Geçtiğimiz hafta sonu Adalet Bakanı Abdülhamit Gül affını isteyerek görevden ayrılırken, Tarım Kredi Kooperatifi Genel Müdürü Fahrettin Poyraz ile TÜİK Başkanı Sait Erdal Dinçer, THY Yönetim Kurulu Başkanı İlker Aycı görevden alındılar. Özellikle Abdülhamit Gül’ün istifasının (affının) kabul edilip yerine daha önce de Adalet Bakanlığı yapmış olan Bekir Bozdağ’ın getirilmesiyle 28.1.2022 tarihli ‘Basın ve Yayın Faaliyetleri’ konulu Cumhurbaşkanlığı genelgesinin birlikte düşünülmesi gerektiği kanısındayız.
Bakanlığı dönemindeki uygulamalar ve her koşulda Saray’a bağlılığını kanıtlamış olan Bekir Bozdağ’ın yeniden Adalet Bakanlığı’na getirilmesi Saray/AKP/MHP iktidarın önümüzdeki günlerde hukukun yerine güvenlikçi politikaların öne çıkarılacağını gösteriyor. Abdülhamit Gül’ün iktidar içinde az da olsa yasalara uyulması gerektiğini dile getiren, Süleyman Soylu’nun hukuksuzluğu sıradanlaştıran açıklamalarına tepki veren çıkışları karşısında Soylu kadar MHP’nin de rahatsız olduğu biliniyordu. Dolayısıyla iktidar içindeki güç kavgasında Süleyman Soylu’nun ve MHP’nin kısmi bir başarısın olarak da görülebilir. Daha öncesinde Bülent Arınç da benzer bir çatışma yaşamış ve görevden alınmıştı. Bu durum aynı zamanda Saray ve AKP’nin Milli Görüş çizgisi ve Saadet Partisi’ni Cumhur İttifakı’na dahil etme çabasından umut kesilmesi olarak da okunabilir.
10.5.2021 tarihli, ‘Aşı-Mız Yok Genelgemiz Var’ başlıklı değerlendirmemizde yazdığımız gibi; “Görmeyin, göstermeyin anlamına gelen RTÜK başkanının açıklaması, EGM genelgesi Saray/AKP/MHP iktidarının tıkanmışlığını, tüm gücüne rağmen güçsüzlüğünü de gösteriyor. Uzun zamandır kendi gündemini belirleyemeyen, yeni bir söz söyleyemeyen, sokaktaki gerçeklikten koptukça içe kapanan, kaygılarına ve korkularına tutsak oldukça aslına; gerici ve faşist özüne dönen iktidar var karşımızda.”
Son görevden almaların ve belirttiğimiz Genelgenin yayınlanmasının arkasında gerici ve faşist öze dönmenin etkilerini görmek mümkün. Özellikle CHP’nin son dönemlerde açıkladığı yolsuzluk ve hukuksuzlukları gösteren resmi belgeleri yayınlaması, bürokratlara açık çağrılar yapması sonrası devlet içinde iktidar değişikliği sonrasını düşünen ve kendilerini kurtarmaya çalışan bürokratların varlığı da görünür duruma geldi. Bu nedenle önümüzdeki günlerde yeni görevden almaların gerçekleşmesi muhtemeldir. Hatta iddialara göre kamuoyunda beşli çete olarak bilinen iktidar yandaşı sermaye gruplarının dolaylı olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile görüşme talebinde bulunduklarını da düşününce devlet içindeki bürokrasiden, yandaş sermaye gruplarına kadar geniş bir çevrenin Erdoğan sonrasının hesaplarını yapmaya başladıkları görülüyor.
Bu iddialardan biri de, artık Saray’ın yenilgiyi gördüğü ve geçmiş dönemde iktidar kaynaklı işlenmiş suçları da kapsayan bir genel af çıkararak bu dönemde görev ve sorumluluk almış olan kişileri kurtarmanın hesaplarının yapıldığı ve Abdülhamit Gül’ün buna direndiği yönünde. 7 Aralık 2020 tarihli ‘Çember Daralırken’ ve 24.5.2021 tarihli ‘Çürüme ve Çöküş Her Alanda’ başlıklı yazılarımızda bu konuya değinmiştik. Önümüzdeki günlerde ve aylarda bunun gerçekliğinin olup olmadığını göreceğiz.
Şimdilik halk açısından çok görünür olmayan bu gelişmeler yaşanan yoksullaşma ve sokağa taşan tepkilerin gölgesinde kalmış olsa da seçim dönemi yaklaştıkça görünür olmaya ve kararsız durumdaki seçmenleri de etkisi altına alacaktır. İktidar bu gerçeği bildiği için Anayasa ve yasalara aykırı bir genelge ile RTÜK’ün yasakçı uygulamalarının önünü açtı. Söz konusu genelgede; “Medya aracılığıyla milli ve manevi değerlerimizi yıpratmaya, aile ve toplum yapımızı temelinden sarsmaya yönelik açık ve örtülü faaliyetlere karşı…” denerek iktidarın belirlediği ‘milli’ ve ‘manevi’ değerlere aykırı yayın yapan tüm medya kurumları yayın ve para cezalarıyla baskı altına alınacaktır.
İktidarın bugünü ve geleceği için her yolu denediği, deneyeceği görülüyor. Emekçilerin, yoksulların, işsizlerin, yaşam tercihleri nedeniyle dışlananların yok sayıldığı, devletin olanak ve kaynaklarının yağmaya açılmışçasına pay edildiği koşullarda yalnızca Saray/AKP/MHP iktidarına ve yandaşlarına muhalefet etmek, bunları değiştirmek yetmeyecektir. Hatta yaratılan sistemin restorasyonu anlamına gelen değişiklikler de yetmeyecektir. Emek sermaye çelişkisi üzerinden geliştirilecek ve öncelikle emekçilerin geçmiş dönem kayıplarını geri almayı, nihai olarak düzenin değiştirilmesini amaçlayan bir mukavemet hattı yaratmak zorundayız. Toplumsal muhalefetin yüzünü iktidar veya sistem içi kavga ve çatışmalar yerine devrimci, sosyalist mücadeleye dönmesini sağlayacak olan temel sorunlarda bir araya gelecek olan güçlerdir.
DERİN YOKSULLUĞA KARŞI EŞİTLİK
Daha önceki yazılarımızda ve Mukavemet TV’deki yayınlarımızda 2022 yılı için belirlenen asgari ücret ve aynı zamanda süren toplu iş sözleşmelerinde iktidarın ve sermayenin zam önerilerinin gerçekte asgari ücreti genel ücrete dönüştürme amacı taşıdığını belirtmiştik. İktidar halkın yaşadığı yoksulluğu ve yoklukları 2023, 2053, 2071 gibi tarihlere havale ederken kolluk gücü ve devletin diğer aygıtlarıyla bastırmayı ihmal etmiyor.
Üniversitelerin açılmasıyla birlikte yurt ücretleri ve kiralardaki artışa karşı ‘Barınamıyoruz’ diyerek tepkilerini dile getiren, barınma hakkını isteyen öğrencilere yönelik soruşturma ve yurttan atma, burs kesme gibi fiili cezalandırmaya dönük uygulamalar sürüyor. Son olarak İzmir’de 33 öğrenciye ‘gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefetten’ soruşturma açıldı. Geçtiğimiz hafta sonu Kadıköy’de ‘Geçinemiyoruz’ diyerek basın açıklaması yapmak isteyen kitleye karşı ‘slogan atmama’, ‘pankart açmama’ dayatmasında bulunulması en meşru ve basit hak taleplerinin bile iktidarı ürküttüğünü gösteriyor.
Gelecek günlerde/aylarda yaşayacağımız yoksulluğu, işsizliği gösteren önemli verilerden biri de Merkez Bankası’nın 2022 yılı enflasyon hedefini 11,8’den 23,2’ye çıkarmasıdır. Bu güncellemeyi Merkez Bankası’nın bundan önceki enflasyon hedefleri ve gerçekleşmeleriyle birlikte düşünmek gerekiyor. Örneğin Merkez Bankası 2021 yılı enflasyon hedefini %5 olarak belirlemiş, yıl içinde üç kez güncellemiş ve 18,4 olarak açıklamış, fakat 36,8 olarak gerçekleşmişti.
Toplumun %80’ne yakınının yoksulluk sınırının altında ücretle, kayıt dışı çalışanlarla birlikte düşünüldüğünde toplam çalışanların %60’a yakınının asgari ücret ve altında bir ücretle çalıştığı dikkate alındığında enflasyonun sonuçlarının daha çok tepki ve öfke yaratacağı açıktır. Elektrik, doğalgaz ve akaryakıta gelen zamların tüm ürünlere yansıyacak ve geçim sorunu sokağa taşacaktır. Birçok sektörde gördüğümüz ücret artışı temelli eylemde açığa çıkan, sloganlara yansıyan eşitlik ve adalet talebinin siyasi alana taşınması, bu talebin emek mücadelesinin parçası yapılması kapitalizmin görünür olmasını sağlayacaktır. Geniş halk kesimleri açısından iktidarın en zayıf olduğu, hatta kavganın da büyüdüğü, büyüyeceği alan üretim ve bölüşüm alanıdır. Bu alan toplumsal muhalefetin de tahkimat yapması, güçlerini birleştirmesi gereken alanlardan biridir.
İktidar sermaye lehine düzenleme ve fiili uygulamalarla yeni bir emek rejimi yaratırken çalışanları kadrolu, taşeron, mevsimlik, geçici, kamu, özel vb. farklı statü ve adlandırmalarla bölerek birlikte örgütlenmelerini de önlemeye çalışıyor. Fakat sermayenin ve iktidarın tüm baskı ve tehditlerine rağmen ekonomik, sosyal haklar temelinde yerel, kendiliğindenci iş bırakma, fiili grevler biçiminde eylemlere tanık oluyoruz. Yoksullaşmanın derinleşerek yaygınlaşacağı dikkate alındığında önümüzdeki günlerde/aylarda bu tür eylemlerin artacağı beklenmeli, sermaye ve iktidara karşı ortaklaştırılması için yeni yollar ve araçlar bugünden düşünülmelidir.
YİNE IŞİD
20 Ocak’ta Suriye’nin Haseke kentindeki bir cezaevine baskın düzenleyen ve altı gün süren çatışmalar sonrası çok sayıda üst düzey IŞİD militanı kaçtı. Uluslararası kamuoyuna ‘bitti’, ‘geriletildi’ gibi ifadelerle sunulan Suriye ve Irak’taki gerici yapılanmaların varlığını sürdürdüğü de ortaya çıkmış oldu. IŞİD’in Sinaa Cezaevi’ne baskın düzenleyebilecek, bir hafta çatışacak kadar örgütlü ve etkili olması yerel unsurlar arasında da destekçileri olduğunu, hücre tipi yapılanmaya gittiğini gösteriyor.
Bu gelişmelerin örgüt için bir moral kaynağı olduğu, toparlanmak için kullanacağı şimdiden tartışılmaya başlandı. Bizim için önemi; bu militanların büyük kısmının Suriye ve Irak’a başka ülkelerden gelmiş olmaları ve bu ülkelerin yurttaşlarını geri almamakta direnmeleridir. Dolayısıyla Suriye ve Irak’ta hareket alanı daraldığında, sıkıştıklarında Türkiye’ye geçmeleri ve bizim için de güvenlik sorunu olmalarıdır. İktidarın Türkiye’de somut bir suçla ilişkisi olamayan bu militanlara müdahale etmediği de düşünüldüğünde önümüzdeki süreçte IŞİD kaynaklı haberlerle karşılaşmamız sürpriz olmayacaktır.
Türkiye, daha doğrusu iktidar açısından IŞİD Ortadoğu politikalarında olduğu kadar iç politikada da kaldıraç görevi görüyor. Hem Suriye’de Kürtlerin yaşadığı bölgelere müdahale için, hem de TSK’nın Suriye’deki operasyonlarına gerekçe yaratmak için IŞİD içerde ve dışarda meşruiyet aracı olarak kullanılıyor. İktidar açısından IŞİD’in güçlenmesi ABD ve Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesi için de bir olanak yaratabilir. Hatta IŞİD ve El Kaide gibi örgütlerle ilişkiler nedeniyle Arap ülkeleriyle bozulan ve ekonomik bunalımın zorlamasıyla son aylarda düzeltilmeye çalışan ilişkilerin güçlendirilmesi için de IŞİD kullanılabilir.
25.10.2021 tarihli ‘İktidar Çözülürken’ başlıklı yazımızda Irak ve Suriye’yi kapsayan teskereye değinmiş ve; “Her ne kadar muhalefet partileri şartlı evet dediklerini, bugüne kadar düştükleri şerhleri koruduklarını açıklasalar da özünde iktidara savaş çıkarma yetkisini vermiş oldular. Üstelik bu tezkerenin öncekilerden farklı olarak 2 yıllık bir süreyi kapsaması 2023 veya öncesinde yapılacak erken seçimler için iktidara seçimleri ertelemek dahil önemli bir manevra alanı sağlayacaktır.” yazmıştık. IŞİD’in yeniden gündeme gelmesi ve çok sayıda üst düzey militanının hapishaneden kaçırılmasını, Türkiye içinde önemli ölçüde IŞİD üyesinin bulunmasını birlikte düşünmek gerekiyor.
HDP ve muhalif Kürtlere yönelik baskıların bir ayağının da Suriye’deki Kürtler olduğu dikkate alınarak iktidarın içerde ve dışarda/Suriye’de Kürtler üzerinden çatışmacı, savaştan yana olası politikalarına karşı barışı ve halkların kardeşliğini öne çıkarmak, bu konuda hazırlıklı olmak gerekiyor. Kaldı ki 2015 seçimler sürecinde çoğunluğu HDP’ye yönelik bombalı saldırılar anımsandığında devrimci, sosyalist, demokrat güçlerin ve muhalefetin daha dikkatli ve her alanda dayanışma ilişkilerini güçlendirmeleri zorunludur.