Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

İktidarın Ohal Aşkı

Saray/ AKP/ MHP iktidarı ekonomik suçlarda, sermayenin desteklenmesi konusunda net bir tavır gösteriyor… İktidara karşı tüm ezilenlerin, öteki ilan edilenlerin ortak mukavemeti bugünden daha çok yarınlara karşı görevimiz ve borcumuzdur.

“Saray/ AKP/ MHP iktidarı baskı, şiddet, yok sayma politikalarını kurumsallaştırma yönünde bir adım daha atarak OHAL düzenlemelerini içeren bir kanun teklifini Meclis’e gönderdi.” 12.7.2021 tarihli yazımızda belirttiğimiz bu kanun teklifi yasalaştı. Gözaltı süresini 12 güne kadar çıkaran, Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu’na kayyım atama yetkisi tanıyan, kamudan ihraçların devamını sağlayan bu düzenlemenin gözaltı ve ihraçlarla ilgili kısmı 1 yıl, kayyım atama hükmü 3 yıl uzatılmış oldu.

Bu düzenleme içinde yetki belgesi almadan tütün ticareti yapanlara yönelik cezalarının 01.01.2022’de yürürlüğe girmesi, karşılıksız çek düzenleme suçundan 30.04.2021 tarihi itibariyle mahkum olanların ödenmemiş çek bedellerinin %10’unu 30.06.2022’ye kadar ve diğer taksitleri 15 eşit taksitte ödemeleri halinde cezanın tüm sonuçlarıyla ortadan kalkması, sermayeye asgari ücret desteğinin sürdürülmesi ve bu desteğin İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanması gibi uygulamalar da geçmiş oldu. Saray/ AKP/ MHP iktidarı ekonomik suçlarda, sermayenin desteklenmesi konusunda net bir tavır gösteriyor. Bununla birlikte özellikle Adıyaman’da tütün üreticilerinin etkili eylemleri ve oy tercihlerini değiştirebilecekleri kaygısı, karşılıksız çeklerle ilgili yasal işlemler nedeniyle önemli bir kısmı iktidar seçmeni olan küçük esnaf ve KOBİ’lerin olası tepkilerini önlemeye çalışıyor.

Saray/ AKP/ MHP iktidarı bundan önce de icra ve takiplerini 180 güne çıkarmıştı. Geçtiğimiz yıl mayıs, haziran aylarında dağıtılan ucuz kredileri kullanan (daha doğrusu teşvik edilen) yurttaşlar ekonomik kriz ve korona salgının etkileri edeniyle ödeme zorluğuna düşmüştü. 2018 yılından bu yana yoksullaşmaya ve geçim sıkıntısına düşen halk kredilerle ihtiyaçlarını karşılayabilir durumdadır. İhtiyaç kredilerinin üç yıl içinde 213 milyar Tl’den 413 milyar Tl’ye çıkması, aynı dönemdi kredi kartı borçlarının 94 milyar Tl’den 164 milyar Tl’ye yükselmesi, iktidarın tüm öteleme kararlarına, vadesi gelen ve takibe düşen kredileri yüzdürmeleri için bankalara uyguladığı baskılara rağmen 24 milyona ulaşan icra dosyaları iktidarın yumuşak karnı durumundadır.

İktidar ekonomik krizi aşamayacağının bilincindedir. Bu nedenle algı yaratarak, dış politik hamlelerle iç siyaseti düzenlemeye çalışarak, her türlü hak arama/ savunma eylemini terörize ederek, muhalif tüm partileri din ve milliyetçilik üzerinden ötekileştirerek, devletin tüm kurum ve araçlarını toplumu ve muhalefeti baskı altına almak için kullanarak 2023’e (veya bir erken baskın seçime) kadar durumu idare etmeye çalışmaktadır. OHAL’in uzatılmasını da bu kapsamda değerlendirmek gerekmektedir.

AŞAĞIYA BAKMAYACAĞIZ

Kayyım rektör atanması sonucu özgür, bilimsel, laik üniversite talebiyle direnen Boğaziçi Üniversitesi’nin 6 ayı geçen bu direnişi sonucu kayyım rektör görevden alınarak yerine vekaleten atama yapıldı. Vekil rektör Naci İnci’nin ilk icraatı da üniversitenin direnişini de görünür kılan hocalardan Can Candan’ın görevine son vermek oldu.

Bunun ip ucunu da Yeni Akit’in Yazı İşleri Müdürü Ali Karahasanoğlu “Erdoğan not etti; Melih Bulu’yu protesto eden öğretim üyelerinin sonları, 28 Şubat darbecileri ve Balyoz davası sanıkları gibi olacak” diyerek verdi. İktidarın önemli yayın organlarından birinin yazı işleri müdürünün bu açıklaması önümüzdeki günlerde de görevden almaların ve baskıların devam edeceğini göstermektedir. Özellikle 28 Şubat ve Balyoz benzetmeleri iktidara yönelik her meşru hatta ‘yasal’ direnişin darbecilik olarak görüldüğünü bir kez daha yinelemiş oluyor.

Özgür, demokratik, bilimsel ve laik eğitimin savunulması yalnızca Boğaziçi Üniversitesi’nin sorunu ve talebi değildir. Ülkemizdeki tüm üniversitelerin öğrencileri, öğretim üyeleri vd.  çalışanlarıyla ortak talebi olmalıdır. Saray/ AKP/ MHP iktidarının her talebi, her olayı iç siyaseti dizayn etme aracına dönüştürdüğü ve ötekileştirmeyi seçtiği koşullarda tüm muhalefet bileşenlerinin “aşağıya bakmayacağız” diyerek Boğaziçi Üniversitesi’nin direnişine sahip çıkmalıdır. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası getirilen OHAL düzenlemeleriyle üniversitelerin rektör seçimlerinin kaldırıldığını anımsatmak ve üniversiteler açısından asıl darbenin rektör seçimlerini yaptırmamak olduğu ısrarla vurgulanmalıdır.

GEZİ DAVASI VE ÇARŞI

01.02.2021 tarihli değerlendirmemizde; “Tüm bunlarla birlikte Gezi Direnişi davasının bozulması (ilk amacı Osman Kavala’yı serbest bırakmamak), iktidarın gerek duyması durumunda (MHP ve Vatan Partisi’nin ısrarını kıramazsa) HDP’nin kapatılmasına kadar sonuçları olabilecek Kobani davasına HDP yöneticilerinin (ve Selahattin Demirtaş’ın serbest bırakmamak için) eklenmesi yargının iktidarın siyasi taleplerine göre hareket edeceğini göstermesi açısından önemlidir.” yazmıştık.

Geçtiğimiz hafta Beşiktaş Spor Kulübü Çarşı Grubu’nun Gezi Direnişi sırasındaki eylemleri nedeniyle yargılandığı ve beraat ettiği dava bozuldu. Savcılığın talebi doğrultusunda Çarşı Grubu yeniden yargılanacak. Bu arada kamuoyuna yansıyan haberlere göre yargı (iktidar) Çarşı Grubu davasıyla Gezi Davasını birleştirmenin yollarını arayacak. Görünen o ki iktidar ve yargısı toplumsal muhalefetin en önemli direnişlerinden olan Gezi Direnişi üzerinden bir gözdağıyla birlikte bir cezalandırmayı da hesaplıyor.

Ermenek’te aylardır ödenmeyen tazminat vd. hakları için direnen maden işçilerinin davası görüldü. Soma Uyar Maden işçilerinin hakları için Ankara’ya giden ve Soma’ya dönerken yaşamını yitiren Bağımsız Maden İş Sendikası Genel Başkanı Tahir Çetin’in de yargılananlar arasında bulunduğu işçilere yöneltilen suçlama “polise karşı koymak, kamu malına (polisin kask ve kalkanlarına) zarar vermek. Saray/ AKP/ MHP iktidarı kendi hukukunu bile hiçe sayarak, Gezi ve Çarşı davalarında olduğu gibi kendi yargısının kararlarını bile bozdurarak her türlü hak talebini, hak savunusunu “suç” olarak görmektedir.

Bu hukuksuzluk ve kendi yargı kararlarını tanımama/ bozdurma noktasında kayıp silahlar tartışmasını da ciddiye almak gerekiyor. Tartışmayı yeniden gündeme getiren Sedat Peker attığı twitlerden birinde “Unutma, seçimi kaybettiğinizde tıpış tıpış gideceksiniz. Eğer aksi bir hamle yaparsanız vatan delilerinin, vatan fedailerinin, vatan serdengeçtilerinin olduğunu göreceksiniz.” yazdı.  İç savaşı da çağrıştıran bu twitin muhataplarından birinin Süleyman Soylu ve iktidar olduğunu biliyoruz. Diğer muhatap veya muhatapların yalnızca Sedat Peker ve adamları olmadığı açık. Bu aynı zamanda iktidarı almak veya sürdürmek için devlet içinde silah kullanmaya hazır yapıların olduğunun da açığa vurulmasıdır.

Bu tartışmalarda iktidarın seçimi kaybetse bile gitmeyeceği söylemleri yerine kayıp 100 binden fazla silahın nerelerde, kimlerde olduğunun ve nasıl kaybolduğunun ortaya çıkarılmasına yönelmek ve sürekli gündemde tutmak en doğru ve yerinde yaklaşım olacaktır. Devletin nasıl olup da 100 binden fazla kayıp silah konusunda habersiz ve bilgisiz olduğunu sorgulamak Saray/ AKP MHP iktidarının yasadışı veya yasal ‘milis’ yapılanmasının da açığa çıkmasını sağlayacak ve hareket alanını daraltacaktır. 15 Temmuz gecesi ve sonraki günlerde de silah dağıtımı yapıldığı, bu silahlı kişilerin iktidar yandaşları olduğu bilindiğine ve hesabı verilmediğine göre, gelecekte de bu silahların iktidar karşıtlarına karşı kullanılabileceğini düşünmemiz gerekiyor.

Dolayısıyla Boğaziçi direnişi, Gezi, Çarşı ve emekçilerin davaları, İkizdere, Kaz Dağları, Tozkoparan, İkizköy ve başka yerlerde gördüğümüz toplumsal hareketler, Nakliyat İş’in, Birleşik Metal İş’in, DGD Sen’in, Bağımsız Maden İş ‘in, PTT Sen’in, Tek Gıda İş’in, Enerji Sen’in vd. emek örgütlerinin sürdürdüğü grev ve direnişler sınıf hareketi içinde değerlendirilip ortak bir mukavemet hattının inşası yolunda düşünülmeli ve adımlar atılmalıyız. Saray/ AKP/ MHP iktidarının OHAL’ine karşı saptamalar yapmanın, doğruları söylemenin bir adım ötesine geçip birlikte mücadelenin yollarını bulmak, yaratmak zorundayız. Hiçbir muhalif partinin, örgütün, çevrenin kendi başına orta ve uzun vadeli başarı kazanmasının, bu başarı ve kazanımı korumasının olanaklı olmadığı mevcut koşullarda ortak uzlaşı noktalarımız üzerinden bakmak ve bunlar üzerinden bir araya gelmek aynı zamanda sorumluluktur.

İÇERDE DÜŞMAN DIŞARDA YOLDAŞ

İktidar Çin Komünist Partisi’nin 100. yılını kutladı. Ait oldukları siyasi gelenekler, Komünizmle Mücadele Dernekleri, Komando Kampları vb. düşünülünce iktidarın Çin Komünist Partisi’nin 100. yılını kutlaması şaşırtıcı değilse ikiyüzlülüktür. Var oluşlarını Türkiye’deki sosyalist, devrimci, demokrat ve azınlık düşmanlığı üzerinden kuran iktidar bileşenlerinin bu davranışının tek açıklaması Çin’le yapılan 3 milyar dolar tutarındaki swap (takas) anlaşması ve 20 milyar dolarlık ticaret olarak görünüyor.

Üstelik Çin’in Uygur Özerk Bölgesi’ndeki politikalarına yönelik çeşitli çevrelerde dile getirilen baskı ve şiddet dikkate alındığında İslamcı geleneğe sahip AKP ve milliyetçi MHP’nin kutlama bir yana kınama ve eleştiri yapmaları gerekir. Ekonomik kriz, uluslararası siyasette yaşanan sıkışmışlık Saray/ AKP/ MHP iktidarını Çin’e ‘yoldaş’ eyliyor. Ancak bunun uzun sürmeyeceği, özellikle Nato toplantısında alınan kararlardan birinin de Çin’i durdurmak olduğu dikkate alındığında iktidarın karşısına (ekonomik ilişkilerle birlikte) bu davranışının çıkacağını belirtmek gerekiyor.

ABD, AB ve uluslararası sermaye iktidara içerde hareket alanı tanırken, S 400’leri, Halkbank Davasını zamana bırakırken sıkıştırmayı da ihmal etmiyor. Geçtiğimiz günlerde ABD Türkiye’yi çocuk asker kullanmakla suçlayan bir rapor yayınladı. İktidarın Suriye’de desteklediği ve yönlendirdiği bazı grupların çocuk asker kullanmasına göz yumması ABD tarafından bu şekilde not edilerek ve duyurularak ilişkilerin normalleşmediği hatırlatılıyor. İlk kez bir Nato üyesi ülkenin çocuk asker kullandığının raporlara geçmesi iktidarın sıkıştırılmaya devam edileceğini gösteriyor.

Suriye’de, Libya’da, Kafkaslar’da, Balkanlar’da istediği sonuçları alamayan, Akdeniz’deki enerji politikalarından ve Mavi Vatan’dan vazgeçmek zorunda kalan Saray/ AKP/ MHP iktidarı Kurban Bayramı’nı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde karşılayacak. Tayyip Erdoğan, Meclis Başkanı Mustafa Şentop ve Devlet Bahçeli’nin birlikte Kıbrıs’a gidecek olmaları iç siyaseti de içeren bazı hamlelerin olabileceğini düşündürüyor.

İddialardan arasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti adının değiştirileceği, başkanlık sistemine geçileceği ve Türkiye’yle ekonomik ve siyasi alanlarda daha çok işbirliği, deyim yerindeyse bütünleşeceği var. Var olan fiili durumun ABD, AB tarafından da kabullenildiği dikkate alındığında bu alanda iktidarın atacağı adımların fazla sorun çıkarmayacağı düşünülüyor. Böylece yeni bir Kıbrıs Fatih’i yaratma ve iç kamuoyunu bununla oyalama, eriyen seçmen kitlesini tahkim etmek için bir araç yaratılmış olacak. CHP, İYİ Parti ve bileşenlerinin de bu konuda hizaya girecekleri, en azından ses çıkaramayacakları hesaplanıyor.

Cumhuriyetçi Türk Partisi ve Toplumcu Demokrasi Partisi’nin Tayyip Erdoğan’ın konuşma yapacağı oturuma katılmama kararı aldıklarını, Kuzey Kıbrıs eski Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın ve Kıbrıs Türk Öğretmenler Sendikası’nın da bu kararı desteklerini not düşmek gerek.

İçerde ve dışarda ekonomi başta olmak üzere tüm ilişkilerin ne pahasına olursa olsun iktidarı sürdürmek uğruna kurulduğu, ilkesiz, tutarsız, hukuksuz, meşruiyet gözetilmeden sürdürüldüğü ve yalnızca bugünlerimizi değil geleceğimizi de zora soktuğunu dikkate almalıyız. İktidarın halkın iktidarı olmaması yüzünden her geçen gün yoksullaşan, insanların birbirine düşman olmasına yol açan, komşu ülkeler başta olmak üzere uluslararası ilişkilerde genel kabul gören ‘çıkar ilişkileri’ bile kuramayan Saray/ AKP/ MHP iktidarına karşı tüm ezilenlerin, öteki ilan edilenlerin ortak mukavemeti bugünden daha çok yarınlara karşı görevimiz ve borcumuzdur.

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi