Silgi önemlidir. Yapılan bir hatanın, yanlışın ya da düzeltilmesi gereken herhangi bir vakanın varlığı gibi bir kaygı varsa silgi önemlidir. Çünkü silgi, yanlışı düzeltmek kadar ortadan kaldırmaya hizmet ettiği gibi hatırlamaktan vazgeçmeye de işaret eder. Hatalarınızı silersiniz, yanlışlarınızı ortadan kaldırırsınız, hatırlamak istemediklerinizi yok sayarsınız. Bunların içinde en masumu olan amatörce bir resim çizmeye çalışırken silginin kullanılmasıdır. Silgi yoksa hiçbir şey tamamlanmaz. Amatörce bir şeyler çizmeye çalışırken silginin ve silmenin verdiği rahatlığı hissettim. Ustalık, silgiye ihtiyaç duymamakmış onu hissettim. Bugün bir şeyler karalarken silgiyi bulamadım ve hiçbir biçimde aklımda olanı çizemedim. Hissiyatla koordinasyonum ortadan kalktı ve düzeltemediğim için sürekli sayfa değiştirdim. Buraya kadar benim hiç kimseyi meşgul etmemesi gereken yaşadığım bir şey. Ancak, silmeye dair düşününce silgi bir sembol haline geldi elbette.
İktidarın Silgisi Ve ‘Liberal Sessizlik’
İktidarın elindeki en önemli silgi, hatırlanmasını istemediklerini ve yok saydıklarına dair kullanmakta olduğudur. Bu bağlamda birçok olay, durum ve ifade örneği verilebilir. Ancak burada önemli olan farklı bağlamlarda da olsa iktidarın toplumsal hafızadan silmeye çalıştıklarıdır. Burada kullanılan silgi duruma ve olaya göre değişmektedir ancak ellerinde kalan ve kullanılan silgi, siyasal İslam, milliyetçilik ve buralardan türetilen hamasettir. Elde kalan diyorum çünkü iktidarın ilk başta kullandıkları “liberal” söylemle ikna olan “yetmez ama evet”çiler bugün hepsi olmasa bile bir nedamet içerisinde. Bu durumu kendilerinin toplu olarak nasıl değerlendirdiğine dair net bir ifade yok. Ancak “yetmez ama evet”çilerin iktidara verdikleri desteklerinden çok daha fazla kritik olan en geniş haliyle sol muhalefete verdikleri zarardır. Dürüstlüğün zamanı yoktur, bir iki kişi dışında (örneğin Haydar Ergülen), hala bu konuda sessiz kalıp diğer taraftan muhalifliğe soyunanları izlemeye başladık.
İktidar Dünü Hoyratça Siliyor!
Biz bu işin ustasıyız diyerek iktidara gelen AKP, bir zaman sonra silgisini çıkardı hoyratça ve ustalıkla kullanmaya başladı. Hoyratça ve ustalıkla; çünkü silgiyi nasıl kullanacağını uzun yıllar iktidar ortağı olan Gülen cemaatinden öğrendi. Malum, iktidar ortaklıkları bıçak sırtıdır, kimin ne zaman ne tarafa düşeceği pek kestirilemez. Cemaatin darbe girişimi de kestirilemedi hem iktidar hem toplum tarafından. O gece hangi dinamikler devreye girdi, nasıl işledi hala gerçek anlamıyla açık değil. Malum sonuçtan sonra ilk etapta cemaatin tasfiyesi başladı ve “silgi”, olduğu haliyle AKP’nin elinde kaldı. Silginin hoyratça ve ustalıkla kullanılmasından ustalık düştü, geriye sadece beceriksiz bir hoyratlık kaldı. Darbe girişiminden sonra yaşanan süreçte cemaatin “nitelikli” elemanlarının tasfiyesiyle, silgi istediği halde kötülüğü nasıl yapacağını bile bilmeyen bir kadronun elinde kaldı.
Ustalık ortadan kalkınca iktidarın beceriksizce tasarrufları önceden iktidar koalisyonunu destekleyen, örneğin “yetmez ama evet”çiler gibi tarafların yeniden pozisyon almasını gündemlerine getirdi: Ne yapacaklardı?
Liberaller Bu Defa Pozisyon Alamadı
Sanırım önce biz neye nasıl karşı çıkmıştık diye düşündüler. “Ceberrut devlet” akıllarına gelmiş olmalı. Bu şartlarda karşılaştıkları manzara hiç yabancı gelmemişti. Elbette bu noktaya gelinmesi ciddi bir zaman aldı. Ancak “beceriksiz hoyratlığın” sonu yoktu ve artık hızla pozisyon almaları gerekiyordu. Pozisyon almalarını geciktiren tarihsellikten yoksun bir perspektife sahip olmalarıydı. Çünkü tarihsellik yaşananlara zaman/mekân bağlamında bütünsel bir perspektiften bakmayı gerektirir. Böyle bir yoksunluk nedeniyle kendi içlerinde ufak tefek kıpırdanmalar dışında uzun süre pozisyonlarını ortaklaştırıp, netleştiremediler. Elbette bu cenahın heterojen yapısı ortak bir tavra imkân vermemektedir. Bu yazıda konu edilen genel olarak, sol, sosyalist ve sosyal demokrat kökenli olanlardır. Zira, “yetmez ama evet” koalisyonu dendiğinde bunlara ek olarak, bilinen faşistlerden, AKP sermayesinin temsilcilerine, bugün iktidarda görev alanlara kadar genişleyen bir kesimin temsilcilerinin yer aldığı bir durum söz konusu. Ancak bu sonuncular açısından AKP’nin bugün geldiği yerin bir sorun oluşturmadığını belirtmek gerek.
AKP Artık Meşruiyet Aramıyor
AKP/MHP ittifakının önce tek tek kişilerle başlayan sistematik saldırısı süreç içinde muhalif kurumları da kapsayacak şekilde mantıki sonuçlarına ulaştırılmaya başlandı. Burada kurumlara dair bir ayırıma işaret etmek gerekmektedir. AKP’nin iktidara geldiği süreçte devletin mimari yapısını dönüştürmeye yönelik tasarrufları esas olarak iki referans tarafından beslenmektedir. Birincisi, 1980 darbesiyle başlayan, neoliberal referanslarla hayata geçirilen bir dönüşüm projesi, ikincisi esas olarak geleneksel muhafazakârlıkla siyasal İslami yine neoliberal bir zeminde harmanlayan, Demokrat Parti döneminde şekillenmeye başlamış ve AKP ile büyük ölçüde mantıki sonuçlarına ulaştırılan bir proje. Her iki referansın sağladığı olanakları ustalıkla ve hoyratça kullanan iktidar bloğu, bugün gelinen aşamada herhangi bir meşruiyet arayışından vazgeçmiş, kendi varoluşunu asli referans olarak kabul edip bir güç zehirlenmesiyle davranmaya başlamıştır. Bu durum “derin devlet” olarak tanımlanan yapının MHP aracılığıyla genel olarak AKP özel olarak da Recep Tayyip Erdoğan’ın denetlemesinin zemininin yaratılmasına da hizmet etmiştir, etmektedir. Diğer taraftan bir tarikat koalisyonu olarak kurulan AKP’nin uzun iktidar yıllarının geldiği noktada, bir süredir kendi içlerinde bir iktidar mücadelesi yaşanmaya başladığına dair emareler de belirgin hale gelmeye başlamıştır.
İktidarın Gündeminin Dışına Çıkmalı
Bu süreç ve şartlarda en geniş haliyle muhalefetin tavrı ne olmuştur ve ne olmalıdır? Bu kritik bir sorudur. En basit haliyle söylemek gerekirse; Bir bütün olarak muhalefet, bu süreçte kendini pratik anlamda iktidar olmaya dönük bir perspektifle var edememiş, kendi içinde konsolide olamamış ve eleştiri dışında siyasal denkleme katılamamıştır. Eleştirel düzeyde itiraz ettiği her şey bir bir hayata geçmiştir ve geçmektedir. Buradaki zafiyetin en önemli nedeni muhalefetin kendi gündemini belirleyemiyor olmasıdır. Dolayısıyla iktidarın biçimlendirdiği alan ve gündem, muhalefetin pratiğini belirler hale gelmektedir. Pratik süreçler açısından bakıldığında iyice kendi içine gömülmüş bir sosyalist muhalefet söz konusu. Bu durumu besleyen önemli ölçüde internetin sağladığı olanaklar diye düşünebiliriz; ancak iyi bir his olmadığını teslim etmemiz lazım.
Denkleme Dahil Olmak İçin Dışa Dönmeli
Elbette bu süreçte fiilen çabalayanların emeklerine sağlık. Ancak, meseleyi klavye üzerinden anlatmaya/anlamaya çalışan geniş bir kitle var, ki bunun da bir yer ve işlevinin olduğunu teslim etmek gerek. Diğer taraftan sanal alem dışındaki mecralarda var olmak da o kadar kolay değil. Elbette var olan insanların çabaları mevcut. Ancak, genel olarak sosyalistler mevcut siyasal denklemin içinde olamadıkları ölçüde kendi içlerine dönmek durumunda kalmışlardır ve durumun duygusal tatmini gayet insani. Çünkü o mecra bir tür dev aynası işlevi de görmektedir. Bu vurgudaki amaç, sosyalistlere yüklenmek değil elbette, sadece bir durum tespiti yapmaya çalışmak. Elbette bir durum tespiti yapılıyorsa bu duruma dair çözümleri de tartışmak gerekmektedir.
Sosyalist Muhafeletin Dili
Genel olarak sosyalistleri toplum nezdinde neredeyse görünmez kılan nedenler içinde en kritik olanı konjonktürden bağımsız olarak kullanılan dildir. Kullanılan dilin, sarf edilen kelimenin muhatabına ulaşması, güçle ilgili bir meseledir. Toplum nezdinde ne kadar güçlü algılanıyorsan sözünün ağırlığı da artacaktır. En yakın örnek 1980 darbesi öncesi sosyalist muhalefetin kullandığı dilin çok geniş kitleler nezdinde karşılık bulmuş olmasıdır. Ancak darbeyle beraber ortaya çıkan manzara; gücün devlet lehine el değiştirmesi, bilindiği üzere sosyalistler açısından bir hayal kırıklığı olarak yaşanmıştır.
Topluma Ulaşmanın Yolları Tıkalı
Bu anlamda, inancın güçlülüğüyle gerçek gücü bir diğerinden ayırmak önem kazanmaktadır. 1980 öncesindeki güçlü ruh haliyle sosyalist politika yapmanın koşulları uzun süredir yoktur ve bu dil ile topluma ulaşmanın bütün yolları tıkalıdır. Çünkü dil, tarihsel bir niteliğe sahiptir. Karşılığı olmayan bir zamanda kullanılması karşılıksız kalması anlamına gelecektir. Dolayısıyla, sosyalist hareketlerin toplumsal karşılık anlamında kendilerini tartmaları ve sonuçlarına göre bir dil oluşturmaları önem kazanmaktadır. Bu yönde çabalar elbette var, ancak gücü devşirme aşamasında olmadığı da açık. Bu anlamda, sosyalistlerin kadro örgütlenmelerine dair kullandıkları dille toplumsal örgütlenmeye dönük kullandıkları dili ayrıştırmaları gerekmektedir. Kullanılan dil ile bağlı olarak bir diğer mesele teorik siyaseti ve dilini sadeleştirmektir.
*Prof. Dr. Marmara Üniversitesi, İktisat Fakültesi, İktisat Bölümü (E.).