Pazartesi, Aralık 30, 2024
spot_img

İktidar Oyunları

Seçim ortamı nedeniyle siyasilerin söz ve gezilerine odaklanılmışken iktidar ve bürokratları sermayeye, yandaşlara kaynak aktarmaya, bunların bir kısmı da İngiltere dahil başka ülkelerde konut, malikane satın alarak bu kaynakları yurtdışına çıkarmaya devam ediyor.

Seçim sürecinin başlamasıyla birlikte seçime giren partiler, ittifak bileşenleri, adaylar kendi bildikleri yöntemlerle ve araçlarla seçmenlere giderek vaatlerini, programlarını anlatıyorlar. Bunun istisnasının Saray/AKP/MHP iktidarı olduğunu peşin olarak belirtmekte yarar var. Dinci faşist iktidar toplumu gerici kültürle kontrol etme, yurttaşlığın yerine ümmetçiliği yerleştirme politikaları doğrultusunda seçim dönemleri dışında da propaganda aygıtını çalıştırıyordu. Diğer parti ve örgütlerin seçimleri, önemli gün ve haftaları, sansasyonel olayları bekledikleri, buna karşılık iktidarın devleti, koruyup kolladığı cemaat ve tarikatları, STK’ları kesintisiz olarak kullandığı ortadır. Özellikle son iki yılda yaşanan hızlı yoksullaşmaya ve toplumun büyük kesiminin yaşam koşullarının alt üst olacak biçimde bozulmasına rağmen hem Tayyip Erdoğan’ın, hem AKP’nin beklenen oranda güç kaybetmemesinin bir nedeni de yıllardır kesintisiz olarak sürdürdüğü propaganda faaliyetidir.

Saray/AKP/MHP iktidarı başarısızlıklarını dış güçlerin veya iç güçlerin üzerine yıkarken görece olumlu her gelişmeyi de doğrudan iktidarın başarısı olarak sunmakta başarılı olmuştur. Buna gündem belirlemekte, muhalefeti belirlediği gündemlerin peşine takmaktaki başarısını da eklemek gerekiyor. Ne zaman ki özellikle 2021 Aralık ayından sonra tam anlamıyla yağmur gibi zamlarla en temel gıda ve tüketim ürünlerinin karşılanması olanaksız hali geldi, toplumun değişik kesimleri ‘geçinemiyoruz’, ‘barınamıyoruz’ diyerek isyan bayrağı açmaya başladı muhalefet ancak o zaman gündeme hakim olmaya, iktidarın gündem belirleme gücünü elinden almaya başladı. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi klasik siyasi düzende bir gün bile iktidarını sürdürememesi gerekirken hala daha önemli bir siyasi aktör durumundadır. Tüm bunlara deprem ve sonrasında yaşananları da eklemek gerekiyor.

Siyaseti dört, beş yılda yapılan seçimler, demokrasiyi ve düşünce özgürlüğünü de seçimlerde oy kullanmak veya kullanmamak olarak dayatan anlayışlar, halkın meydanlara çıkması durumunda iktidarın provoke edeceği korkusunun açıktan dile getirilmesi, sokağa çıkanlara, grev yapan çalışanlara, çevresini savunanlara, yaşam hakkı dahil temel hakları için mücadele edenlere yeterli ve gerekli desteğin verilememesiyle birlikte, örgütlenmelerinde de yer alınamaması iktidarın her alanı kontrol etmesi, bir kısmını da ele geçirmesiyle sonuçlandı. Elbette başka iç ve dış unsurlar, konjonktürel sebepleri de var.

