korktuğunuzu, fakat korkmuyor gibi görünmek için elinizden gelen her şeyi yaptığınızı biliyoruz; bu yüzden kendinizi kanıtlamak için uğraşmanıza gerek yok… üstelik bu yaptıklarınızın ve kendinizi kanıtlama çabanızın sizi rehin aldığını, anlama yeteneğinizi ve içinizdeki sevgiyi yok ettiğini de görüyoruz…
bir seçim yapmak sizin elinizde; en azından gösterdiğiniz çabaların önünde engel olarak gördükleriniz sizin yarattıklarınız… yani bizi de siz yarattınız. gerçekte kendi içinizde büyüttüğünüz ve bir sır gibi sakladığınız, kendinize bile fısıldayamadığınız korkunuzu yersiz, zamansız, çoğu kez de anlamsız cesaret gösterileriyle bastırıyorsunuz…
ne yazık ki kendinize karşı o kadar güçsüz ve savunmasız durumdasınız ki yenilmemek, geri atmamak, acımamak üzerine kurduğunuz yaşamınız acınası bir haldir ve mutlak mutsuzluk nedenidir… sahi, en son ne zaman birilerini aşağılamak için değil de gerçekten mutlu olduğunuz, sevindiğiniz bir olay için güldünüz, güldürdünüz…?
çoğumuz yenilgilerimizden kaçıyoruz… yenildiğini kabul edip yeni bir savaşıma cüret edemeyenlerimiz bu yenilgiyi her gün yineleyerek ve büyüterek kendi kendilerini tüketiyorlar. yenildiğini kabul edip de kendi payı ve sorumluluğunu görmeyenlerimiz yenilgilerinin sebebini sürekli başkalarında, kendi dışlarındaki olaylarda arayarak yüzleşmekten kaçıyorlar… öyle ki eleştiriye katlanamadıkları gibi özeleştiriyi de gereksiz görüyorlar. bu aynı zamanda sürekli bir düşman, dış etken arayışını da beraberinde getiriyor…
ne mutlu yenilgileriyle yüzleşenlere ve kendi payını da görerek yeni savaşımlara cüret edenlere.
yalanlarını onaranları görüp gülüyorum/ eski eşyalarını çöpe atan insan/ kendine yalan söyleyeni silen insan/ kaçınıyor yeni bir yalan yaratmaktan/ gülüyorum sobe der gibi/ inanmadığı yalanları neden onarır insan…
insan çoğu zaman söylemeyi; belki de görevi bildiği veya toplumsal rolü gerektirdiği için söylemeyi seçer; ve ne yazık ki bunun ayrımında değildir. sonra da neden anlaşılmadığını, (bireyselliği öndeyse) insanların neden onu anlamadığını sorar… sorun kendisinde değil dinleyende veya okuyandadır!
oysa anlatmak gerekir… söylemek çoğu kez (kaçınılmaz olarak) nutuk çekmek gibidir; bizce gerektiği için söylemek tek kişilik bir oyun gibidir. dinleyen ve okuyanlar da izleyicidir… anlatmak, anlatanın kendisiyle, geçmişle, bugünle, dinleyici ve okuyucuyla uyumluluğunu, anlam üzerinde buluşmasını gerektirir… hatta eşitlik ilişkisinin içselleştirilip görünür bir gerçekliğe dönüştürülmesini gerektirir…
yaşam içinde olaylara ve şeylere verdiğimiz anlamla karşımızdaki insanların verdikleri anlamların bir ve aynı şeyler olmadığını gördüğümüz ve bildiğimiz zaman görev veya rolümüz gerektirdiği için değil yaşam karşısındaki sorumluluğumuz gereği yazmaya, konuşmaya başlayabiliriz… anlatmak öncelikle kendimiz kadar karşımızdakileri de anlamayı gerektiren bir eylemdir…
o zaman bizim anlamlarımızla karşımızdaki insanların anlamlarının kesişim ve etkilenme noktalarını görür, anlamın ortak ve kesişim noktalarını içeren bir dili yaratabiliriz… işte bu anlatmaya, ortak anlamları görünür kılıp, örgütlemeye başlamanın ilk adımıdır sanırım. kendi anlamlarımızı görünür ve anlaşılır kılmanın yolu karşımızdaki insanların anlam dünyalarına, hatta onların anlatım diline yaklaşmakla, hatta sızabilmekle olanaklıdır…
umut bedava herkese/ uykuda düş görmek serbest/ sokakta düş kurmak yasak/ ömrümüz oniki eylül/ onikiden vurulmuş/ umut kelepçedir yarına/ söyle dostum söyle/ umut neden bedava/ ve neden serbest yoksullara
yalnızca emeğimizin karşılığı olanı almıyorlar elimizden… medyasıyla, sanatçı bozmalarıyla, siyasetçileriyle, yarattıkları ve inandırdıkları saygın tiplerle düşüncelerimizi, duygularımızı, olmak istediğimiz ve olabileceğimiz insanı da ç-alıyorlar… bizi biz olmaktan çıkaran bu örgütlü çete sonra dönüp bizi bize lanetletiyor… tembel, başarısız, beceriksiz, hayalperest…
bizim için kurdukları ve adına özgürlük dedikleri bu hapishanede birbirimizin gardiyanı olmamızı istiyorlar. konuşmak yasak, şarkı- türkü söylemek yasak, sevişmek yasak, dinlenmek yasak, geceler yasak, sokaklar yasak… istiyorlar ki bize çizdikleri sınırları zorlamayalım, başka bir yaşamı/ dünyayı merak bile etmeyelim, gördüklerimizi sorgulamayalım, mesela ‘neden açız’ diye sormayalım… sorsak; ‘neden böyle bu işler? hepsi bizim iyiliğimiz için, içinde biz olmayan bizim için…
hiç anlamadığınız, anlamamak için insanüstü çaba harcadığınız insanların sizi anlamasını istiyorsunuz ya; yalnızca gülüyorum… anlamak istemeyeceğinizi bilerek gülüyorum… unutmamalı; insan insanın sürgünüdür, kesin olan, insan insanda sürgündür…