayi devrimleri 3. Sanayi Devrimiyle “Hammaddeye el koyup, ürün yapan makinaları yapıp satmak” şekline bürünmüştü. Fakat “makina yapan makinalar”da ürün gibi görülüp satılmaya başlanınca (mesela CNC’ler) Brezilya, Çin, Türkiye, Mısır, İran gibi bazı müşteriler Batı kontrolü dışında sanayileşip “Batı Demokrasisi”nin gölgesinde rekabete girmeye başladılar. Japonya ve G.Kore’nin kolayca sanayi tekelleri bloğuna kabulü politik uyumlarıyla da açıklanabilir ama diğer ülkelerin sanayi atılımları Batı için daha baştan “tehdit” olarak algılandı. Çin 2000’li yılların başında durdurulamaz hızda sanayileşip güçlendi ve masaya oturabildi. İran ise tecrit edildi, Mısır sakatlandı, Türkiye taşeronluğa ikna oldu, Brezilya kısıtlandı ve düzen geçici olarak sağlandı. Endüstri 4.0’ün tekrar benzer “yeni rakipler” çıkarabilme tehlikesi göz ardı edilemezdi. Sanayinizi taşıdığınız ülkelerde interneti güçlendirdiniz, hammadde transfer sistemini oturttunuz, Batı’daki ofisten, size ait yazılımlarla tüm makina donanımlarını yönetiyorsunuz, ama kendi mühendisleriyle, kendi yazılımcılarıyla yerellerde rakipleriniz çıkıyor. Olmaz. Eskiden yaptığınız gibi beyin göçüyle en iyilerini çalmanız yetmez, oradaki eğitim sistemini de kontrol etmelisiniz. İhtiyacınız kadar yazılımcı, sizin fabrikanızda çalışacak, merkez ofisten gelen talimatları düzgün uygulayabilecek ne az ne fazla kalitede mühendis yetişmeli.
Önümüzdeki hafta: Pandemi Endüstri 4.0’ün dertlerini çözüyor, kapitalizm krizde ama borsalar yükseliyor, ticaret durgunlaştı ama boş konteyner bulmak neden zor?