İçinde bulunduğumuz seçim sürecinde iktidarın tüm gücüyle ve araçlarıyla muhalefeti hareket edemez hale getirmek, yerellerde sivil gerici güçleriyle provokasyon girişimlerinde bulunmak, muhalifler arasındaki ayrımları ve gerilimleri öne çıkarıp kendisini tartışma ve eleştiri dışında tutmak gibi yollara girdiği görülüyor. Geçtiğimiz hafta Kemal Kılıçdaroğlu’na Adıyaman’da iktidar yandaşları tarafından gerçekleştirilen saldırılar ve programını yarıda kesmek zorunda kalması, Adana’da deprem nedeniyle boşaltılmış AKP ilçe binasına silahlı saldırı tiyatrosu, Muharrem İnce ve Ümit Özdağ’ın iktidara karşı muhalefet yapmak yerine diğer muhalefet partilerinin altlarını oymaya çalışmaları gibi çok sayıda örnek sayılabilir. Algıya yönelik girişimlere TOGG, Karadeniz gazı, mutfak ve su tüketiminde kullanılan doğal gazda bir yıl süreyle 25 metreküpünün ücretsiz olması, kentsel dönüşüm yapılan yerlerde konut maliyetinin yarısının devlet tarafından karşılanması, kira yardımın artırılması gibi hamleler eklendi geçtiğimiz hafta. Tayyip Erdoğan’ın “Ekonomide sıkıntı varmış, yoo. Biz yolumuza devam ediyoruz” sözü inkarla birlikte iktidarın gerçeklerden koptuğunu ve yurttaşların içinde bulunduğu durumu olağan gördüğünün işaretidir. Yurttaşa sorulmadan, yurttaşların sorunlarının en tepeden belirlendiği, çözümlerinin dayatıldığı, devletin iktidar olarak tanımlandığı, itiraz edenin düşmanlaştırıldığı gerici, faşist siyasetin yansımalarını gördük bir kez daha. Geçmişten farklı olarak bu dönem daha yumuşak, uyumlu, kucaklayıcı görünmeye çalışan bir Erdoğan profili yaratılmaya çalışılıyor. O profil de 23 Nisan kutlamaları nedeniyle bakan koltuklarına oturtulan çocuklara muhalefeti kötüleme, aşağılama gayreti, o yaşta çocuklarla günlük siyasi kavgaları gündeme getirmesiyle dağılıyor.

14 Mayıs seçimlerinin siyasal, ekonomik, demokratik, kültürel olarak Cumhuriyet tarihinin en hayati seçimi olduğu konusunda tüm muhalefet ortaklaşmış durumda. Sosyalistlerin, devrimcilerin ayrıştığı, ayrışması gereken nokta seçimler sonrasında yapılacaklar ve seçimlerin temel sorunları çözmeyeceği noktasıdır. Hem Saray’ın, hem de Saray/AKP/MHP iktidarının toplumu gerici ve ırkçı politikalarla dönüştürmesine son vermek için Kemal Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığının desteklenmesi önemlidir. Fakat parlamenter sisteme dönüş ve restorasyon politikalarına karşı emekten, hak ve özgürlüklerden, yaşamdan yana bir direniş hattı oluşturulabilmesi ancak ve ancak sosyalistlerin, devrimcilerin, yaşam savunucularının ortak gündemler etrafında bir direniş koalisyonu oluşturulmasıyla mümkündür. Daha önceki yazılarımızda belirtmeye çalıştığımız seçimler sonrasına ilişkin olası gelişmelerin ipuçları da her gün ortaya çıkmaktadır.

Emekçilerin, yoksulların, çiftçilerin, kadınların ekonomik, demokratik haklarına yönelik yasal düzenlemeler dahil yaşamsal sorunlar yüzeysel olarak dile getirilerek geçiştirilmektedir. Örneğin emekçilerin örgütlenmesi, grev hakkı, sermayenin sendika düşmanlığı gibi sorunlar gündeme getirilmemektedir. Bu seçimlerde Meclise girecek kadın sayısının geçtiğimiz dönemden daha düşük olacağı beklenmektedir. Açlık sınırı ve asgari ücretin altındaki ücretlerin asgari ücret seviyesine yükseltilmesi vaat edilirken orta gelir grubunun yoksulluk sınırı altına düşmesi tartışılmamaktadır. Üretim ve gelir artışı için serbest bölgeler benzeri üretim bölgeleri oluşturulacağı söylenirken bu bölgelerin özel sektörle kurulacağı belirtilmektedir. Dolayısıyla sosyalistlerin, devrimcilerin, yaşam savunucularının seçimlerden sonraki ortak mücadelesi çok daha önemli ve gerekli bir hale gelecektir. Çünkü bir yandan Saray/AKP/MHP ve onlara eklemlenen diğer gerici, faşist güçlerin sokağı ele geçirmeye yönelik olası girişimlerine, bir yandan yıllardır bu gerici faşist iktidar ve yandaşlarının yarattığı kültürel yıkıma, bir yandan da seçimi kazanması muhtemel Altılı Masa’nın restorasyon politikalarına karşı mücadele edecek, edebilecek tek güç sosyalistlerdir, devrimcilerdir, yaşam ve hak savunucularıdır.

İktidarın seçim süreci boyunca girişebileceği olası provokasyonların gerilimi yükseltmek dışında sonuç verip vermeyeceğini bugünden kestirmek zor. Ancak her duruma hazırlıklı olmak açısından da tüm devrimcilerin, sosyalistlerin kendi aralarındaki tartışma ve gerilimlere son vererek ortak davranma kararlılığını ve eylemlerini güçlendirmeleri, başta kendi seçmenleri olmak üzere tüm kitlelere göstermek zorundadır. Bu aynı zamanda seçimler sonrasında ortak mücadele pratiklerinin önünü açacak ilk adım olarak görülmelidir.

YAĞMA DÜZENİ

İktidar uzun zamandır faizleri düşürerek, dövizi baskılayarak, nakit döviz ihtiyacının bir kısmı için vatandaşlık satarak, varlık barışları ilan ederek, TÜİK aracılığıyla enflasyon vd. verileri gizleyerek başta yandaşları olmak üzere halktan sermayeye kaynak aktarmaya devam ediyor. Özellikle döviz sıkıntısını aşmak için çıkarılan Kur Korumalı Mevduat (KKM) hesabı, diğer ülkelerle yapılan swap anlaşmaları bu yılın başına kadar durumu idare etmişti. Ancak yaşanan döviz sıkıntısı, politika faizlerinin ısrarla düşürülmesi, dövizi düşük tutmak için kamu bankaları aracılığıyla piyasaya döviz satışı, döviz alım satımında limit belirleme gibi uygulamalar Merkez Bankası’nın ve Hazine’nin kaynaklarının eritilmesi pahasına yapıldı. Tüm bunların sonunda ikili bir döviz ve faiz sistemi oluştu. Merkez Bankası’nın döviz kuruna karşılık döviz bürolarının döviz kuru, Merkez Bankası’nın belirlediği faize karşılık bankaların verdiği faiz miktarı.

Bu uygulamalar yeni zenginlerin yaratılması, var olanların daha da zenginleşmesi gibi sonuçları da beraberinde getirdi. Örneğin KKM hesabı açan şirketlere sağlanan kolaylıklardan biri olan, söz konusu şirketlerin ortaklarından biri Eximbank’tan teminat mektubu alarak %7,5 faizle kredi çekip bu krediyi %30 faizle Vakıfbank’a yatırmasıyla sonuçlanan soygun. Nas var diyerek politika faizini düşürmekle övünen iktidar halkın vergilerini, kamu bankalarının varlıklarını bu yollarla bir avuç çıkar grubuna aktarmaktadır. Bütün dertleri ve hedefleri seçimlere kadar dövizi tutmak, yeni bir zam dalgasını engellemek olan Saray/AKP/MHP iktidarı ülkeyi bir enkaza dönüştürmekle kalmıyor, geleceğimizi de çalıyor. Seçim ortamı nedeniyle siyasilerin söz ve gezilerine odaklanılmışken iktidar ve bürokratları sermayeye, yandaşlara kaynak aktarmaya, bunların bir kısmı da İngiltere dahil başka ülkelerde konut, malikane satın alarak bu kaynakları yurtdışına çıkarmaya devam ediyor.

Halkın meyve sebzeyi taneyle alabildiği, tasarruf kalemlerinin gıda ürünlerine kadar düştüğü koşullarda devrimcilerin, sosyalistlerin, emekten yana olanların bunlara ilişkin politikalar geliştirmeleri gerekmektedir. Genel geçer söylemlerin dışına çıkarak, eleştirilerle birlikte çözümlerini de içeren bir programı hem Meclise, hem de sokağa taşıyacak, sürekliliği olan bir muhalefet örgütlenmesini tartışmak zorundayız.

YENİ BİR DÖNEMİN İZLERİ

Daha önceki değerlendirmelerimizde yazdığımız Çin’in arabuluculuğunda Suudi Arabistan ve İran’ın görüşmelerinde karşılıklı olarak büyükelçiliklerin açılması Ortadoğu’da en azından son on yıl içinde kurulmuş tüm dengeleri değiştirmeye aday görünüyor. Suudi Arabistan Dış İşleri Bakanının Şam’a gitmesi, sonrasında Suriye Dış İşleri Bakanının önce Suudi Arabistan’a, ardından Tunus’a gitmesi başta Suriye olmak üzere Ortadoğu’da ciddi politik değişiklikle olacağını gösteriyor.

ABD’nin Rusya’dan sonra Çin’i de etkisiz kılmaya ve kuşatmaya yönelik adımlar atacağına yönelik tespitlerle birlikte Çin Suudi Arabistan, Mısır ve İran gibi başat ülkelerle geliştirdiği ilişkiler, imzaladığı ekonomik anlaşmalar ve alt yapı yatırımları başta olmak üzere bu bölgeyi de içeren Kuşak ve Yol Projesi’yle ABD’nin kuşatma ihtimalini kırmış oldu. Rusya Ukrayna savaşıyla birlikte Rusya’ya uygulanan ambargolar çerçevesinde petrol fiyatlarının düşürülmesi ve Rusya’yla ilişkilerde ABD’nin taleplerini reddeden Suudi Arabistan Çin’le yakınlaşırken İsrail ve ABD’nin düşman ülkeler listesindeki İran’la ilişkilerini kurması, büyükelçiliklerini açması önümüzdeki yıllarda ortaya çıkabilecek muhtemel blokların izdüşümleri olarak görülebilir.

Tüm gelişmeler Türkiye’nin bugüne kadar Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar gibi ülkelerle ortaklaştığı Suriye politikasını değiştirmeye zorlanmasını getirebilir. Çünkü önümüzdeki günlerde Suriye’nin Arap Ligi’ne dönmesi mümkün görünüyor. Katar’ın karşı çıkışını ortadan kaldırmak için Suudi Arabistan’ın girişimleri sürüyor. Suriye’yle ilgili bu gelişmeler Türkiye’nin Suriye politikasını değiştirmeye zorlanmasıyla sonuçlanacaktır. Dolayısıyla Türkiye’nin kendi silahlı kuvvetlerinin çekmesinden daha önemlisi, desteklediği cihatçı örgütlerin Suriye’den çıkarılması veya orada imhası başta olmak üzere ciddi sorunlarla karşılaşılma olasılığı bulunmaktadır. Bugüne kadar Suudi Arabistan, BAE, Çin, Rusya gibi ülkelerden gelen dövizlerle ekonominin ayakta tutulduğu, bu ülkelerin Türkiye’deki yatırımları dikkate alındığında Saray/AKP/MHP iktidarının ve bloğunun fazla seçeneğinin olmadığını söylemek mümkündür.

Bu konuda önemli bir sorun da Suriye’de ABD askeri varlığıdır. Suriye’nin Arap Ligine dönmesi, cihatçı örgütlere yönelik yardımların kesilmesi ve Türkiye’nin Suriye ile barışmak istemesinin de sonucu olarak çekilmesi durumunda Suriye’nin kuzeyindeki ABD askeri varlığı da anlamsızlaşacaktır. Bu durumda Suriye’deki Kürtlerin ve genel olarak SDG’nin Türkiye ile Suriye arasında pazarlık konusu olacağı açıktır. Bu ise yeni bir gerilim, Kürtler açısından da kazanımların yitirilmesiyle sonuçlanacaktır. Dolayısıyla Türkiye siyasetinin ve sosyalist, devrimci muhalefetinin bu konularda da hazırlıklı olması, halkların kardeşliğiyle birlikte demokratik, evrensel hakların korunması ekseninde çözümler üretmesi zorunludur. Kürtler söz konusu olduğunda iktidarın ve muhalefetin tercihleri, yapmak istedikleri, sınırları bellidir. Cumhuriyet’in yüzüncü yılında veya Cumhuriyetin yeni yüzyılında sosyalistlerin, devrimcilerin yükselteceği ortak mücadele ve mukavemet daha önemli ve belirleyici olma ihtimaline sahiptir.

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi