Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

İktidara, Yandaşa Sefa Halka Cefa

Saray/AKP/MHP yandaşlarının devletin tüm olanaklarının sefasını sürerken yurttaşlara dini ve milli değerler üzerinden cefaya katlanmalarını önermeleri ideolojik ve ekonomik bir saldırıdır

Saray/AKP/MHP iktidarı içerde ve dışarda siyaset yapamaz duruma geldikçe dini ve milli değerlere daha çok vurgu yapmanın da ötesinde dinin ve milliyetçiliğin sahibi, temsilcisi gibi bir algıyla kendisine karşı gelişen hoşnutsuzluğu önlemeye çalışıyor. 13.9.2021 tarihli “Sermayeye Geç Yoksula Dur” başlıklı değerlendirmemizde; “İslamcı çizgisinde sapma olmayan Saray ve AKP iktidarı korumak uğruna zaman zaman geri adım atıyor gibi görünmektedir. Fakat daha önce Yeni Osmanlıcı olarak tarif edilen ve İslam ülkelerinin liderliğini amaçlayan genel politika sürdürülmektedir.” demiştik.

İktidar kendi seçmen tabanını bu iddia ile tutmaya çalışırken yaşanan yoksullaşma, işsizlik ve haksızlıklar karşısındaki eylem ve direnişleri de dini ve milli değerlere düşmanlık olarak ilan edip bir kutuplaştırma ve muhalefeti ötekileştirme çabası içine girmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın veya tarikat ve cemaat sözcülerinin her gün karşımıza çıkmalarının bir nedeni de budur. Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan bir habere göre Aile ve Sosyal Politikalar eski bakanı Betül Sayan Kaya’nın down sendromlularla ilgili olarak “Allah insanlara aşamayacağı yük vermez” sözü de bu kapsamdadır. Devletin tedavi, bakım, gerekli sosyal ortamları hazırlaması yükümlülüğü böylece görünmez kılınmaya ve karşı çıkanlar da din vurgusuyla baskı altına alınmaya çalışılıyor.

Daha önce de belirttiğimiz bazı ilaçların SGK geri ödeme listesinden çıkarılmasıyla ilgili haberler de durumun emekçiler, yoksullar açısından ciddiyetini göstermeye başladı. CHP milletvekili Gamze Taşçıer yaptığı bir açıklamada “Büyüme hormonu kullanan hastalar üç ayda 10 kutu alıyor. Bir kutuda 37 lira fark ödeniyor” açıklaması yaptı. Hemofili astalarının kullandıkları ilaçlarda bu farkın 47 liraya çıktığı ve 3 ayda 100- 200 kutu ilaç kullanmak zorunda kalan hastalar olduğu belirtilen açıklamada bu hastaların 4.700 lira fark ödediklerini açıkladı. Saray/AKP/MHP yandaşlarının devletin tüm olanaklarının sefasını sürerken yurttaşlara dini ve milli değerler üzerinden cefaya katlanmalarını önermeleri ideolojik ve ekonomik bir saldırıdır. Dolayısıyla devrimci, sosyalist bir muhalefet inşa ederken laikliğin yaşamın her alanında savunulması ve yaşama geçirilmesi sağlığımız açısından da önemlidir.

İktidarın ekonomi politikaları nedeniyle toplum her geçen gün daha da borçlanmak zorunda kalıyor. Türkiye Bankalar Birliği’nin açıklamasına göre 2021 haziran ayı itibarıyla tüketici ve konut kredisi kullananlar sayısı 26 milyona yaklaşmış durumda. Son bir yıl içinde kredilerde %5 artış gerçekleşirken 2020 haziran ayında takibe düşen kredi miktarı 129 milyon TL iken 2021 Haziran ayında 2,3 milyar TL olduğu belirtildi. İktidar icra ve  haciz işlemleri nedeniyle oluşacak hoşnutsuzluğu ve seçmen kopuşunu ötelemek için 90 gün olan icra takip süresini 180 güne çıkarmıştı; bunun sürdürüleceği anlaşılıyor. Yoksullaşma ve borçlandırma yoluyla yaratılan bağımlılık ve zorunluluk ilişkisinin anlaşılması için yetişkin nüfusun yarısının borçlu olduğunu ve temel tüketimin %30’nun kredi ile sağlanabildiğini de vurgulamak gerekiyor. Emekçiler, çiftçiler, yoksullar beslenme, giyim, sağlık gibi temel gereksinimlerini bile ancak kredi ile karşılayabilir duruma getirilmişlerdir.

HDP VE TUTUM BELGESİ

HDP son günlerde Kürt Sorunu çerçevesinde yükselen tartışmaların ardından açıkladığı tutum belgesi ile Millet İttifakını rahatlatırken iktidarın HDP üzerinden Millet ittifakına yönelik propagandasını da boşa düşürdü. CHP’nin “HDP meşru muhataptır” açıklaması, ardından HDP’nin meşruluğunu kabul eden İYİ Parti’nin açıklaması Kürt Sorunu’nun Mecliste çözümü ve uluslararası bir sorun olmaktan çıkarılıp iç soruna dönüştürülme isteği olarak görülmelidir.

HDP’nin ‘Kürt Sorunun çözüm adresi Meclistir’ açıklaması içinde geçen tüm muhatapların dahil edilmesi gerektiğini vurgulaması iktidar ve muhalefet kadar sorunun asli unsurlarına da bir mesaj niteliği taşımaktadır. Saray/AKP/MHP iktidarının giderek güç yitirmesi ve içerde gündem belirleyemez, yanıt veremez, politika üretemez duruma düşmesi daha da saldırgan politikalara yönelmesiyle sonuçlanabilir.

HDP ve Kürt Sorunu üzerinden muhalefete yönelik söylemlerinin bir karşılığı kalmayan iktidar (aynı zamanda Millet İttifakı da) Kürt seçmenlerin oyunu almadan seçim kazanılamayacağını biliyor. HDP’nin ittifaklar dışında kendi siyasetini izleyeceğini, var olan ittifaklara mecbur ve mahkum olmadığını açıklaması Kürt seçmenler üzerinde de karşılık bulmaya devam edecektir. Hem AKP’nin hem de CHP’nin Irak ziyaretleri, Barzani yönetimiyle görüşmeleri bu kapsamda değerlendirilmelidir. Her ne kadar Kürt Sorunu uluslararası bir sorun olmaktan çıkarılıp iç soruna dönüştürülmeye çalışılsa da iç siyasette etkisi olacağı bilinen, düşünülen dış aktörlerin sürece dahil edileceği görülüyor.

Bu süreçte iktidarın Suriye politikalarının sürdürülemez olduğunu da belirtmek gerekir. Birleşmiş Millet toplantısında ABD Başkanı Biden ile görüşemeyen Tayyip Erdoğan’ın ABD’yi eleştirdikten sonra Rusya Devlet Başkanı Putin ile görüşmesinden de sonuç elde edememesi ve İdlip’deki durum, Türkiye’nin Ukrayna ile ilişkileri, Kırım’daki seçimlere yönelik yaptığı açıklamaları ve Libya’daki tutuma fatura edilmiş gibi görünüyor. Aynı süreçte ABD’nin Suriye’deki Kürtlere desteğini sürdüreceğini açıklamaları, Rusya ve ABD’nin Suriye’deki cihatçı örgütlere karşı sürdürülen operasyon bilgilerini paylaşma kararları Saray/AKP/MHP iktidarının Yeni Osmanlıcı siyasetinin sonu anlamına geliyor.

Tayyip Erdoğan’ın Uluslararası Demokratlar Birliği üyelerine yaptığı konuşmada “Korona sonrası dönemde ekonomik zorlukların artmasıyla birlikte yabancı karşıtlığı ve İslam düşmanlığı daha da yaygınlaşacaktır.” açıklamasını seçmenleri ve toplumu bugünden yarına hazırlama çıkışı olarak görülmelidir. Sıkça belirttiğimiz gibi iktidarın ekonomik krizin buhrana dönüşmeye başladığı süreçte iktidar çözüm üretemez noktaya gelmiştir. Yıllar sonra toplum ekonomi, yoksulluk, işsizlik, yolsuzluk ve adaleti öncelik olarak görmeye başladı. Dolayısıyla iktidar HDP, Kürt Sorunu, dış düşmanlar, dini hassasiyetler vb. üzerinden bugüne kadar tahkim ettiği seçmenleri, etkisiz kıldığı muhalefeti artık tahkim edemez, etkisiz kılmak durumdadır. HDP’nin tutum belgesi, muhalefetin HDP’nin meşruluğunu tanıyıp, Kürt Sorununun varlığını dile getirmesi Saray/ AKP/ MHP ittifakının ve bileşenlerinin bu konuda yaşayacağı tıkanıklığı şiddet ve baskıyla aşmaya çalışması beklenmelidir. Tüm devrimci, sosyalist, demokrat tüm muhalefet güçlerinin iktidarın olası şiddet ve baskı politikalarına karşı ortak bir mukavemet hattını kurmaları daha da önem kazanmaktadır.

05.7.2021 tarihli ‘Tiksindirici Borç Tiksindirici Siyaset’ başlıklı yazımızda belirttiğimiz gibi “… Saray/AKP/MHP iktidarı muhalefeti tümüyle baskı altına almak, parçalamak, seçmenler gözünde suçlu göstermek gibi her yolu deneyecektir. Buna HDP İzmir İl Örgütü’ne yapıldığı gibi silahlı saldırı, İYİ Parti Genel Başkanı’na (daha önce CHP Genel Başkanı’na) olduğu gibi linç girişimleri ve “bunlar daha iyi günleriniz” sözleriyle karşılık verilmesi siyasette neler olabileceğinin ipuçlarıdır.” 

EĞİTİM HAKKINA SALDIRI

İktidar her alanda ideolojik saldırılarını sürdürüyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum rektöre karşı başlayan ve demokratik, laik eğitim talebini de içeren direniş sürerken iktidarın tüm baskı ve ötekileştirme politikaları da etkisiz kalıyor. Öğrencilerin terör örgütü üyesi olmakla suçlanmaları, aileleri üzerinden psikolojik baskı kurma girişimleri, gözaltılar, Kabe görseli gerekçesiyle dine hakaret suçlamaları, cinsel tercihler üzerinden öteki ilan etme çabaları karşılık bulmadı. Can Candan’ın görevden uzaklaştırılmasından sonra son olarak üniversitede görev yapan Feyzi Erçin, Seda Binbaşıgil ve Özcan Vardar’ın derslerinin engellenmesi iktidarın saldırısının süreceğini göstermektedir.

Üniversitelerin açılmasıyla birlikte görünür olan yurt sorunu karşısında parklarda yatarak tepki ve taleplerini dile getiren öğrencilerin önce Tayyip Erdoğan sonrasında İç İşleri Bakanı tarafından yasadışı örgüt üyeleri olmakla suçlanması ve yapılan gözaltılar iktidarın bu konuda çözüm üretmek yerine sorunu görünmez kılma ve baskıyla çözmeye yöneleceğini göstermektedir. Yurt İşverenleri Sendikası’nın da öğrencileri yurtlarda bedava kalmak istemeleriyle suçlayan açıklama yapması eğitim ve barınma hakkının ticarileştirilmesinin sonucudur.

