Pazartesi, Aralık 30, 2024
spot_img

İktidarın Seçim Halkın Geçim Krizi

Ekonomisi büyüyen Türkiye’de yoksullukla yolsuzluğun eş zamanlı olarak artığını, iktidarın bir varlık/varoluş krizi, halkın ise geçim krizi yaşadığı gerçeğini görünür kılmak devrimcilerin, sosyalistlerin, emekten yana olanların mücadelesiyle mümkündür.

Eylül ayına doğalgaz ve elektriğe yapılan zamlarla girdik. İktidar meskenlerde elektrik ve doğalgaza %20, sanayide kullanılan elektriğe %50, sanayide kullanılan doğalgaza %50,8, elektrik üretiminde kullanılan doğalgaza%49,5 zam yaptı. TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası yapılan son zamla 4 kişilik bir ailenin asgari 230 kWh (kilowatt saat) tüketim üzerinden aylık elektrik faturasının 399 TL’ye çıktığını açıkladı. Böylece bu yıl içinde elektriğe gelen zam birinci kademe tüketim için %94,5’e ikinci kademe tüketim ise %200’e ulaşmış oldu. Doğalgazda ise son zamla birlikte 2022 yılında  %164 zam yapılmış oldu.

İktidar nisan- haziran dönemini kapsayan ikinci çeyrekte %7,6 büyüme açıkladı. Her zaman olduğu gibi ihracat, turizm vb. gelirle ilgili verileri açıklayarak bunu propagandaya dönüştürüyor. Oysa açıklaran büyümenin nasıl bölüşüldüğü, ihracat karşısında ithalatın durumu, dış ticaret açığı, TL’nin diğer para birimleri karşısındaki durumu gibi yaşamsal verileri gizlemek için ekonominin bir yanını gösteriyorlar. Birçok iktisatçının son dönemde sıklıkla vurguladığı gibi ‘yoksullaştıran büyüme’ ile karşı karşıyayız. Ekonomi büyürken halk küçülüyor. DİSK- AR emeğin büyümeden aldığı payın düştüğünü, son 20 yılın en düşük seviyesinde olduğunu açıkladı. Aynı çalışmada son iki yılda emeğin payının %36,8’den %25,4’e düştüğü belirtiliyor. TÜRK İŞ ise asgari ücretin yeniden yoksulluk sınırının altına düştüğünü açıkladı.

Yapılan araştırmalar da bu gerçeği gösteriyor. Türk halkının %37’si geçinemediğini, %33’ü geçinmekte zorluk çektiğini belirtiyor. Buna karşılık rahat geçindiğini belirtenler %3, idare ettiğini söyleyenler ise %7’dir. Geri kalan %20 ise ay sonunu ancak çıkardığını belirtmektedir. Birleşmiş Milletler Gıda Programı ise yayınladığı açlık haritasında Türkiye’de 15 milyon insanın açlık çektiğini, yalnızca 2022 mart, nisan ve mayıs aylarında açlık çekenlerin sayısının 410 bin kişi artığını açıkladı.

Ekonomi politikaları sonucu halkın yoksullaşmasını ve tüketim mallarına ve hizmetlere yapılan zamları Türkiye karşıtı dış güçler ile stokçulara, Türkiye gemisinde delik açmaya çalışanlara bağlayan iktidar sorumluluk almadığı gibi ortaya çıkan durumu bir saldırı olarak sunarak iktidarın politikalarını bir savunma ve savaş olarak sunmaktadır. Daha doğrusu halkın geçim krizinin seçimlerde belirleyici olacağını iktidar da görüyor. İktidar bileşenlerinin oy desteğinin %40’ın altında olması ve bu erimenin yavaş da olsa süreceğinin görülmesi Saray/AKP/MHP iktidarının seçim krizi yaşamasına yol açıyor. AKP’nin MKYK toplantısında Tayyip Erdoğan’ın ‘ince eleyip sık dokuyacağız’, aday belirlenmesiyle ilgili ‘dikkatli olacağız’ gibi uyarılarda bulunması bunun göstergesidir. Aynı toplantıda 2023 ocak ayında ücretlere yeterli oranda zam yapılacağı, ilerleyen aylarda da enflasyondaki düşüşün gerçekleşeceğini söyledi Tayyip Erdoğan.

Fakat henüz raflara yansımayan Üretici Fiyatları (ÜFE) oranı ve doğalgaz ile elektriğe yapılan son zammın enflasyona etkisi bile enflasyonun düşmeyeceğini göstermektedir. İktidar seçimlere kadar zorlama yollarla enflasyonun yükseliş hızını düşürebilir veya TÜİK’in masa başı hesaplarla gerçekleşen enflasyonu daha da düşük göstermesi yoluna gidebilir. Bağımsız kişi ve kurumların enflasyon verileriyle TÜİK arasında iki kat fark olduğu dikkate alınırsa iktidarın yapabileceği tek şey algı yaratmak ve zor kullanmaktır.

Her ne kadar şu an gündeme getirilmiyor olsa da iktidar sorumluluğu dış güçlere ve muhalefete yıkma söylemine bir kitle desteği bulabilirse veya seçimlere kadar idare edemeyeceğine emin olursa bir ekonomik OHAL kararı alarak yalnızca geçim/ekonomi kaynaklı toplumsal muhalefet eylemlerini değil, tüm ekonomik faaliyetleri tümüyle kontrol altına almayı düşünebilir. Sermaye kontrolü sayılabilecek çok sayıda kararı alan iktidarın işçi grevlerini erteleme sıklığı, emekçi eylemlerine yaklaşımı, üretim alanlarında ve ekonomi yönetimindeki rantçı/yandaş uygulamalardaki ısrarı da dikkate alınırsa iktidarın bir ekonomik OHAL ilan etmesi sürpriz sayılmamalı, bu olasılığa hazırlıklı olunmalıdır. Son olarak Yunanistan’a yönelik ‘Bir gece ansızın gelebiliriz’ açıklamasını, 90’lı yıllarda türban üzerinden yaşanan tartışma gerilimleri yeniden anımsatması iktidarın ‘kadim’ düşmanlıklar ve korkular üzerinden bir seçim propagandası, politik gündemi bunlar üzerinden yürüteceğini gösteriyor.

İktidarın %7,6 büyüme rakamı açıkladığı 2022 yılının ikinci çeyreğinde 410 bin kişi açlık çekenler arasına katılmış. Daha önceki değerlendirmelerimizde belirttiğimiz devletten sosyal yardım alanların sayısı ile açıklanan bu verilerin birbirini destekler nitelikte olduğu görülüyor. O zaman devrimciler, sosyalistler, emekten yana olanlar olarak kimler büyüyor sorusunu sorarken, bu soruyu tüm ücretlilerin, emeğiyle geçinenlerin ve işsizlerin de sormasını sağlayacak yöntem ve araçlar bulmalıyız. Saray/AKP/MHP iktidarının büyüme rakamları üzerinden toplumu yönlendirme ve manüple etmesini engellemek, ekonomik büyümeye karşın geçim krizi yaşayan toplumun örgütlenerek, emek mücadelesine dahil olmasını sağlayacak politikaları üretmek hepimizin ortak sorumluluğudur.

Kısacası biz varlık içinde yokluk içinde yokluk çekerken Gürcistan, Azerbaycan, Yunanistan, Bulgaristan, İran vatandaşları günlük alışverişlerini, ihtiyaçlarını almak için Türkiye’ye geliyorlar. Bu ülkelerden sınırdaki en yakın Türk illerine turlar düzenlendiği, gelenlerin de kayıtlarda turist olarak gösterildiğini belirtelim. Gerçekte pazar alışverişi için gelen bu insanların bıraktığı döviz kadar, turist olarak gösterilmesi de yıllık turist sayısı açısından iktidarın propaganda aracı oluyor.

Görünür kılınması gereken şey, Türkiye halkları, emekçileri olarak biz neden ürettiğimizi alamıyoruz sorusudur. Dünyanın en büyük 21. ekonomisi olmakla övünenlere, bunun propagandasını yapanlara; ekonomik olarak bizden çok daha küçük ülke yurttaşlarının günlük alış veriş için veya turist olarak ülkemize gelebilirlerken biz neden kendi ülkemizde insanca yaşayacak ücrete ve koşullara sahip değiliz diye sormalıyız. Biz kimler için, ne için çalışıyoruz.

İKTİDAR ve SİSTEM DÖKÜLÜYOR

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı SPK’daki rüşvet iddiaları üzerine soruşturma başlattığını duyururken, rüşvet iddialarının tarafları durumundaki kişi ve kurumlarda birbirlerine karşı dava açma yoluna gittiler. Bu arada iddialarda adı geçen Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Kurulu üyesi  ve AKP MKYK üyesi Korkmaz Karaca görevlerinden istifa etti. Daha öncesinde Sezgin Baran Korkmaz’la ilişkileri de ortaya çıkan Korkmaz Karaca’nın ‘affını istemek’ biçimindeki geleneği bozarak istifa etmesi iktidar içindeki gelenekten AKP’li ve sonradan AKP’li biçimindeki yaklaşımları açığa çıkarması açısından da önemli bir işaret olarak görülebilir; çünkü sonradan AKP’li olan Korkmaz Karaca’ya iktidar sahip çıkmayarak gözden çıkarmış ve kendisine propaganda alanı da açmıştır.

Benzer biçimde AKP Milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu’nun boşanma aşamasındaki eşi Ünsal Ban hakkında ev hapsi kararı verilirken, savcılığın itirazı üzerine yeniden tutuklandı.  Türk Hava Kurumu da 2011- 2015 yılları THK Üniversitesi rektörlüğü yapan Ünsal Ban’ın üniversiteyi zarara uğrattığı gerekçesiyle malvarlığına tedbir koydurdu. Ünsal Ban’ın ifşa olan ses kayıtlarından birinde ‘siyasal islamcılar böyle’ gibi ifadeler kullandığı da dikkate alınırsa Saray/AKP/MHP iktidarı gelenekten, çekirdek kadrodan olmayanları kurban vererek bu dönemi atlatma yoluna gidecek gibi görünüyor. Rüşvet iddialarında adı geçen Serkan Taranoğlu ise görevden alındı. Bunlarla ilgili hem savcılığın hem de SPK’nun soruşturma, inceleme haberleriyle ilgili bir tutarsızlığı da belirtmek gerekiyor. Şu ana kadar adları rüşvet iddialarına karışanlarla ilgili olarak bir kişi dışında herhangi bir görevden alma, ifadeye çağırma, ilgili kurumlarda ve kişilerin ev ve işyerlerinde bir arama haberi duymadık. Tek gözaltı AKP milletvekili Zehra Taşkesenlioğlu’nun boşanma aşamasındaki eşi Ünsal Ban’dır, o da eşinin şikayeti üzerinedir. Dolayısıyla Saray’daki görevinden istifa eden ve görevden alınan danışmanların durumu gibi iktidar kendine yönelik rüşvet, yolsuzluk suçlamalarına karşı basit bir soruşturma hamlesiyle yanıt vererek imajını düzeltmeye yöneliyor. Oysa hem istifa hem de görevden alma kararları iddiaların doğru olduğunu ve basit bir soruşturmayla geçiştirilemeyecek kadar büyük olduğunu düşündürmektedir.

Tüm gelişmeler birlikte düşünüldüğünde suç örgütü lideri Sedat Peker’in ifşalarına bağımlı bir yolsuzluk ve rüşvetle mücadele yaklaşımı ve beklentisi kadar, ortaya çıkan bilgi, haber ve belgelerin takipçisi olacak bir toplumsal, siyasal muhalefetin eksikliğini de görmemiz gerekiyor. Bu muhalefetin yokluğu nedeniyle iktidar en somut rüşvet, yolsuzluk durumlarında bile sorumluları korumayı sürdürdüğü gibi ilişkilerini de devam ettirmekte sakınca görmüyor. En kötüsü de iktidardan, ifşalarda adı geçenlerden istifa, açıklama ve utanma beklenmesi, yargının harekete geçmesi beklentisidir ki bu beklentinin süresi uzadıkça artık toplum olarak yolsuzluğa, rüşvete alışıyor, bu çürümeyi kanıksıyoruz. Toplumun buna alışması, bu çürüme ve yozlaşmayı kanıksaması gelecek dönemler açısından da bir sorun olarak görülmelidir.

Bu kapsamda yoksulluk ile yolsuzluk, adalet ile yolsuzluk, özgürlük ile yolsuzluk, iktidar ile yolsuzluk bağlantılarını da kurarak iktidarın niteliğine bakmaksızın sermayeden yana olduğunu, sürekli olarak uzatılan Varlık Barışı uygulamasının bile bunu gösterdiğini anlatmak gerekiyor. Bu bağlantıları kurmadan yolsuzluktan ve yoksulluktan söz etmenin kitlelerin bilincinde (en azından kısa dönemde) bir değişikliğe yol açmayacağını görmek gerekiyor. Ekonomisi büyüyen Türkiye’de yoksullukla yolsuzluğun eş zamanlı olarak artığını, iktidarın bir varlık/ varoluş krizi, halkın ise geçim krizi yaşadığı gerçeğini görünür kılmak devrimcilerin, sosyalistlerin, emekten yana olanların mücadelesiyle mümkündür. Gelinen aşamada yalnızca Saray/AKP/MHP iktidarı değil bir bütün olarak tüm sistemin çürüdüğünü, döküldüğünü söylemek mümkündür. Bu nedenle seçimler için kurulan ittifakların seçimlerden sonra da sürmesi ve fiili, meşru mücadeleyi amaçlaması önemlidir ve ittifaklara da, mücadeleye de, kitlelerle kurulacak ilişkilere de bu gerçeklik üzerinden bakarak bir mukavemet hatına dönüştürülmesi bugünden düşünülmelidir.

ŞİDDET, TACİZ, YASAK, SANSÜR

1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla birçok kente kutlamalar yapıldı. Van’daki kutlamalarda polis kitleye müdahale ederken haber takibi yapan gazetecileri tehdit ve darp ederek gözaltına alıp bazı gazetecilerin kameralarını kırdı. İstanbul’da ise Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri’nin düzenlediği kutlamada 100 dolayında kişi şiddet uygulanarak gözaltına alınırken bir kadın gazetecisi ise polis tarafından fiziki olarak taciz edildi. İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı önünde açıklama yapan barış anneleri de şiddet kullanılarak gözaltına alındı.

Yeni adli yılının açılışında konuşan Tayyip Erdoğan ‘Birileri, maalesef, ülkemizin adalet sistemini nerelerle bağlantılı oldukları az çok tahmin edilen suç çetelerinin kirli oyunlarına…” diye başladığı cümlesini ‘herkes mücadelesini hukuk ve en önemlisi ahlak çerçevesinde verecek’ diyerek bitirdi. Aynı konuşma içerisinde ‘AİHM kararlarında adil değildir’ diyerek örtük biçimde doğu- batı, Hristiyan- Müslüman vb. ayrımı yapıldığını iddia ederek ulusal ve uluslararası yargıya bakışını bir kez daha göstermiş oldu. Aynı Tayyip Erdoğan’ın muhalefet ‘5’li çetenin sözleşmelerini iptal edeceğiz’ dediğinde ‘uluslararası tahkim var’ diyerek yargıyı işaret ettiğini de not düşmemiz gerekiyor.

Adli yıl açılışında taraflardan biri olarak Barolar Birliği Erinç Sağkan’ın konuşması sırasında yayın sağlayıcı tarafından yayının kesilmesi sansürün boyutunu göstermektedir. Devletin en üst kademesinden muhalefete, yargı kurumlarından barolara kadar çok sayıda katılımcının olduğu adli yıl açılışındaki bu sansür iktidarın hiçbir biçimde eleştiriye, muhalif seslerin duyulmasına tahammülü olmadığını bir kez daha gösterdi. Bu kapsamda Evrensel Gazetesi başta olmak üzere muhalif gazete ve tv’lere yönelik cezaları, ilan yasaklarını, tutuklamaları ayrıca belirtmekte yarar vardır.

Geçtiğimiz hafta HDP Milletvekili Semra Güzel’in gözaltına alınma görüntüleri servis edildi. Ters kelepçe ile, başı öne eğilerek gözaltına alınan Semra Güzel’in görüntüleri 1993 yılında Demokrasi Partisi (DEP) milletvekillerinin gözaltına alınmalarıyla benzerlikler göstermektedir. 2014 yılında çözüm süreci görüşmeleri sırasında çekilen bir fotoğraf nedeniyle dokunulmazlığı kaldırılan Semra Güzel’in tutuklanma talebiyle gözaltına alınması HDP’ye yönelik kapatma davasının ve seçimlerde HDP’yi ve seçmenlerini etkisiz kılma politikalarının bir parçasıdır. Bununla birlikte her fırsatta milli irade, Meclis’in üstünlüğü vb. söylemleri ağzından düşürmeyen iktidarın ve sözcülerinin milli iradeden, Meclis’in üstünlüğünden, demokrasiden ne aldıklarının da göstergesidir.

30 Ağustos’ta Özel Sektör Öğretmenler Sendikası’nın taban maaş başta olmak üzere ekonomik, sosyal, demokratik talepleri için Ankara’da yaptıkları eyleme yönelik polis şiddeti ve gözaltılar yetmemiş olacak ki Tayyip Erdoğan eyleme katılanları çapulcu olarak niteledi. Gezi direnişinden bu yana hakları, özgürlükleri, iktidardan talepleri için sokağa çıkanlara yönelik olarak kullanılan ötekileştirici dil ve yaklaşımın seçim sürecinde de süreceğini gösteriyor. Saray/AKP/MHP iktidarının ‘ahlaksız’ gördüğü eylemleri de böylece anlamış oluyoruz. Ücret artışı, iş güvencesi, eşit işe eşit ücret talepleri bile ahlaksız eylem olarak sunularak herkesin var olan halini kabul etmesi, bu koşullara boyun eğmesi istenmektedir.

Son olarak İlkay Akkaya’nın konserini yasaklayan iktidar en ilginç ve yüzünü açığa vuran yasağı Nilüfer Müzik Festivali için getirdi. Festivalde alkol satış yasağı ile birlikte konaklama yasağı da getirildi. Kaymakamlık festival süresince saat belirtmeksizin alkol satışını yasaklarken, gece 01:00’dan sonrası için de müzik yasağı olduğunu hatırlatmış. Yaşam biçimlerine yönelik müdahale ile yetinmeyen iktidar insanların bir kentten bir kente gederek konaklamasına, bir festivalde nasıl ve hangi saatlerde eğlenebileceğine kadar müdahale alanını genişletiyor.

Saray/AKP/MHP iktidarı devlet gücünü de kullanarak yaşamın her alanında özgürlüklerimizi ortadan kaldırmaya, ekonomik, demokratik, sosyal, siyasal taleplerimizi şiddetle bastırmaya ve kurmak istediği rejimin ipuçlarını fiili uygulamalarıyla göstermektedir. Bize insanca yaşayacak ücreti, kendimizi birey ve toplum olarak var edebileceğimiz sosyal, siyasal ortamı çok gören iktidar karşısında yurttaş değil kul olan bir toplum düzeni inşa etmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla devrimcilerin, sosyalistlerin, emekten yana olanların, yaşam savunucularının ortak mukavemetini yaratmak aynı zamanda iktidarın yaratmaya ve büyütmeye çalıştığı gerginlik, ayrımcılık, çatışmayı öne çıkaran politikalarına bir yanıt olacaktır.

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi