Seçim sürecinin fiilen başlamasıyla birlikte ittifaklar ve partiler genel sorunlarla birlikte neler yapacaklarını da açıklamaya başladılar. Saray/AKP/MHP ittifakı emekçilerin, yoksulların krizine dönüştürdüğü ekonomik sorunları kendilerinin çözeceği iddiasının ötesine geçemezken sorunların kaynağı olarak dış güçleri, muhalefeti, desteğini çeken sermaye gruplarını göstererek sorumluluktan kurtulmaya çalışıyor. Daha açıkçası ülke içinde HDP ve Kürtler üzerinden tüm muhalefeti, tüketim ürünlerine yapılan zamlar nedeniyle marketler üzerinden TÜSİAD ve iktidar karşıtı sermaye çevrelerini, konser ve festival yasaklarıyla muhalif sanatçılar üzerinden iktidarın kültür politikalarına karşı çıkanları, kadınların ve LGBT+ bireyler üzerinden eşitlik talebinde bulunan tüm örgütleri düşmanlaştıran bir politika geliştirmeye çalışıyor.
Dışarda ise düşman ilan ettiği İsrail, Mısır, BAE, Suriye gibi ülkelerle ekonominin zorlamasıyla ilişkileri yeniden kurarken, iç kamuoyu açısından alıcı daha fazla olan Yunan ve Ermeni düşmanlığı, söylem düzeyindeki ‘batı karşıtlığını’, terör ve güvenlik kaygısını öncelik durumuna getirerek ve gerilimi her alana yayarak seçimleri kazanmayı ve rejimi kurumsallaştırmayı amaçlıyor.
2018’den itibaren görünür olmaya başlayan ekonomideki kaçınılmaz kriz özellikle son bir yıl içinde yaşanan hızlı ve derin yoksullaşmayla halkın büyük kısmının birinci önceliği olmayı sürdürüyor. Ülkemizde ve dünyada liberal çevreler yaşanan ekonomik krizi korona salgını ve sonrasında başlayan Rusya Ukrayna savaşının yol açtığı gelişmelere bağlasalar da özünde kapitalizmin sistematik krizlerinden birini yaşadığımız açıktır. Dolayısıyla neo liberal politikaların kaçınılmaz bir sonucudur.
Bu koşullar altında Altılı Masa olarak bir araya gelen muhalefetin Saray/AKP/MHP iktidarının batıya göre daha baskıcı, sermayeyi de kontrol etmeye dönük politikalarının öne çıkarılmasıyla yaratılan hava iktidar karşıtlığına dönüştürülerek halkın kapitalist ve emperyalist politikalara yönelebilecek öfkesinin denetimini amaçlamaktadır. Altılı Masa’nın açıkladığı Anayasa değişikliği önerilerinde sendikal örgütlenme önündeki engellere, sermayenin hukuksuzluklarına değinilmemesi, ücret güvencesi olmayan veya asgari ücretin altında geliri olanlara gelir ve geçim güvencesinin iktidardan farklı olarak sistemli hale getirilmesi dışında bir önerinin olmaması bu durumu göstermektedir. İktidar karşıtlığı üzerine geliştirilen yaklaşımlar seçmenlerin oyunu almayı amaçlamakla birlikte 2002 öncesi ve sonrası gibi bir ayrımı da konuşmaların içine yedirerek sorunun kaynağı olarak Saray/AKP/MHP iktidarını gösteriyor.
Geleceği kurma iddiasındaki Altılı Masa’nın büyük ortağı CHP’nin pazar günü açıkladığı ‘Vizyon Belgesi’ öncesinde Kemal Kılıçdaroğlu yaptığı konuşmada Altılı Masa’yı oluşturan parti genel başkanlarını anarken partilerin geçmişlerine övgüler yapma gereği duydu. Menderes’i, Özal’ı, Erbakan’ı anarak bugünkü ardıllarıyla kurduğu özdeşlik AKP öncesini sahiplenmek anlamını da geliyor. Meral Akşener, Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan ilgili övgüler ve beklentiler de 2015 öncesinin tümüyle reddi anlamına gelmekle birlikte Suriye’de cihatçı örgütlerin yerleşmesi ve Esad’ın devrilmesi, Yeni Osmanlıcılık politikalarının mimarı, 7 Haziran sonrası yaratılan çatışma ortamıyla 1 Kasım seçimlerinin yapılmasında en önemli aktör olan Ahmet Davutoğlu, Kemal Derviş’in dayattığı ‘15 günde 15 yasa’ olarak sunulan ekonomi politikaların AKP tarafından kesintisiz uygulayıcısı olan Ali Babacan bu geçmişlerinden de kurtarılmış oldular. Bu yanıyla parlamenter sisteme dönüş ve Anayasa’da yapılacağı belirtilen değişikliklerle birlikte açıklanan Vizyon Belgesi tümüyle Saray/AKP/MHP iktidarına yanıt, sermayeye güvence, halka vaat olarak okunmalıdır.
Bu yanıyla geçmişe sarılarak, darbelerle, idamlarla, emek, laiklik ve halk düşmanı eylem ve politikalarla bugünleri hazırlayanlara, sorumlularına ve bugünkü temsilcilerine övgüler yağdırmak siyaseti Saray/AKP/MHP karşıtlığına sıkıştırmak bilinçli bir tercihtir. Emek sermaye arasındaki çatışmada en temel haklar açısından bile Anayasa değişiklik önerilerinde, Vizyon Belgesinde somut önerilerin olmamasını belirttiğimiz bu durumla açıklamak gerekir. Saray/AKP/MHP iktidarının uyguladığı baskılardan yandaş sermaye gruplarına aktarılan kaynağa kadar çok sayıda sorunun ve hukuksuzluğun hesabını sormayı vaat eden Altılı Masa bileşenleri arasında bu sorunların bir kısmının sorumlusu olanların varlığı sosyalistler, devrimciler, yaşam savunucuları açısından siyaset alanı da açmaktadır. Sermaye egemenliğinin güvence altına alınması, Saray/AKP/MHP iktidarından farklı olarak sermayenin ‘özgürlük’ alanına müdahale edilmemesi için somut öneriler yapılırken ücretler, işsizlik, yoksulluk, emeğin hakları gibi konularda ‘biz düzeltiriz’ vaadiyle geçiştirilmiş olması açığa çıkarılarak siyasal iktidarla birlikte sermaye iktidarına karşı da eş zamanlı bir mücadele yürütülmelidir.
Vizyon Belgesinin açıklandığı toplantıda sunum yapan Jeremy Rifkin, Daron Acemoğlu, Refet Gürkaynak vd. kişiler adını anmamış olsalar da Kemal Derviş politikalarının yeni versiyonunun nasıl olacağını açıkladılar denilebilir. CHP’de de egemen olan ‘tek adam’ ve kurumlara siyasi müdahale’ eleştirisinin çözümü olarak liyakat ve uzmanların görüşünün alınması yaklaşımı ulusal ve uluslararası sermayeye bir güvence niteliği de taşıyor. Dikkat edilirse en büyük sorunu yaşayan ve iktidardan kurtulmak için oyları istenen işçi, emekçi, yoksul halk temsilcilerinin sözüyle yer almadığı bir toplantıda liberalizmin sürdürebilir olması için gerekenler anlatıldı.
Sürekli olarak vurguladığımız gibi Altılı Masa restorasyondan öteye geçmeyeceğini yüksek sesle ve somut olarak ulusal ve uluslararası sermayeye de güvence vererek ilan etmiş oldu. Toplumsal muhalefetin özgürlük, demokrasi, kamusal haklar gibi taleplerinin sermayenin belirlediği oranda ve sermayeye gerekli olduğu kadar karşılanacağı görülüyor. Bu yanıyla da şu an verilen, gelecekte verilecek tüm toplumsal mücadelelerin ortaklaşması zorunludur. Daha önceki değerlendirmelerimizde de belirttiğimiz gibi seçimler ve iktidar değişikliğiyle sınırlı bir mücadele Saray/AKP/MHP iktidarından kurtuluşu getirse bile sermayenin ekonomiden siyasete, yoksulluktan çevrenin talanına kadar hayatın her alanını kapsayan tahakkümü ortadan kalkmayacaktır. Sosyalistler, devrimciler olarak sermaye grupları arasındaki iktidar kavgası ve değişikliği yerine işçi sınıfının ve bileşenlerinin mücadelesini en geniş şekliyle örgütlemek zorundayız.
ASGARİ ÜCRET VE EYT
İktidar ekonomik tercihi ile yarattığı yoksulluğun ve EYT (Emeklilikte Yaşa Takılanlar) sorununun seçimlerde ayağına dolanmaması için asgari ücret ve EYT tartışmalarında ön almaya yönelik adımlara hazırlanıyor. Her ne kadar TÜRK İŞ kendi açıkladığı Kasım ayı açlık sınırı miktarı olan 7.780 TL’yi kırmızı çizgi olarak, MÜSİAD beklenen enflasyon kadar zam yapılması önerisini açıklamış olsalar da iktidarın bu konuda risk alamayacağını biliyoruz. 2022 yılı ortasında asgari ücretin güncellenmesi de bunun göstergesidir. Dolayısıyla önümüzde seçimlerin de yapılacağı düşünüldüğünde iktidar açıklanan TÜİK enflasyonunun da üzerine çıkacaktır. TÜRK İŞ, MÜSİAD gibi örgütlerin açıklamaları iktidara alan açmak, prim yaptırmak için diye düşünülebilir.
Ücretlerin erimesi, çalışan yoksulluğunun kalıcı ve yaygın hale gelmesinin sorumlusu olarak sendikaları ve sermaye örgütlerini öne çıkarıp bunların önerdiği ücret artışlarının üzerine çıkılarak seçmende algı yaratmaya çalışacaklardır. Tüketim ürünlerine yapılan zamların iktidar politikalarından değil, üç beş soyguncu market zincirinden kaynaklandığı algısının bir benzerini asgari ücret tartışmalarında da göreceğiz. Oysa akaryakıt, elektrik, doğalgaz, vergi ve harçlar gibi iktidarın doğrudan belirleyici olduğu alanlarda da zam yapıldığı ve fakat sorumlu tutulmadıkları düşünülürse başta belirttiğimiz çatışmaların bir yansıması olduğu görülecektir.
Sendikalar başta olmak üzere emekten yana olan tüm örgütlerin, siyasi partilerin asgari ücret ve yoksulluk tartışmalarında iktidarın ekonomi politikalarıyla birlikte bu politikaların yaratıcısı olan sermayeye ve sermaye örgütlerine de yönelmek zorundayız. Ortaya çıkan sömürü ve yoksuldan zengine servet transferi olarak özetleyebileceğimiz bu durumu tersine çevirebilecek birleşik mücadele araçlarını ve mukavemet zeminlerini yaratmadan yoksulluğu yaygınlaştıran ve derinleştiren politikalara karşı başarı şansı bulunmamaktadır.
1999 yılında çıkarılan ve uygulamaya geçirilen emeklilik düzenlemesi nedeniyle milyonlarca çalışan mağdur oldu. 2008 yılında Sosyal Güvenlik Reformu adıyla yapılan düzenlemeyle de emekli maaş hesaplamasında kullanılan parametreler değiştirilerek emekli maaşlarının ciddi biçimde düşürülmesi sağlandı. Bu iki düzenleme sonucu emekli olmak imkansız hale getirilirken, emekli olanların da kendine yeter düzeyde maaş alabilmeleri engellenmiş oldu. Şu anda iktidar yaşadığı sıkışma ve EYT mağdurlarının zaman için de örgütlenerek baskı unsuru oluşturacak güce erişmeleri nedeniyle bir düzenleme yaptığını duyurdu.
Ayrıntıları açıklanmamakla birlikte hazırlanan düzenlemede 9 Eylül 1999 tarihinden öncesini kapsayacağı belirtiliyor. Bu durumda 9 Eylül 1999 sonrası için bir değişiklik olmayacağı ve mağduriyetin süreceği görülüyor. Emeklilik de asgari ücret gibi, ekonomik-sosyal haklar gibi bir haktır ve bu hak ne mezarda emeklilik, ne de sosyal yardıma muhtaç bir emeklilik olmamalıdır. Emeklilik yaşıyla ilgili düzenleme yasanın çıktığı tarihten bugüne kadar bir kademe oluşturularak tüm çalışanları kapsamalı, emekli maaşları da asgari ücretin altında olmamalıdır. Bu nedenle EYT örgütlenmesi ile sendikaların, emekten yana olan siyasi partilerin ortak mücadelesi yaratılmalı, emekli sendikaları bu mücadeleye dahil edilmelidir. Emeklilik düzenlemesiyle mağdur edilenlerin emeklilik sorunu çözülse de emekli maaşları bu haliyle olduğu sürece yoksulluk, açlık içerisinde ücretli olarak mağdur edilmeye devam edilecektir. Sayısal olarak en büyük kitleyi oluşturan emekliler ve EYT mağdurlarının işçi sınıfının bir parçası olduğu, mücadelenin birlikte verilmesi gerektiği açıktır. Parçalı muhalefet yerine birleşik bir muhalefet ve mücadele yollarını, araçlarını bulmak ve yaratmak kaçınılmazdır.
Sermaye örgütlerinin EYT düzenlemesine müdahil oldukları, emekli olanlara ödenecek kıdem tazminatı, emekli maaşları, emeklilerin çalışmaya devam etmeleri durumunda ödenecek prim miktarlarına kadar taleplerde bulundukları görülüyor. Çalışan/ücretli yoksulluğunun kalıcı olması, sermaye aleyhine ortaya çıkan yükümlülüklerin devlete yüklenmesi gibi bir durum iktidar tarafından kabul edildi. Ücretlerden tükettiklerimize kadar ödediğimiz vergiler emeklilik düzenlemesi gerekçe gösterilerek yine sermayenin çıkarları için kullanılacaktır. Bir başka saldırı da çalışanların zorunlu emekli edilmesi olarak kendini gösterecektir. Kamu işyerlerinde re’sen emeklilik olarak uygulanmakta olan zorunlu emekliliğin yaygınlaşma olasılığı yüksektir. Görüldüğü üzere sermaye ve iktidar emeklilik hakkımızı da, çalışma hakkımızı da gasp etmiş durumdadır.
Yaşamımızın her alanını sömürü alanı olarak gören sermaye ve iktidarlara karşı sınıf mücadelesini yükseltmek, sermaye partileri ve politikaları arasında tercihe zorlanmamız karşısında işçi sınıfının politikaları üzerinden sınıfın iktidarını hedefleyen bir politik hat ve mukavemet örgütlenmesini yaratmak zorundayız. İktidarın ve iktidar adaylarının etnik, dinsel, cinsel, sınıfsal ayrımları üzerinden yaratmaya çalıştıkları çatışma, gerginlik ve kutuplaştırma politikalarına karşı tüm ezilenlerin, mağdurların en geniş muhalefetinin sınıf siyasetiyle aşılabileceği unutulmamalıdır.