Yapılan seçimler sonucu gerici ve ırkçı Cumhur İttifakı’nın adayı Tayyip Erdoğan seçimleri kazandı. Tayyip Erdoğan ele geçirdiği devleti parti örgütü gibi kullanarak, muhalefetin seçim çalışmalarını engelleyerek ve kendisini desteklemeyenleri düşmanlaştırarak yürüttüğü seçim propagandası sonucun ancak %52 oy olabildi. Türkiye genelinde oy dağılımına bakıldığında televizyonlarda görüldüğü gibi iki renkten oluşan bir harita yok karşımızda. Öncelikle YSP/HDP’nin etkili olduğu Kürt kentlerinde ve batıdaki Kürt nüfusun yoğunlaştığı yerlerde Kemal Kılıçdaroğlu’na fark attıracak yoğunlukta oy verildiği görülüyor. Ekonominin yoğunlaştığı, laiklik hassasiyeti olan Marmara, Ege ve Akdeniz kıyılarında Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi önde bitirdiği bir seçim oldu. Elbette bu kadar değil; kentlerin tamamı açısından Tayyip Erdoğan’ın önde olduğu bazı yerlerde işçi ve emekçilerin yoğunlaştığı ilçelerde de Kemal Kılıçdaroğlu seçimi önde bitirdi. Kısacası tv.lerde gördüğümüz iki renkten oluşan harita iki adayı işaret etmesi açısından kısa yol gibi görünse de, gerçeklik seçmenlerin %48’inin Kürt kimliği, laiklik/seküler kaygılar ve yoksulluk ekseninde beklentiler, öfke sandığa yansıdı.
14 Mayısta yapılan seçimlerde Saray/AKP/MHP ittifakına YRP ve HüdaPar’ın dâhil olmasıyla Türkiye tarihinin en gerici ve ırkçı Meclisi’nin oluştuğunu belirtmiştik. Her ne kadar AKP’nin oy oranlarının 2002’de seviyesine düşmesi, toplamda Cumhur İttifakı bileşenlerinin Meclis’te güç kaybetmesine rağmen çoğunluğu sağlamaları 28 Mayıs seçimlerinin sonucunu da haber vermişti. Fakat haklı olarak bir iyimserlikle ve Millet İttifakı bileşenlerinin ve destek olan YSP/HDP, TİP vd sosyalist, devrimci partilerin varlığı birlikte düşünüldüğünde bu iyimserliğin çok da yersiz olmadığı açıktır. Sinan Oğan’ın Cumhur İttifakı’na dâhil olması sonrası Ümit Özdağ’ın da Millet İttifakı’na dâhil olması Kemal Kılıçdaroğlu’nun propaganda dilinin değişmesi, Ümit Özdağ ile gereksiz ve anlamsız bir protokol yapılarak kayyumların dile getirilmesi sonuçlara ne kadar etki etmiştir; bugünden söylemek zor.
Bu noktada ilk turda oy vermeyen, sandığa gitmeyen seçmenleri sandığa getirme hedefinin tutmadığı, aksine katılımın daha da düştüğü görüldü. Seçimlerde dinciliğin ve milliyetçiliğin tüm tonlarının öne çıkarılmasının da etkisiyle sandığa gitmeyen Kürt seçmenleri suçlular listesine yerleştirmeye çalışanların iktidar dilinden bir farkı olmadığını belirtmeliyiz. 10 milyona yakın seçmenin sandığa gitmediği dikkate alınırsa meselenin sandığa gitmeyen Kürt seçmenler olmadığı görülecektir. Üstelik ilk turda katılım oranı %86,98 iken, ikinci turda katılım oranı %84,22’dir. Kısacası katılım oranı ilk turdaki orana ulaşsa bile sonuç değişmeyecekti. Bu konuda görmezden gelinen bir gerçek de seçime katılımın dünyadaki, özellikle de Avrupa’daki birçok ülkeden yüksek olduğudur. Bu oranlar daha önceki seçimlere yakındır. Örneğin milletvekilliği seçimleri katılım oranları 2002’de %79.14, 2007’de %84.25, 2011’de %83.16, Haziran 2015’te %83.16, Kasım 2015’te %85.23, 2018’de 86.24’tür. Kısacası 21 yıllık dönemde milletvekilliği seçimlerinde sandığa gitmeyen seçmen sayısında kararlı bir tutarlılık vardır, dolayısıyla seçim öncesi ve sonrası bir muhasebe yapılacaksa bu oranlar akılda tutulmalıdır. Fakat sorun seçime katılım oranı değildir.
Daha önce defalarca vurguladığımız gibi Saray/AKP/MHP iktidarı dönemse ihtiyaca göre dini, milliyetçiliği kullanarak seçmenlerini kimlikler üzerinden tahkim etmektedir. Bunun içerisine bölünme, terör korkusunu, iç ve dış düşman algısını, geçmişten beslenen korkuları dirilterek temel sorunların üzerini örtebilmektedir. Son seçimlerde de gördüğümüz gibi muhalefeti terörle işbirliği yapmakla suçlarken, Kılıçdaroğlu’nun kazanması durumunda yeniden IMF’nin kapısına gitmekle, türban dâhil birçok alanda dini değerlere saldırmakla itham ederken, LGBT’yi serbest bırakmayı, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala gibi (haksız ve hukuksuz tutuklu oldukları açık olan) rehine durumundakileri dışarı çıkarmayı da suç olarak göstererek kitlelerin güvenlik kaygılarını tetikleyip, istikrar isteğini, ahlaki ve dini değerlerini tehdit altındaymış gibi gösterdi. Seçim sürecine girildiğinin netleştiği ilk günlerde Suriye’ye yönelik operasyon yaparak Haziran 2015-Kasım 2015 döneminin bir benzerinin planlandığını ancak hem ABD, hem de Rusya’nın onay vermediğini bu yüzden de içerde denemelerde bulunma ihtimalini yazmıştık. Yukarıda saydığımız muhalefetin terörle ilişkili gösterilmesi, LGBT+ bireylere ilişkin söylemler, Selahattin Demirtaş, Osman Kavala gibi tutuklular üzerinden geliştirilen algılar, 28 Şubat günlerinin tekrar tekrar gündeme getirilmesi gibi onlarca unsur fiziki olarak gerçekleştirilemeyen operasyonların medya gücü de kullanılarak sözlü olarak gerçekleştirilmesiyle sonuçlandı. Kemal Kılıçdaroğlu ve Millet İttifakı’nın da özellikle ikinci turda iktidarın çektiği kulvara girmesiyle ülkenin gerçek sorunlarının yeterince gündeme gelmediği bir seçim yaşanmış oldu.
Olağan koşullarda devrimci, sosyalist mücadelenin yükselebileceği somut gerçeklikler bu seçimlerde büyük ölçüde gündem dışı kaldı. İktidarın yarattığı ve Millet İttifakı’nın da aynı biçimde karşılık verdiği propaganda dilinin sonucu olarak 2018’den bu yana yaygınlaşan ve orta gelir grubunun daralmasıyla sonuçlanan yoksullaşma ve bunun insanların yaşamındaki etkileri, özgürlük alanlarının her geçen gün keyfi ve fili olarak daraltılması, her yıl 2000’e yakın insanın iş cinayetlerinde öldürülmesi, kadın cinayetleri, deprem ve sonrasında yaşananlar gibi onlarca temel sorun tartışma dışında kaldı. Sosyal demokrat bir parti olduğu söylenen CHP’nin işçi sınıfıyla neden bağ kuramadığı, kadın hareketini, gençlik hareketini, işsizleri, emeklileri neden ıskaladığı bile sorgulanamadı.
İktidar ve bileşenlerinin yüksek oy aldığı kentlerin nüfus yapısı, gelir durumu, sosyal yaşamı, öncelikleri gibi çok sayıda unsurun yeterince araştırılıp yeni bir yaklaşım ve söylem ortaya konulamadığı da açıktır. 22.5.2023 tarihli ‘Faşizme Karşı Gelecek Mücadelesi’ başlıklı yazımızda; “Saray/AKP/MHP iktidarı yarattığı sorunları, yol açtığı sıkıntıları ve ortaya çıkan hoşnutsuzluğu yine kendisi çözerek, çözüyormuş gibi yaparak bir rıza da üretmektedir. Bu rıza üretimini sekteye uğratacak, halka geçmişten bugüne neler kaybettiğini hatırlatıp çözümlerini de sunabilecek bir örgütlülüğe ihtiyaç vardır.” yazmıştık. İktidar Anadolu’da yarattığı sermaye eliyle her evden en bir kişiye iş sağlayarak, bu olmadığında sosyal yardımlar yoluyla nakit ve erzak yardımı yaparak yoksulluğu yönetirken bir aidiyet ilişkisi de kuruyor. Dolayısıyla tek başına yoksulluk ve sömürü söyleminin yetmediği bu kentlerde bölüşüm ilişkilerinin ve bunun sonuçlarının görünür kılınacağı, sürekliliği olan yeni bir örgütlenme anlayışı gündeme getirilmek zorundadır. İktidarın bakanlıklar ve sivil örgütlenmeler yoluyla dağıttığı sosyal yardımların, bu yardımları dağıtmadan önce 6 milyon haneye doğrudan ulaştığı göz önüne alınırsa söylemek istediğimiz durum daha net görülecektir.
DEVRİMCİ SOSYALİST MÜCADELEYE
Sosyalistler, devrimciler, yaşam savunucuları, kısacası bu ülkenin ezilen ve ezildiğinin farkında olanları olarak az da olsa nefes alabilmek için Tayyip Erdoğan’ın karşısında yer aldık. Fakat bizim için seçimlerin çözüm olmayacağını, olamayacağını da unutmadık. Yukarıda da belirttiğimiz gibi sosyalistler, devrimciler, yaşam savunucuları, tüm ezilenler açısından temel sorun olarak görülen birçok konu seçimlerde de, seçimler sonrasındaki analizlerde de yer almadı, almayacak. Saray rejimine karşı bir referandum olarak değerlendirdiğimiz seçimlerde iktidar yalan, iftira, komplo, nefret dili dâhil her yolu ve aracı kullanarak kazandı. Ancak en başta da belirttiğimiz tabloyla birlikte devlet gücünü de kullanmasına rağmen istediği ve umduğu meşruiyeti sağlayamadı.
Kerameti kendilerinden menkul parti ve bireylerin siyasi ikbal derdine düştüğü, cirimleri kadar yer yakamadıkları koşullarda YSP/HDP’nin ve sosyalistlerin, devrimcilerin ittifak dışında ve pazarlıksız olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu desteklemiş olmaları seçim açısından önemlidir. Fakat yukarıda da değinmeye çalıştığımız gibi sosyalistlerin, devrimcilerin gündemlerinin tümüyle görünmez kılındığı ve özellikle son günlerde tümüyle sağa/ ırkçılığa kaydığı da bir ders olarak akılda tutulmalıdır. Başka bir ifadeyle Kürtlerin, sosyalistlerin, devrimcilerin, yaşam savunucularının hassasiyetlerinin tüm diğer hassasiyetlere kurban edildiğini gördük. Üstelik toplamda %10’un üzerinde oyları olduğu gerçeği de yok sayılarak.
İktidar bileşenlerinin Mecliste güç kaybettiği, Tayyip Erdoğan’ın aldığı oy oranının ve bu oyu almak için yaptıklarıyla birlikte önümüzdeki aylarda yaşanması muhtemel ekonomik yıkımın meşruiyet tartışmalarına yol açması mümkündür. Fakat bizim önceliğimizin bu düzeninin kendisi olduğunu, sömürünün kaynağının Saray rejimiyle birlikte sermayenin kendisi olduğunu görünür kılmak zorundayız. Özellikle bu seçimlerde CHP’nin iyice sağa kayarak gericilere, faşistlere bıraktığı Anadolu’daki işçi sınıfıyla, çiftçilerle, işsizlerle bağ kuracak yaklaşımlar üzerine tartışmak, bunun yol ve yöntemlerini bulmak zorundayız. Büyükşehirlerde izlenen yolların, kullanılan dilin, önerilerin Anadolu (taşra)’da istendiği gibi karşılık bulmadığını görmemiz gerekiyor. Faşist ve gerici iktidar bileşenlerinin örgütlendiği ve güç devşirdiği bu alanlarda işçi sınıfı örgütlenmesinin diğer örgütlenmelerle buluşturulmasıyla birlikte devrimci, sosyalist mücadeleye ve sınıf hareketine ivme kazandıracağı da açıktır.
Bu seçimlerde yaratılan ve ittifaklarla pekiştirilen gerici, ırkçı propagandanın önünün kesilmesi sınıf mücadelesinin yükseltilmesi açısından da önemlidir. Demokrasinin yok edilmesinin, özgürlüklerin kısıtlanmasının, iş cinayetlerinin, kadın cinayetlerinin, çevre katliamının, yoksulluğun, sömürünün, depremdeki yıkımın büyüklüğünün sorumlusunun göçmenler, mülteciler olmadığını anlatmak zorundayız. Önümüzdeki günlerde iktidar bileşenlerinin ırkçılıkla birlikte kadınlara ve LGBT+ bireylere yönelik olarak Meclis’te ve sokakta baskıyı artırma girişimlerinin olacağı açıktır. Sınıf mücadelesinin işyerlerinden sokaklara, sosyal yaşam alanlarından kişisel özgürlüklere kadar tüm alanları kapsayacak biçimde örgütlenmesi zorunludur.
Gerek Cumhur İttifakı, gerekse Millet İttifakı içinde birbirinin benzeri partilerin bir arada bulundukları, ortak tavır aldıkları dikkate alındığında bu partilerin ideolojik, politik saldırılar gerçekleştirecekleri, temel sorunları görünmez kılmaya çalışacakları ve nefret söylemleriyle toplumu zehirleyecekleri beklenmelidir.
Depremden bugüne kadar geçen sürede ve seçimlerde sosyalistlerin, devrimcilerin, yaşam savunucularının inkâr edilemez bir fiili örgütlülüğe sahip oldukları görülmüştür. Bugüne kadar sokak muhalefetini de var eden bu parti ve örgütlerin oluşan mevcut siyasi durumu da dikkate alarak üzerinde mutabık oldukları temel sorunlar çerçevesinde işyerlerini, sokağı, mahalleyi de kapsayan bir ortak mukavemet hattını ve fiili eylem birliğini yaratmamız zorunludur. Böylesi bir mukavemet hattı Tayyip Erdoğan’ın zafer konuşmasında hedef gösterdiği toplum kesimleri ve bireyler için olduğu kadar iktidar bileşenlerinin etki alanındaki emekçilerin, yoksulların sınıf mücadelesine dâhil edilmesi için de gereklidir.
Tayyip Erdoğan zafer konuşmasında 2024 yılı Mart ayında yapılacak yerel seçimlerin de startını verdi. Dolayısıyla mevcut ekonomi politikalarından geri adım atamayacağı, bunun da yoksulluğu daha da artıracağını söylemek mümkün. Her eve en az bir asgari ücretin girdiği, sosyal yardımlarla desteklendiği ve bire bir temasla rıza üretilirken aynı anda örgütlendiği unutulmamalıdır. Yerel seçimlerde başta İstanbul olmak üzere büyükşehirleri alabilmek için ırkçı, cinsiyetçi, etnik, mezhepçi nefret söylemini sürdüreceği beklenmelidir. Dini ve milli değerler üzerinden kutuplaştırma politikalarına karşı özgürlüklerin, demokrasinin, üretim ve bölüşüm ilişkilerindeki eşitsizliğin ve sınıf söyleminin öne çıkarılarak mücadelenin örgütlenmesi sürekli olarak vurguladığımız mukavemet hattıyla mümkündür. Emekçilerin, yoksulların alt kimliklerle birbirlerine düşman edilerek bunun siyasi ranta çevrilmesine, yoksulluğun yönetilmesine karşı sınıf mücadelesini örgütlemeliyiz. Özünde sistemin korunması esasına dayalı egemenler arası iktidar mücadelesine, Saray rejimine ve sermayeye karşı sınıf mücadelesini yükseltmeliyiz.