Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

İran Yazı Dizisi: İran Sineması

İran’ın 20. Yüzyıl tarihi, farklı ideolojik enstrümanlar kullanan iki faşist rejimin geçiş töreni gibidir. Her ikisinin en önemli ortak noktasının muhalif seslerin susturulması olduğu söylenebilir

İran yazı dizisi 7. Bölüm.

YAZARLAR: Atagül Demir & Doğan Alpaslan Demir

Giriş: Siyasal Bir Aygıt Olarak Sinema

Siyasal iktidarların halkı ikna etmek, toplumları manipüle etmek için kullandıkları ideolojik aygıtların arasına sinemanın girmesi uzun sürmemiştir. Sinemanın siyasal propaganda amaçlı olarak ilk kullanımının Hitler’e ait olduğunu söylemek yanlış olmaz. Hitler döneminde çekilen filmlerin tümü propaganda amaçlı kullanılmıştır. Hitler kendi siyasetini, Propaganda Bakanı olarak görev verdiği Goebbels ile Alman halkına kabul ettirmiştir. Nazi Partisi’nin bu anlamdaki ilk çalışması “Hitler’s Flug Über Deutschland (Hitler’in Almanya Gezisi)” filmi Hitler’in seçim kampanyalarında yaptığı seyahatlerden oluşmaktadır. Goebbels, 1935 yılında Hitler’in isteği üzerine yönetmen Leni Riefenstahl’e “İradenin Zaferi” filmini çektirmiştir[i].

Öte yandan, İtalyan sinemasının en önemli yönetmenleri, Mussolini’nin propaganda amacıyla kurdurduğu Cinecitta film stüdyolarında yetişmiştir. II. Dünya Savaşı sonrasında dünya sinemasını etkileyecek İtalyan Yeni Gerçekçilik akımı yine bu yönetmenlerce başlatılacaktır.

Sinemanın İran’a girişi

Lumiere kardeşlerin 1895 yılında ilk film gösteriminden çok kısa bir süre sonra kamera kullanımı İran’da başlamıştır. Ne tesadüf! Neredeyse can çekişen Osmanlı Devleti’nde de kameranın çok erken dönemde kullanılmaya başladığını görüyoruz. 1896 yılı sonunda Lumiere kardeşlerin 50 saniyelik “Trenin Gara Girişi” filmi Yıldız Sarayı’nda gösterilir. II. Abdülhamit’in fotoğraf ve sinemaya ilgisinin “merak” veya “sanata olan düşkünlükle” açıklanamayacağı bir gerçektir. Nedir; “Abdülhamit ve kamera” konusunu başka bir yazıya bırakıyoruz.

İran’ın saray fotoğrafçısı Mirza İbrahim Han Akkasbaşı 1900 yılında Belçika’da çiçek festivaline katılan İran Şahı Muzafferüddin ve ailesinin görüntülerini kayda almıştır. Akkasbaşı, İran’a döndüğünde saraydaki günlük yaşamı görüntülemeyi sürdürür. Sonrasında Tahran sokaklarında çekimler yapar.

İlk film gösterimleri sarayda hanedan üyeleri ve yönetici elitin katılımıyla yapılır. İran’da ilk sinema salonu 1904 yılında açılır. İlk gösterimleri gerçekleştiren Mirza İbrahim Sahafbaşı meşrutiyet yanlılarındandır. Tahran sokaklarının birinde küçük bir salonda Hindistan’da aldığı sinematograf makinesi ile ilk gösterimlerini yapmıştır. Meşrutiyet’in ünlü muhaliflerinden olan ve büyük bir din alimi olarak kabul edilen Şeyh Fazlullah Nuri, başkentlilerin karanlık bir salonda toplanıp “başörtüsüz kadınları” izlediklerini öğrendiği zaman taraftarlarını salonu yıkmak için gönderir; Sahafbaşı’nın mal varlığına el koyulmuş ülkeden sürgün edilmiştir[ii]

Sinemanın İranlıların yaşamına girmesi Meşrutiyetin gerçekleşmesi ve ilk Anayasanın yazılması ile mümkün olabilmiştir[iii]. Kadın izleyiciler ise sinemaya gidebilmek için 1917 yılını bekleyecektir, o da sadece “kadınlara mahsus” günlerde.

Seküler faşizm ile şeriat faşizmi arasında sinema

İran’ın 20. Yüzyıl tarihi, farklı ideolojik enstrümanlar kullanan iki faşist rejimin geçiş töreni gibidir. Kara çarşaf giymenin yasaklandığı ama emperyalizmin ve Pehlevi hanedanının sömürü ve baskılarının sürdüğü 1978 öncesi ve şeriat faşizminin hâkim olduğu “İslam Cumhuriyeti” dönemi… Her ikisinin en önemli ortak noktasının muhalif seslerin susturulması olduğu söylenebilir. Sinema gibi pahalı teknolojik cihazlara gereksinim duyan bir sanat dalının baskıcı iktidarlar karşısında eğilip bükülmeyen bir muhalif ses olması kolay olmamıştır. Hal böyle olunca üzerlerindeki siyasi denetim araçlarının nispeten etkisiz kaldığı ve ekonomik güce sahip azınlıklar İran sinemasının öncü motoru olabilmiştir. İran sineması üzerine çalışan ve bir kitap da yazan Hamid Dabashi[iv] bu durumu şu satırlarla açıklıyor:

“Özellikle Ermeniler, Yahudiler ve Zerdüştiler gibi köklü milliyetçi eğilimlere sahip fakat İslami otoritelerin egemenliği altında bulunmayan azınlıklar, sinemayı kültürel yasakların sınırları dışına çekerek halka ulaştırmayı başardılar”.

Ovanes Ohanian adlı Ermeni sinemacı ilk kurmaca filmleri çeker. Bunlar Abi ve Rabi (1930) ile Hacı Ağa Sinema Aktörü adlı filmlerdir. (1933). Abi ve Rabi, uyarlama bir senaryo olmakla birlikte, çekilen ilk senaryolu kurmaca filmdir. Yönetmen, kadın oyuncu bulamaz ve kendi kızını oynatır.  “Hacı Ağa Sinema Aktörü̈” filmi “sinema karşıtı bağnaz bir dini yetkilinin aniden karar değiştirip film oyuncusuna dönüşmesinin öyküsünü anlatmaktadır. Dabashi, bu dönüşümün sinemanın insanları ve toplumu değiştirme, etkileme gücünün bir kanıtı olduğunu iddia eder.

Abi ve Rabi min
Abi ve Rabi, Kaynak Vikipedi.

1933’te Abdul Hüseyin Sepenta’nın çektiği Lor Kızı filmi, Farsça çekilen ilk yerli filmdir. Filmde İranlı kadınlar da rol almıştır. Nedir, yönetmen Sepenta’nın İran sinema tarihindeki en önemi yönü, şiir ve İran edebiyatını filmlerde kullanmaya başlamasıdır. Köklü bir şiir kültürü olan İran’da, birçok yönetmen bu kadim zenginlikten beslenerek şiirsel filmlere imza atmıştır. Öyküler ve modern romanlar da zaman içinde İran sinemasını besleyen yeni kaynaklar olmuştur. İran sinemasında yapılan ilk edebiyat uyarlaması 1934 yılında Abdul Hüseyin Sepenta’nın yönettiği Firdevsi filmidir. Aynı yönetmen klasik eserleri sinemaya aktarmaya devam edip 1934’te Nizami’nin Ferhad ile Şirin ve 1937’de Leyla ve Mecnun uyarlamalarını yapmıştır[v].

1936 yılında kadınların çarşaf giymesi yasaklanmıştır! Sinemada konu gerektirmedikçe kadınların yüzü̈ açıktır. Bu yasaklama sonucu gelen değişimin, toplumun siyasi, kültürel kodlarına nasıl etki ettiği, kanımızca ayrı bir yazı, inceleme konusu olmalıdır.

1937 ile 1948 yılları arasında İran’da film çekimlerinin durduğunu görüyoruz. Ülke SSCB, İngiltere ve ABD tarafından işgal edilmiştir. Sinema salonlarında Amerikan filmleri oynamaktadır. Sinema Tarihi adlı kitabın yazarı Rekin Teksoy bu dönemi şu satırlarla tanımlıyor[vi]:

“2. Dünya Savaşı sonunda SSCB sınırlarında antikomünist bir kuşak oluşturmak isteyen ABD, İran’da 16mm’lik bir belgesel laboratuvarı kurdu. Burada “Sovyet tehlikesini” anlatan ve ABD’nin resmi görüşünü yansıtan 400’ü aşkın haber filmi (Ahbar-ı İran) üretildi.”

1950’den sonra, milliyetçi akımlar sinemada kendini göstermiştir. Ülkenin işgaline, petrol kaynaklarının İngiltere merkezli şirketlere peşkeş çekilmesine tepki olarak doğan akımın ilk örneklerinden biri Golam Hüseyin Nakşineh’in Vatansever, (The Nationalist, 1952) adlı filmidir. 1952’de İran-İngiliz petrol şirketine karşı yapılan “Son Nefese Kadar” adlı film 1979’dan sonra “İhtiyar Şeytan” adıyla gösterime girer[vii]. 1950’li yıllarda başlayan milliyetçi, anti emperyalist filmlerin artışıyla Muhammed Musaddık’ın Başbakan oluşu arasındaki kronolojik ilişkiye dikkatinizi çekmek isteriz[viii].

İran sineması önümüzdeki hafta yazı dizisinin 8. bölümü ile devam edecek.

 

Dipnotlar ve kaynaklar

[i] Sezen Altay- Ufuk Uğur, Sinemanın Propaganda Aracı Olarak Kullanılması: Ben Küba Filmi, DergiPark İstanbul Aydın Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dergisi Sayı 8, Cilt 4, Sayfalar 13 – 32, 2018.

[ii] Ali Sadidi Heris, Modern Sinema Anlatılarının Yapısal Çözümlemesi: “İnek” Filmi Örneği, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Radyo Televizyon Sinema Anabilim Dalı yüksek lisans tezi, 2012. 

[iii] Bu yazı dizisinin “1906 Devrimi” başlıklı bölümünü okumanız önerilir. https://www.mukavemet.org/iran-yazi-dizisi-1906-devrimi/

[iv] Hamid Dabashi, İran Sineması, Agora Kitaplığı, 2013.

[v] Rıza Oylum, İran sinemasının edebiyatla ilişkisi, edebiyathaber.net (13 Şubat 2019)

[vi] Rekin Teksoy, Sinema Tarihi, Oğlak Yayınları, 4. Baskı, 2014.

[vii]  Cihan Aktaş Şark’ın Şiiri İran Sineması, İz Yayıncılık, S: 32, 2015

[viii] İran yazı dizisinin 4. Bölümünü okumanızı öneririz: https://www.mukavemet.org/iran-yazi-dizisi-muhammed-musaddik/

 

Bir Cevap Yazın