yeni yılın ilk haftasında yazdığım yazının başlığında bu soruyu da kullanmıştım; kaç yaşında acılarımız…? depremler ve ardından gelen selle birlikte tanık olduklarımız karşısında yeniden bu soruyu sormamız ve nedenleri, sorumluları üzerine düşünmemiz gerekiyor. sözünü ettiğim yazımda; “dünü ve bugünü unuttuğumuz için yarını kurmakta, geleceği örgütlemekte zorlanıyoruz… ülkemizde ve dünyada milyonlarca insanın ölümünü hazırlayan olaylar ilk gerçekleştiğinde bilimsel ve insani tepkilerimizi örgütlü ve sürekli biçimde yaşama geçirebilseydik benzer acıları yaşamamıza neden olaylar tekrar edebilir miydi? ya da öfkemizin soğumasına ve yanlış adreslere yönelmesine izin vermeseydik…? yazmıştım…
acılarımız bireysel değil; yoksa baş etmemiz daha kolay olurdu. insanlık tarihi açısından çok nadir olarak görülebilecek acıların, ölümlerin, yıkımların toplamını gördük kısacak ömrümüzde ve ciddi anlamda bocalıyoruz çoğumuz… yaşı elli ve üzerinde olanların ömürleri boyunca gördükleri, duydukları iş cinayetlerinden düşük yoğunluklu sürekli çatışmalara, doğal afetlerdeki ölümlerden faşist/ gerici odakların katliamlarına kadar tüm ölümleri, tüm acıları düşününce… son depremden sonra söylenmişti; ‘bu depremde ölen insan sayısı Kurtuluş Savaşı’nda ölenlerden fazla’… buna gördüğümüz, duyduğumuz tüm ölümleri ekleyince…
depremin, özellikle bu depremin bir özelliği Hatay ve Maraş’ın bazı yerlerini tümüyle yıkması ve geriye bir şey bırakmamasıdır sanırım. insanların ve oralarda yaşayan toplumların varoluşunu sağlayan, adeta köklerini oluşturan tüm izler, yapılar ‘yok oldu’ ki anılar bile can yakıcı olacak artık… elbette yitirdiğimiz insanlarla birlikte düşünmemiz gerekiyor. deprem bölgesinde geride kalan insanlar ailelerini, dostlarını, komşularını yitirdiler. sabah selamlarını, akşam sohbetlerini, gereksinim duyduklarında çalabilecekleri kapıları, yaralarını sarabilecek olanları, gelecek düşlerini… yitirdiler… ki bu yüzden herkes yaralı, herkes acılı, herkes birbirine bakıp susabiliyor ancak, üstelik biriktirilmiş ve ertelenmiş gözyaşlarıyla hakkınca yaşanmamış acılarla tutunmaya çalışıyorlar. evet tam olarak tutunma çabası; köklerini yitirmiş olsalar da geride kalanlarla yeniden var olma, köklenme çabası. depremin en yıkıcı olduğu yerde yaşayan bir arkadaşımla konuştuğumda ‘biliyoruz, buraları terk etmemizi istiyorlar. biz direnmek ve burada kalmak için elimizden geleni yapacağız’ diyordu. bu arkadaşım depremle birlikte sevgilisini, aile bireylerini yitirmiş ve ‘vasıfsız bir ölüyüm, hislerimi kaybettim’ demişti…
seçim takviminin açıklanması, ittifaklar, işbirlikleri, partilerin ve taraftarlarının birbirlerinin açıklarını bulma, ‘ötekine’ laf yetiştirme gayretleri arasında deprem ve sellerde yaşananların, buralardaki insanların acıları da ya gündemin gerisine düşüyor, ya da propaganda malzemesine dönüştürülüyor, ki bu konuda en sabıkalı olanların iktidarın yayın organlarının, yandaşlarının ve trolleri örgütleyen kurumların olduğunu söylemek gerekiyor. defalarca söyledim, yazdım ve yazmaya devam edeceğim; bence bu iktidarın ülkeye yaptığı en büyük kötülük yandaşı durumuna dönüştürdüğü insanların akıllarıyla birlikte vicdanlarını da çekip almasıdır… dikkat ettiniz mi, Türkiye’nin en büyük partisinde depreme müdahalede gecikilmesi ve ölümlerin bu nedenle artmasıyla ilgili tek bir kişi çıkıp ‘yeter artık’ demedi? milyonlarca oy alan, en fazla üyeye sahip olan AKP’de ilçe yöneticilerinden milletvekillerini varıncaya dek bir kişi çıkıp ‘Kızılay nasıl olur da çadır satar, yeter artık’ demedi… kadrolu seçmenleri! ve yöneticilerin vicdanlarını çekip aldığının en somut ve çarpıcı göstergesi deprem yaşanan yerlerdeki seçmen ve yöneticilerin de sessiz kalması… oysa hepsi tanık oldular, hepsi yakınlarını yitirdiler, büyük olasılıkla ilk günlerde hepsi ‘nerde bu devlet’ diye çığlık attılar…
bu yüzden seçimler daha önemli… bu topraklarda geçmişte yapılan tartışmalarda dinci, gerici örgütlenmelerin ve iktidarların insanların fiziki varlıklarıyla birlikte ruhlarını/ akıllarını da çekip aldığı saptaması yapıldı… resmi verilere göre 50 bin, resmi olmayan varsayımlara göre bunun 3- 4 katı ölümün yaşandığı şu günlerde iktidar yandaşlığı yapmak için deprem bölgesinde yardım isteyen insanları rol yapmakla, yalancılıkla, hatta hainlikle suçlayabilecek bir aklın varlığını nasıl açıklayabiliriz? bu iktidar 21 yılın sonunda yarattığı kitle tabanıyla birlikte seçmenlerinin de önemli bir bölümünü insanlıktan çıkarmış durumdadır… çünkü yandaş olmakla, seçmen olmakla bırakmamış bu insanların düşünme yeteneklerini, vicdanlarını söküp almıştır; aslında tüm toplumu bu noktaya getirmek için de varını, yoğunu kullanmaktadır. (bu yazdıklarım bir aşağılama, küçümseme değil kendi adıma bir saptamadır)
kaç yaşında acılarımız diyerek başlamıştım; olağan bir toplum düzeninde acılar, hele hele kitlesel acılar insanların bir araya gelişlerini sağlar… yine böylesi büyük acıları yaşamış olanların acılarına saygı duyulur, tepkileri hoş görülür, düşman bile olsa el uzatılır ki depremin hemen ardından kurtarma ekibi gönderen ülkelerin bazılarını ebedi ve ezeli düşman belleyen iktidarların tavırlarının bile geçersizliğini göstermiştir. o zaman sormak gerekmez mi, ebedi ve ezeli düşman olarak nitelenen ülkeler yardıma koşup, ülkece yaşadığımız acıya saygı duyarken bizi yönetenler nerede, neden acılarımıza saygı duymuyorlar? yalnızca yönetenler değil, bizi yönetenleri seçen bizim gibi insanlar nasıl olup da bu kadar duyarsız, vicdansız, hatta acımasız olabiliyorlar? bence bu soruların yanıtı iktidarın devleti de kullanarak insanları ideolojik, siyasi ve kültürel dönüştürmüş olmasında aranmalıdır… ve seçimler yalnızca bu yanıyla bile çok önemlidir…
emekli ve eski bir KHK’lı maden işçisi olarak bu iktidarın madenlerdeki katliamlar sonrası yapmadıkları bile muhalif olmam için yeterli. fakat yaptıkları daha kötü… özelleştirmeler ve yarattığı çalışma ilişkileri bir yana Soma’da 301 madencinin öldürülmesinin hemen sonrasında tepki gösteren maden işçilerinin yakınlarına yapılanları, birinin tekmelenmesini anımsıyorum… daha önce Karadon’da (Zonguldak) 30 madencinin ölümü sonrasında ‘güzel öldüler’ diyen bakanı… Kozlu’da 8 maden işçisinin ölümünden sorumlu olan ve aldığı ceza üst mahkemede görülmeyi beklerken TTK’ya Genel Müdür olarak atanan Kozlu Müessese Müdürünü anımsıyorum ki bu kişinin müdürlüğü sırasında Amasra’da 42 madencinin ölümünü… elbette cezasızlığı…
bu iktidar deprem sonrası açıkladığı yardımlardan KHK ile ihraç edilenleri yararlandırmıyor, yetmezmiş gibi depremzedelerin yerleştirildiği öğrenci yurtlarına da almıyor… acımasızlığın, düşman olarak görmenin, deprem gibi büyük yıkım ve acıların sonrasında bile en doğal, en insani ve Anayasal güvence altındaki hakların bile çiğnenmeye devam edilmesini, buna ilişkin sessizliği nasıl açıklayacağız? bulunduğumuz yerde fiziki olarak yaşadığımız yıkım ve acılar yetmiyor iktidara ve yandaşlara… ve bizim unutma hakkımız, kendimizi ve yakınlarımızı yarın için teselli etme hakkımız bile elimizden alınıyor… dolayısıyla acılarımızın yaşı yok, ya da acılarımız bilinenden ve yaşanandan büyük; çünkü zincirleme olarak ve insan yapımı, sermaye yapımı acılar yaşıyoruz… bu yüzden unutmayacağız, unutturmayacağız…