Oysa Yurt İşverenleri Sendikası bile İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyükşehirlerde yurt sorunu olduğunu kabul etmek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla iktidarın ve kime karşı örgütlendikleri belli olan Yurt İşverenleri Sendikası’nın öğrenci yurtlarının ve eğitimin paralı olmasına değil bunları hak olarak gören öğrencilere ve öğrenci ailelerine karşıdır. Boğaziçi Üniversitesi’nde olduğu gibi parklarda yurt hakkı için direnen öğrencilerin ailelerinin güvenlik kurumlarınca aranarak üzerlerinde baskı kurulmaya çalışılması da bunun sonucudur.

Ekonomik krizin derinleştiği ve yoksulluğun toplumun büyük kısmını kapsadığı koşullarda kiralardaki yüksek artış, yetersiz öğrenci yurdu sayısı ve yüksek ücretleri öğrencileri tarikat ve cemaat yurtlarına yöneltmektedir. Bu yoksulluğun ve çaresizliğin istismar edilerek öğrencilerin ve ailelerin zorlanması, tarikat ve cemaatlere rant aktarılmasıdır. Bu yüzden beslenme, barınma, sağlık, eğitim gibi alanların ticarileştirilmesine karşı çıkmak, ücretsiz olarak devlet tarafından karşılanmasını savunmak, bu bilinci açığa çıkarmak zorunludur. Sosyalistlere, devrimcilere düşen temel, insani hakları tartışma konusu bile yapmadan savunmak, günlük siyasetin bir parçası haline dönüştürmektir.

KYK öğrenci yurtlarına yönelik olarak iktidarın Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinden yürüttüğü saldırıyı da görmek ve bu konuda çözüm üretmek zorundayız. Diyanet KYK yurtlarında 922 manevi rehber görevlendirdiğini, müftülere ayda en iki kez yurtları ziyaret etmeleri talimatı verdiğini açıkladı. Dolayısıyla artık KYK yurtları da bir devlet kurumu üzerinden cemaat yurduna dönüştürülmek istenmektedir. Tüm bunları görünür kılmak, bunlara karşı muhalefeti yükseltmek, örgütlemek ve çözümler üretmek öğrenciler kadar devrimcilerin, sosyalistlerin görevidir. Velileri ve eğitim/öğretim emekçilerini savaşımın bir parçası yapmak, öğrencileriyle yan yana getirmek de bu görevin bir parçası olmalıdır.

Okulların açılmasıyla birlikte korona salgının arttığı, okullarda gerekli önlemlerin alınmadığı da ortadır. Eğitim ve sağlık emekçilerinin ve örgütlerinin verdikleri bilgiler ve yaptıkları uyarıları dikkate almayan iktidar salgının yeniden artış göstermesinden de sorumludur. Okulların açılmasının ve yüz yüze eğitimin gerekliliği açıktır, ancak şu ana kadar medyaya yansıyan bilgiler okulların önemli bir kısmının salgın koşullarında öğrenime hazırlanmadığını göstermektedir.

Korona salgınının yoksul hastalığı olarak tanımlanmasıyla ilgili son ve somut örnek ABD’de gerçekleşti. ABD’li ilaç firması Merck tarafından koronavirüse karşı geliştirilen ve ABD ile tüm dünyada kullanımı için başvurusu yapılan ilacın fiyatı 700 dolar olarak belirlendi. Virüsün tüm varyantlarına karşı etkili olduğu, hastaneye yatma ve ölüm oranlarını yarı yarıya düşürdüğü söylenen ilaç için belirlenen 700 dolar ilacın fiyatı değil, küresel bir salgın karşısında bile insan canının fiyatıdır. Kapitalizm tüm dünyayı ve insanların en temel gereksinimlerini, haklarını rant alanı olarak gördüğünü bir kez daha göstermektedir. Biz emekçiler, yoksullar, çiftçiler, işsizler olarak ayağa kalkıp ortak bir mukavemet hattını yaratamadığımız sürece de sağlımıza, canımıza fiyat biçmeye devam edeceklerdir.

1 Yorum

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi