zor zamanlardan geçiyoruz… neye göre kime göre, hangi zamana gibi sorularla bir tartışma açmak mümkün. vereceğimiz yanıtlar içine doğduğumuz aileden başlayarak ilişkide bulunduğumuz tüm siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik yapılarla (en sonunda da bireysel seçimimizle) doğrudan ilgili olacaktır kaçınılmaz olarak… emekçiyseniz, çiftçiyseniz, yoksul veya orta gelirli bir ailede çocuksanız, bu topraklarda kadınsanız, farklı bir etnik kimliğe aitseniz, kültürel ve siyasal olarak çoğunluğun dışındaysanız yaşamınız zordur… fakat şimdi sayıları 1 milyon kadar olan sermaye/ para sahibi dışındaki herkes için daha da zor bir dönem içindeyiz ve uzun sürecek gibi…
böylesi zor zamanlarda örgütlü değilsek, dayanışma ilişkilerimiz yoksa veya zayıfsa, yaşadıklarımızı anlamlandırmak ve çözümlemek için gerekli/ yeterli bilgi ve araçlar sahip değilsek tepkilerimiz ve eylemlerimiz kendimize veya bizden daha zayıf olan (fakat bizden olanlara) yönelir… bir de kökenleri yüzyıllara değinen kültürel yozluk, iktidar sahiplerinin onlarca yolla yarattığı çaresizlik duygusunu pekiştiren ve adına sanat denilen, adına reklam denilen, adına moda denilen, adına bireysel gelişim denilen, adına… adına… saldırıları eklendiğinde dünyanın en zararlı varlığı olmamız kaçınılmazdır…
kapitalist ve baskıcı yönetimlerin yapmaya çalıştığı ilk şeylerden birinin insanı küstürmek olduğunu düşünüyorum. insan kendine, insan yakın çevresine, insan yaşadığı coğrafyaya (hatta dünyaya) küstüğü anda canından vazgeçmemişse kendini kurtarmak, kendi durumunu korumak, kendini ‘geliştirmek’ dışında bir şey düşünmez… eğitim/ öğretim düzeyi ne olursa olsun, kendini hangi ideoloji, din, kültür vb. içinde tanımlarsa tanımlasın tüm bunları yalnız ve yalnız kendisi için kullanır… bu da tehlikeli yanına kuralsızlığı da eklemesi anlamına gelir…
çocuk *
(sendedir kurtuluş)
fabrikalarda
tarlalarda
işçi çocuk
beylerin sofralarında
et pazarında
meze çocuk
savaşlarda asker
sokaklarda
ölü çocuk
diyorlar ki
‘yeni dünya düzeni’
‘serbest piyasa’
bize düzensizlik
bize tutsaklık
sendedir kurtuluş
dişinle
tırnağınla
ayaklan çocuk
toplumsal olarak yaşadığımız olumsuzluklar, acılar, yoksunluklar karşısında ‘bunları yapan insan olamaz’ gibi kolaycı olduğunu düşündüğüm tepkilerden kurtulmamız gerekiyor… sorun her ne olursa olsun siyasal, ekonomik, kültürel yapılarla ilgisini kurmamız ve örgütlü bir durumla karşı karşıya olduğumuzu görerek başlamamız gerekiyor…
böylesi bir örgütlü durum ve yapının varlığını gördüğümüz anda tüm ezilenler, ötekileştirilenler olarak bizim de örgütlü olmamız gerektiği sonucuna varırız… yani yoksulluğa karşı çıkmak için bizim yoksullaşmamıza neden olanlara, savaşa karşı çıkmak için savaş kararı verenlere, kadın cinayetlerine karşı olmak için kadını ikinci sınıf sayanlara, paralı eğitime karşı çıkmak için eğitimi paralı yapanlara vb. karşı çıkmamız gerekiyor… kısacası gölge boksu yapmaktan vazgeçmek, bize vurana diğer yanağımızı dönmememiz gerekiyor…
2022’nin ilk yazısı olarak başka şeyler yazmak istiyordum… sayın ki yeni yılda iç dökümü… sayın ki içinden geçtiğimiz ve uzun yıllar süreceğini düşündüğüm zor zamanlar için bir selam, bir dayanışma çağrısı… özellikle yeni yılın ilk gününde elektriğe, doğalgaza, akaryakıta gelen sağanak gibi zamlar diğer tüketim ürünlerine ve hizmetlere de yapılacak zamların habercisi oldu… yine de 2022’nin işçi sınıfının kendi değerleri etrafında el ele vereceği, bir kişinin bile yalnızlık duygusuna kapılmasına izin vermeyeceği, insan insan dayanışmayı öreceği ve savaşımı büyüteceği bir yıl olması dileğiyle…
öyle güzel insanlar gördüm ki**
öyle güzel insanlar gördüm ki;
gözleri karadeniz
yüzleri ege…
ellerinde bütün dünyanın çiçekleri,
yüreklerinde evrene yetecek sevda…
yaşıyorsam bundandır belki de,
inadım
ve sözlerim bundan…
*göçükte yüreğim, adlı kitabımdan, sf:56
** aynı kitap, sf:51