Saray/AKP/MHP iktidarı ekonomi politikaları başta olmak üzere uyguladıkları politikalar sonucu seçmenlerinin yavaş yavaş koptuğunu, bu gidişi tersine çeviremeyeceklerini görüyorlar. Bu yüzden de mevcut koşulları hiç değilse bugünkü seviyelerde tutarak, üzerine yapacakları hamlelerle önümüzdeki seçimleri kazanmanın hesaplarını yapıyorlar. İktidar içerde ve dışarda düştüğü çukurdan çıkamayacağını bildiği için sorumluluğu kendisi dışındaki iç ve dış güçlere yıkmaya çalışarak aynı zamanda bir mağduriyet dili kullanıyor.
On yıl öncesine kadar Osmanlı bakiyesi coğrafyada siyasi- dini ve ekonomik lider olmak ve bunun vereceği güçle siyaset yapma rüyası ABD, Rusya, Çin, İran, AB gibi aktörlerin ağırlığı karşısında sona erdi. 2018 yılından bu yana iktidarın ekonomide yarattığı ve büyüttüğü kriz ve ardından gelen pandemi, Rusya Ukrayna savaşı, Rusya’ya karşı batının ambargoları gibi çok sayıda etken iktidarın hareket alanını daralttı. Tam da bu noktalarda iktidar dini, milli değerler söylemleriyle bir saldırı altında kaldığı, bunun Türkiye’ye yönelik saldırı olduğu gibi bir algı yaratmaya, yaptığı hamlelerle de bu algıyı diri tutmaya çalışıyor.
Batıya karşı geliştirilen dil, Rusya ile kurulan ve iktidar açısından neredeyse stratejik hale gelen ilişki, İsrail, BAE ve Suudi Arabistan’la yeniden ilişki kurulması, Mısır’la görüşme isteği ve geçtiğimiz hafta Dış İşleri Bakanı tarafından Suriye istihbaratıyla görüşmelerin yapıldığının açıklanmasının bir tek amacı var; bedeli ne olursa olsun iktidarda kalmak. Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz üzere Saray/AKP/MHP iktidarı Çin ve Rusya’yla ABD ve genel olarak batı arasındaki çelişkili ortamı da kullanarak, iki taraf arasında git geller yaparak şu ana kadar varlığını sürdürdü. Ancak iki tarafa da güven vermediğini, meşruiyetini kabul ettiremediğini, içine düştüğü siyasi, ekonomik açmazlar nedeniyle de kullanışlı hale geldiğini belirtmemiz gerekiyor. Fakat bu süreçten en yüksek faydayı Rusya’nın sağladığını not etmeliyiz.
Geçtiğimiz haftanın en önemli olayları arasında Rusya Devlet Başkanı Putin’in Suriye konusunda adres olarak Başer Esad’ı adres göstermesi üzerine Tayyip Erdoğan’ın ‘Muhalifler ile Suriye yönetimini barıştırmak ve bölücü hareketlere karşı mücadele etmek…’ şeklindeki açıklamaları oldu. Bu açıklama sonrası Esad yönetimiyle yakınlaşılacağı iddiaları, iki ülke istihbarat birimlerinin görüştükleri bilgisi de paylaşıldı. Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da Bağlantısızlar toplantısında Suriye Dış İşleri Bakanı ile ayaküstü görüştüğünü açıkladı. Fakat en önemli gelişme bugüne kadar iktidarla birlikte iş tutan, Türkiye’den siyasi destek, maaş ve teknik yardım alan Suriye’deki İslamcı örgütlerin Suriye’nin değişik kentlerinde gerçekleştirdikleri eylemler ve ‘kanımız satılık değil’ sözleri oldu. Geçtiğimiz yıllarda Ankara, İstanbul, Diyarbakır, Hatay, Suruç başta olmak üzere çok sayıda kentte dinci örgütlerin bombalı katliamlar yaptıkları anımsanırsa, son durumun ciddiyeti daha anlaşılır olacaktır. Bunlara benzer eylemlerin gerçekleşmesi durumunda iç siyasette ve toplumdaki yansımaları, yaşanacak acılar, iktidarın bu saldırıları siyaseten kullanacak olması gibi çok sayıda olasılık şu andan düşünülmelidir.
03.01.2022 tarihli ‘Yıl Yeni Sömürü Eski’ başlıklı yazımızda iktidarın yüzünü Ortadoğu ve Arap Coğrafyasına döndüğünü belirttikten sonra “BAE ile görüşmeler, İsrail, Mısır ve Suudi Arabistan ile ilişkileri düzeltme isteğinin belirtilmesi bunun göstergesiydi. Özellikle Arap ülkelerinin Suriye’yle yeniden ilişki kurmaları, bazılarının büyükelçiliklerini açmaları, Suriye’de savaşan dinci örgütlerin birçok İslam ülkesi tarafından tehdit olarak görülmesi gibi çok sayıda unsur kurulmak istenen ilişkilerde iktidar için de sorun oluşturacak gibi görünüyor.” Dolayısıyla Suriye’yle ilgili gelişmelerde Rusya ile yapılan toplantılar, Rusya- İran- Türkiye arasındaki mutabakatlar kadar Arap coğrafyasının, özellikle de BAE, Suudi Arabistan ve Mısır’ın yaklaşımlarını da dikkate almak gerekiyor.
PARA ALGIYA AÇLIK HALKA
İktidarın dış politikayı iç politikada araç olarak kullandığı reddedilemez bir gerçek. Yukarıda dış politikaya dair gelişmeleri uzun uzun anlatmamız da bu nedenledir. Elbette tek başına ülkeler, iktidarlar üzerinden değil, şu an bilemediğimiz, Saray/AKP/MHP iktidarının açıklamadığı başka ilişkiler de var. Ancak dışarda kurulan bu ilişkilerin de ancak o ülkelerin iktidarlarının göz yummasıyla gerçekleşebileceğini biliyoruz.
İki yıla yakın zamandır içerde ve dışarda mafyanın, suç örgütlerinin görünür olması, iktidar üyeleriyle görüntülerinin çıkması ile varlık barışı ve Merkez Bankası kayıtlarında ‘net hata noksan kalemi’ olarak gösterilen kaynağı belirsiz para girişleri arasında bir bağlantı olduğunu düşünmemiz için çok sebep var. İddialardan biri de yurtdışına para çıkarmış olanların ikna edilerek bu paraları tekrar geri getirmesinin sağlandığı yönündedir. Dolayısıyla her durumda kayıt dışı bir para hareketini olduğu açıktır.
İktidar varlığını, iktidarının devamını siyasi ve ekonomik olarak Rusya, Çin, İran, BAE, Suudi Arabistan, Libya gibi ülkelerle sürdürdüğü ilişkiye ve kayıt dışı para hareketlerine bağlamış durumdadır. Söz konusu para büyüklükleri dikkate alındığında ülkeler arasında sorunsuz olarak bu ölçekte para hareketlerinin olabilmesi de ancak fiili olarak anlaşma veya göz yummakla mümkün olabileceği açıktır. Bu yanıyla iktidar batıdan bulamadığı sıcak parayı, döviz girişini başka ülkelerden ve bu ülkelerdeki Türk yurttaşlardan sağlıyor gibi görünmektedir. Bir soru da iktidar ve yurtdışına para çıkarmış olan sermaye sahiplerinin arasında nasıl bir ilişki olduğudur. İddia edilen para miktarları bir yana Merkez Bankası kayıtlarına göre 2022 yılının ilk altı ayında kaynağı belirsiz 17,5 milyar dolar para girişinin olduğu görülüyor. İktidara yakın kaynaklar bu para girişinin süreceğini belirtiyor. Bu para girişlerine ek olarak yukarıda adlarını saydığımız ülkelerle yapılan swap (takas) ve ticari anlaşmaları, konut alımı, yatırım karşılığı vatandaşlık satılması, verilen ihaleleri vb. eklemek gerekiyor.
İktidar kaynağı belirsiz döviz girişleri dâhil yurtdışından bulduğu parayı dövizi 18 TL’nin üzerine çıkarmamak ve işler yolunda algısı yaratmak için kullanırken halkın yoksulluğu giderek büyüyor. Birçok yazımızda belirttiğimiz gibi toplumun büyük çoğunluğu yoksulluk sınırının altında bir gelire mahkûm edilirken enflasyonu körükleyen politikalarla ücretlilerden, dar gelirlilerden zenginlere bir sermaye transferi de gerçekleştirilirken halka şükredin, önümüzdeki aylarda düzelecek, bütün dünya bize karşı gibi söylemlerle sabır telkin ediliyor. Mevcut politikalardan etkilenen küçük ve orta ölçekli işletmelerin hoşnutsuzluğuna daha önceki yazılarımızda değinmiştik. Son olarak TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun bankalara yönelik olarak söylediği ‘feda kısmını reel sektöre, kar kısmını kendilerine ayırmadan davranmalarını arzu ediyoruz’ sözlerinin iktidara yönelik olduğu görülmüş olmalı ki bu açıklama sonrası ortağı olduğu şirkette inceleme başlatıldı.
Ekonomi politikalarındaki tercihte inat eden iktidar bir kez daha ülkenin kaynaklarını, taviz vererek bulduğu dövizleri sermayeye, özellikle de banka patronlarına aktarmaya devam ediyor. 20.12.2021 tarihli ‘Asgari Ücret Azami Yoksulluk’ başlıklı yazımızda; “İktidar böyle devam ederse bir “128 milyar” vakası daha yaşayacağız ki bu kez olanı değil olmayanı, takas yoluyla aldığını satıyor iktidar” yazıştık. İktidar şu ana kadar 70 milyar doları yakmış durumdadır.
Tüm bunlar olurken Tayyip Erdoğan Tarım Kredi marketlerine talimat vererek 30’dan fazla temel tüketim maddesinin fiyatlarının düşürülmesini istedi. Et, süt, yumurta, şeker, ayçiçek yağı gibi ürünlerde indirim yapılacak. Halkın temel tüketim ürünlerine ucuza erişmesi olumlu bir adımdır. Fakat bugüne kadar neden pahalı satıldı sorusunu hep birlikte sormamız gerekiyor. Uluslararası piyasada fiyatlar düşmesine rağmen akaryakıt fiyatlarının neden düşmediğini, elektrik ve doğalgazda indirimler yapılmadığını, konut ve kirada aynı kararların neden alınıp uygulanmadığını da sormamız gerekiyor. Elbette Tarım Kredi marketlerinin bu indirimleri ne kadar sürdüreceğini, bu marketlerin bulunmadığı yerlerdeki yurttaşların ne yapacağını da sorulara eklemeliyiz.
11.4.2022 tarihli ‘Saraya Şube Halka Açlık’ başlıklı yazımızda; “Ücretlilerin birçok gıda maddesini tane hesabıyla aldığı, ay sonunu getirebilmek için gıdadan tasarrufa yöneldiği koşullarda iktidarın önümüzdeki seçimleri alabilmek ve sokaktaki bu isyanı durdurmak için yollar arayacağı açıktır. 2019 yerel seçimleri öncesi gördüğümüz tanzim satış çadırlarının benzerlerini görmek şaşırtıcı olmayacaktır. Bu arada iktidar kendi sorumluluğunu gizlemek için marketleri suçlamaya devam edecektir” yazmıştık. Görünen o ki Saray/AKP/MHP iktidarı her yolu deneyerek, her kaynağı kullanarak, her aracı devreye sokarak kaybettiği oyları geri kazanmayı deneyecektir.
Bu arada son yazılarımızda değindiğimiz çatışma ve gerilim ortamını diri tutarak, hatta yeni çatışma ve gerilimler yaratarak muhalefeti etkisiz kılacak yolları da deneyecektir. Türkiye’de geçim ve iş derdinin tüm sorunların önüne geçtiği, iktidarın bunu çözemeyeceği varsayımına kurulu muhalefet yaklaşımı bu yanıyla sıkıntılıdır.
HDP’nin kapatılması davasının sürdüğü, iktidarın Suriye’de Kürtlere yönelik operasyon için yollar aradığı, muhalif belediyeleri teröre destek vermekle suçladığı ve belediye yönetimlerinin ve partilerinin buna karşı politika geliştiremediği, her gün toplumsal etkinliklere, emekçi eylemlerine yasaklamalar getirildiği, Kürt siyasetçiler başta olmak üzere gözaltı ve tutuklamalarla toplumun yıldırılmaya ve yönlendirilmeye çalışıldığı dikkate alınmalıdır. Daha önce iki kez beraatla sonuçlanmış Gezi Davası üzerinden gerçekleştirilen tutuklamalar, AYM ve AİHM kararlarına rağmen Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın tutukluluğunun sürdürülmesi, Ali İsmail Korkmaz davasını görüşen AYM’nin Gezi eylemlerini iktidarı devirmeye yönelik eylemler olarak tanımlayıp iktidara yeni bir alan açması gibi onlarca gelişme birlikte değerlendirilmelidir.
İktidar devlet gücünü ve kurumlarını da kullanarak özgürlüklerimizi, haklarımızı yok etmeye yönelmişken seçimi beklemek, hatta siyaseti seçime indirgemek bir hata olduğu kadar iktidarın yaptıklarına meşruiyet kazandırmak anlamı taşımaktadır. Bu nedenle Anayasal, yasal haklarla birlikte toplumsal meşruiyeti olan hak ve talepler için her alanda muhalefeti büyütmek, sokağı siyaset alanı olarak kullanmak gerekiyor.
Altılı Masa olarak tarif edilen muhalefet partilerinin tüm amaçlarının ve programlarının sistemi restore etmek olduğu biliniyor. Bu açıdan iktidarın yaratmaya çalıştığı algılara, baskılara, gerilim ve çatışma siyasetine karşı HDP, EMEP, EHP, SMF, TİP, TÖP, Halkevleri tarafından oluşturulan ittifakın seçimleri olduğu kadar, seçimlere kadar olan süreyi ve seçimlerden sonrasını da içeren bir politik program oluşturmaları önemlidir. Fakat daha önemli olan; bu ittifak içinde yer alan/almayan tüm demokrasi ve emek güçlerinin buluşmasını sağlayacak bir mücadele ve mukavemet hattının inşasıdır.
‘Saraya Şube Halka Açlık’ yazımızdaki çağrımızı bir kez daha yinelemek istiyoruz. “Kaynakların halktan yana kullanımı, üretilen değerlerin adil bölüşümü doğrultusunda savaş karşıtı, barışla birlikte temel hakları önceleyen işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda ortak bir mukavemet hattını inşa etmek devrimcilerin, sosyalistlerin, emekten yana olanların tek çıkış yoludur. Bu çıkış yolunu kurmak ve örgütlemek de hepimizin sorumluluğudur.