Saray/AKP/MHP iktidarıyla tanık olduğumuz çok sayıda akla ziyan olaylardan biri de iktidara yakın, çok yakın olanların 2-4 maaş almalarıdır. buna tüm kamu ihalelerini, üstelik ‘yolcu garantili’, ‘hasta garantili’, ‘geçiş garantili’ alan yandaş şirketleri de eklememiz gerekiyor… yasallaştırılmış bir soygun, sömürü düzenine tanık oluyoruz…
yasallaştırılmış, çünkü yapılan işlemler mevzuata uygun, ya da mevzuat yapılan işlemlere uyduruluyor (İhale Kanunu en az 180 kez değiştirildi), 1’den fazla maaş vermek için ilgisiz, hatta kişilerin öğrenim durumlarıyla, geçmiş birikimleriyle uymayan görevlendirmeler yapılıyor… her çalışan gibi ‘normal mesai’ yapacak olsalar bu kişilere günün 24 saat değil 40 saat olması gerekiyor…
derdim 2-4 maaş alanların nasıl çalıştıkları, ihaleleri alanların nasıl aldıkları değil; neden aldıkları. başka bir anlatımla insan yalnız kendisinin değil, ileriye doğru yedi göbek sülalesinin harcayamayacağı, tüketemeyeceği bir serveti daha da büyütmek için neden tüm ömrünü, zamanını tüketir. denilebilir ki “yandaş olmak yeterli, yorulmuyorlar bile…” öyle olmadığını düşünüyorum… yani zaman ayırıyorlar, mutlak siyasi bağımlılık gerektiğini bildikleri için de ömürlerinin bir kısmını, sahip oldukları insan ilişkilerini tüketiyor…
yıllardır kendime ve yeri geldikçe bulunduğum ortamdakilere sorduğum sorudur bu; insan nasıl doymaz… bir insanın günlük temel gereksinimleri dışında tüm ‘en lüks tüketimleri’ de dahil etsek bu insanların sahip oldukları bitecek, bitirilecek bir servet değil… varsıllığın iktidar, ‘güç’ aracı olarak görüldüğünü, kişisel/ siyasi/ örgütsel iktidarın, hatta savaşın parçası biliyorum elbette. fakat yine de aklım almıyor… hele de kazandıkları/ ele geçirdikleri servetin üzerinde milyonlarca emekçinin, köylünün, işsizin hakkı olduğunu düşününce hiç aklım almıyor…
belki tam bu noktadan bakmak gerekiyor varsıllığa, yoksulluğa, işsizliğe, 1’den çok maaş alan ve bundan gocunmayanlara, tüm ihaleleri almak için yırtınanlara… sokakta görsek bunların çoğu için “iyi insan” diyebilir, böyle bir izlenime de kapılabiliriz. o zaman soru sormalıyız; 11 milyon kayıtlı işsizin olduğu, çalışanların %60’a yakınının asgari ücretle çalıştığı koşullarda 2-4 maaş almayı, devletin (bizim) soyulmamızla sonuçlanan ihaleleri (hazırlatıp) almayı içine sindirenler iyi insan olabilir mi? bu koşulları hazırlayanlar iyi insan olabilir mi…?
8 saatlik işgünü, eşit işe eşit ücret savaşımının 200 yıla yakın bir geçmişi var; ve biz bugün en başa dönmüş durumdayız… şairin dediği gibi “uzay çağında bir ayağımız/ ham çarık kıl çorapta olsa da biri…”* tüm bilimsel, teknolojik gelişmelere, öğrenim (okur- yazarlık) düzeyindeki yaygınlığa, yüzlerce yıllık birikimin sonucunda geldiğimiz yer devletten yardım alarak yaşama tutunabilen 20 milyona yakın insan… tüm dünyada bu rakam 2 milyarı buluyor… çöpte yiyecek arayanların, mevsimsel ve ekonomik koşullar nedeniyle üretimi düştüğü ve kredisini ödeyemediği için elindeki üretim araçlarına el konulan çiftçilerin, öğrenim için kullandığı KYK kredisini ödeyemeyen ve icraya verilen gençlerin, işsizlik ve yarın kaygısıyla canına kıyan insanların olduğu vb. koşullarda 1’den fazla maaş alan kişiler, soygun garantili ihaleler için koşturanlar ve kendilerinde bu hakkı görenler iyi insan olabilir mi…?
kişiselleştirdiğim sanılmasın… tüm bunlar örgütlü ve kapitalist bir mantıkla yaratılıyor. fakat bireyler üzerinden de düşünmek gerektiği kanısındayım. bu kadar yokluk, yoksunluk içindeki insanları görür, varlığını bilir de hiç mi, bir dirhem olsun ‘biz ne yapıyoruz?’ demez insan… demeyeceklerini de biliyorum; çünkü bilinçlerinin iğdiş edildiğini düşünüyorum… son yıllarda siyasi alandaki kutuplaşma ve gerilimin bir yansıması olarak birbirlerinin rakibi olan insanların birbirlerinin düşmanı olmaya doğru evriliyor, bu nedenle de her geçen gün insani/ insancıl duyguları törpüleniyor… daha doğrusu siyasi alandaki bu kutuplaşma ve gerilim yaratılan çok maaşlı, ihaleli soygun düzeninin sürdürülmesi için…
insanın kirletildiğini düşünüyorum… sahip olunan ekonomik güç üzerinden kurulan ve sürdürülen iktidar anlayışı, yani sömürü ve soygun düzeni en sıradan insanları da dönüştürüyor, kirletiyor… yoksa olağan insan aklı bu verili duruma sessiz, tepkisiz kalmaz, kalamaz, kalmamalı. kendisini iktidara yakın konumlandıran en alt düzeyde ilişki kurmuş olanların bile birgün kendilerine de sıra geleceğini ve (kendi çaplarında) köşeyi döneceklerini umduklarını sanıyorum… tüm bunlara karşı çıkan ve kendilerini muhalif olanların nasıl etkilendiklerini, gelecekte iktidar değiştiğinde nasıl konum alacaklarını ve neler isteyeceklerini söylemek zor olsa da bugünlerden etkilenmediklerini düşünmek zor (bu konuda yanılmayı çok isterim)…
yaratılan bu insan tipini hepimizin düşünmesi gerekiyor… yıllardır bilinçleri, insani değerleri, inançları iğdiş edilen milyonlarca insanın varlığının basit bir iktidar değişimiyle ortadan kalkmayacağı açıktır… belki de gereksinimler, tüketim kültürü, yaşamın her alanındaki paylaşım/ bölüşüm ilişkilerinin en baştan yeniden bilince çıkarılması gerekiyor… nefret yerine öfkemizi kuşanıp “Yiyin, efendiler yiyin; bu doyumsuz sofra sizin, Doyuncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya kadar yiyin…”** derken; bilincimizi kuşanıp yoksulluk şiddettir, yoksulluk insan hakları ihlalidir… dememiz gerekiyor… çok maaşlı, garantili ihaleli soygun ve sömürüye (örgütlü kötülüğe) karşı paylaşımı, dayanışmayı, yoksulluğu veya varsıllığı adil bölüşmeyi içselleştiren, kültür olarak ören bir örgütlü iyiliği yaratmak zorundayız.
kapitalist üretim/ bölüşüm ilişkilerinde varsılları (iktidar/ güç) sahiplerini doyuramadığımız için biz de doyamıyoruz… evet; gücü elinde tutan az sayıdaki sermaye ve iktidar sahibiyle günün birinde sıranın kendilerine geleceğini düşünerek bunların çevresinde kümelenen yığınlara karşı emekçi atalarımız başladığı ve yarım kalan yerden, başlamak zorunda olduğumuzu düşünüyorum… miras aldığımız bilgi birikimi ve savaşım deneyimlerini günümüze uyarlayarak yığın değil kitle, tebaa değil yurttaş, amele değil emekçi, maraba değil çiftçi, ayrımcı değil eşitlikçi, rakip değil paydaş olacağımız bir bilinci yaşamın her alanında geçerli kılacak, kültür haline getirecek bir yaklaşımla yenide başlamak…
istiyoruz ki insanlar doysun/ bağışla, yardımla değil/ boyunlarını bükmeden gururla/ istiyoruz ki yaşasın insanlar/ paylarına düşen ömrü/ ölmesin kadınlar, işçiler, çocuklar/ onurla karşılasınlar gelen günü
* Ahmed Arif
**Tevfik Fikret