Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

İktidar Çözülürken

İçerde ve dışarda güç odakları arasındaki kavganın kazananı kimler olursa olsun kaybedenlerin emekçiler olacağı açıkken; sosyalistlerin, devrimcilerin, sendikaların, emekten yana olanların dağınıklığı ve ortak bir mukavemet hattı oluşturamamaları en temel sorunumuzdur.

Sedat Peker’in ifşalarıyla başlayan ifşa süreci özellikle AKP ve Saray desteği ile kurulan vakıf ve derneklerin eski yöneticilerinin itiraf niteliğindeki açıklamaları, Bülent Arınç’ın CHP’nin inançlara saygılı siyaset yaptığını belirten sözleri, Erdoğan Bayraktar’ın 17-25 Aralık süreciyle ilgili sözleri, ortaya saçılan belge ve görüntülerle iktidar ve sermaye içindeki güç savaşının daha da şiddetlendiğini gösteriyor. Buna Türkiye’nin Mali Eylem Görev Gücü(FATF) tarafından gri listeye alınmasını, ABD’de görülen Halkbank davasının gündeme getirilmesini, Türkiye’de görev yapan 10 büyükelçinin Osman Kavala davasına yönelik açıklamalarını, TÜSİAD’ın yıllar sonra iktidarı eleştirmesini, Kıbrıs’ta Saray/AKP/MHP iktidarının yoğun müdahalesi ile seçilen hükümet üyelerinden bazılarının uygunsuz görüntülerinin yayınlanmasını, TÜGVA merkezli olan fakat diğer tarikat ve cemaat vakıflarını da içeren geriye dönük itiraf ve sızdırılan belgeler iktidarı sarsmış durumdadır. Şu an çok gündemde görünmüyor olsa da Pandora Belgeleri, Libya ve Suriye’de savaş suçları suçlamasına dek uzanabilecek bir dizi olası gelişmeyi de eklemek gerekiyor.

Elbette iktidar özellikle büyükelçilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi’nin kararı doğrultusunda Osman Kavala’nın serbest bırakılmasını istemelerini, Türkiye’nin gri listeye alınmasını, Suriye’deki gelişmeleri ülke içindeki ekonomik ve siyasi sorunların önüne geçirmek isteyecektir. Kaldı ki daha önce Tayyip Erdoğan’ın “Avrupa’da etnik düşmanlık ve İslam düşmanlığı artıyor” benzeri açıklamaları bugünler için hazırlık yaptıklarını gösteriyor. İç kamuoyunu, hatta muhalefeti ‘dış düşmanlar’ göstererek hizaya geçmeye zorlarken yoksulluğun, işsizliğin, hayat pahalılığının tartışılmasını da önlemeyi ve bunların sorumlusu olarak ‘dış düşmanları’ suçlamayı seçeceği açıktır.

Tüm bu gelişmeler yaşanırken Merkez Bankası’nın Saray’ın zorlamasıyla faizi düşürmesiyle çakışan FATF’ın Türkiye’yi gri listeye aldığını açıklaması dövizde beklenenin üzerinde bir yükselişle sonuçlandı. Ki bu yükselişin daha süreceği görülüyor. Bu noktada Merkez Bankası Başkanı’nın göreve geldiğinde ‘faizi enflasyonun altına indirmeyeceğiz’ açıklamasını anımsamakta yarar var. Pazarda, markette %30’ların üzerine çıkmış olan enflasyon bir yana TÜİK’in açıkladığı enflasyonun oranının bile altına çekilen faizler önümüzdeki aylarda enflasyon verileriyle oynanacağının da işaretidir. 09.8.2021 tarihli ‘Affını Değil Hakkını İsteyenleriz’ başlıklı değerlendirmemizde belirttiğimiz; “Özellikle temel harcama kalemlerindeki artış, enflasyonun belirlenmesindeki ölçütler birlikte düşünüldüğünde marketteki, pazardaki pahalılık, buna karşılık TÜİK’in ‘düşük’ enflasyon oranları üzerinden belirlenen ücret zamları yoksulluğun derinleşerek kalıcı açlığa dönüşeceğini gösteriyor.” Bu durum imzalanan toplu iş sözleşmelerinde, kamu çalışanları toplu sözleşme görüşmelerinde açığa çıkmıştı. Görünen o ki iktidara ve sermayeye bu da yetmiyor, yetmeyecek.

Saray/AKP/MHP iktidarının emekçileri, en geniş anlamıyla yoksulları yok sayan politikaları kendi siyasal ve ekonomik krizlerinden çıkışın bir parçası olarak gördüğünü 15.11.2020 tarihli ‘ABD Seçiminin Ardından Türkiye’ başlıklı değerlendirmemizde yazmıştık. Belirttiğimiz yazımızda  “Bütün komşuları ile sorun yaşayan, AB ile ve neredeyse tek tek bütün Avrupa ülkeleri ile önemli sorunlar yaşayan Erdoğan’ın ne tür bir uluslararası yatırımcı çekmeyi murat ettiği belli değil. Ancak, özellikle, pandemi nedeniyle işçi ve emekçilere yönelik alınmış kimi hak kayıpları yaratan düzenlemelerin kısmi düzeylerde bile olsa kalıcı hale dönüştürülerek Türkiye’nin ‘işgücü piyasasının’ cazip hale getirilmek istendiği, yurttaşlara daha fazla vergi yükü bindirileceği çok açık. Bugün kıdem tazminatına ilişkin düzenlemeler şimdilik geri çekilmiş olsa da siyasal iktidarın emekçilere yönelik saldırıları belli ki ısrarla devam edecektir.” demiştik.

Bu koşullarda CHP Genel Başkanı’nın bürokrasiye yönelik çağrısının ardından Merkez Bankası Başkanı’yla görüşmesi, TÜSİAD’ın gelecek döneme ilişkin pozisyonunu ifade ederek yıllar sonra iktidar eleştirisi yaparken yoksulluğu da belirtmesi, yüksek sesle olmasa da TOBB hoşnutsuzluğunu göstermesi en başta belirttiğimiz güç/iktidar savaşının şiddetlenerek süreceğini göstermektedir. Kavga iç güç odaklarıyla birlikte dış güç odaklarıyla da sürerken kavganın en önemli ve sermaye tarafından bile en çok istismar edilen emek tarafı dağınıklığı ve örgütsüz olması nedeniyle kavganın dışında kalmak bir yana pozisyon bile açıklayamaz durumdadır. İçerde ve dışarda güç odakları arasındaki kavganın kazananı kimler olursa olsun kaybedenlerin emekçiler, yoksullar olacağı bu kadar açıkken sosyalistlerin, devrimcilerin, sendikaların, emekten yana olanların dağınıklığı ve ortak bir mukavemet hattı oluşturamamaları en temel sorunumuzdur.

Petrol, doğalgaz, gıda fiyatlarının tüm dünyada arttığı, bizde dolardaki yükselişle birlikte bu yükselişin daha da katlandığı ve ucuz emek cenneti yaratma için ücretlerin baskılanacağı dikkate alındığında işsizlikle birlikte yoksulluğun da artacağı açıktır. Bu yüzden ortaya çıkan halk tepkisinin egemenler arasındaki güç/iktidar savaşımına kurban edilmeden sınıf savaşımının örgütlenmesi, bu örgütlenmenin ortak sorunlar ve talepler doğrultusunda birleştirilmesi yalnız bugüne değil yarına karşı da sorumluluğumuzdur. Yerli, yabancı tüm güç odaklarının Saray/AKP/MHP iktidarı sonrasını tartışmaya başladığı ve hamlelerini buna göre yaptığı dikkate alınırsa sosyalistlerin, devrimcilerin, emekten yana olanların düzen için tartışma ve konumlanmaların dışında kendi seçeneğini yaratması zorunludur. Sistem içi haber ve tartışmaların sokağın önüne geçmesinin ve her şeyi seçime havale edilmesini önlemenin tek yolu kendimizi seçenek olarak örgütlemekten geçmektedir.

TEZKERE VE SONRASI

İktidar uzun zamandır iç siyaseti de dış politikayla belirlemeye, bazen gözden kaçırmak istedikleri için araç olarak kullanmaya devam ediyor. Son olarak CHP ve İYİ Parti’nin de evet diyeceğini açıkladığı bir tezkere çıkacak. İçerde ve dışarıda alabildiğinde hareket yeteneğini yitirmiş, hatta meşruiyeti tartışılmaya başlanmış iktidara iki yıllık bir dış müdahale hakkı verilmiş olması gelecek günler için önemli bir sorundur. Millet İttifakı’nın bir yandan erken seçim isteyip bir yandan da tezkereye evet demeleri siyasetin milliyetçilik üzerinden bir yarışa dönüştüğünü göstermektedir. Her ne kadar muhalefet partileri şartlı evet dediklerini, bugüne kadar düştükleri şerhleri koruduklarını açıklasalar da özünde iktidara savaş çıkarma yetkisini vermiş oldular. Üstelik bu tezkerenin öncekilerden farklı olarak 2 yıllık bir süreyi kapsaması 2023 veya öncesinde yapılacak erken seçimler için iktidara seçimleri ertelemek dahil önemli bir manevra alanı sağlayacaktır.

BM gözetiminde çalışan Suriye Anayasa Komitesi’nin anlaşma noktasına geldiğini açıklaması, Esad yönetiminin Rusya ile birlikte ülkenin önemli kısmında denetimi sağlaması, Suriye’deki cihatçı grupların uluslararası bir soruna dönüştüğü dikkate alınırsa tezkerenin olası sonuçları daha net anlaşılacaktır. Rusya ve ABD’nin Suriye’deki operasyonlarda bilgi alış verişi konusunda anlaştıklarını daha önce yazmıştık. Dolayısıyla iktidarın tezkeresine karşı barışı savunmak daha da önem kazanmıştır. İktidarın Suriye’ye yönelik olası bir kapsamlı müdahalesi Türkiye’nin uzun yıllar Ortadoğu ve Arap coğrafyasından kopuşu anlamına gelmektedir. Bu kopuş içerde de bir yandan Kürt düşmanlığına, bir yandan mülteci/ göçmen karşıtlığının düşmanlığa dönüşmesine yol açacaktır.

İktidarın seçimleri kazanabilmek için Kürt oylarına gereksinimi olduğu kadar muhalefetin de seçimleri kazansa bile Anayasa değişikliği başta olmak üzere köklü değişiklikler için Kürt oylarına gereksinimi olduğu açıktır. Sosyalistler, devrimciler olarak hem Kürtlerin hem de göçmen/mültecilerin seçim malzemesine, iktidar kavgasının aracına dönüştürülmesine karşı çıkmak barış ve halkların kardeşliği siyasetini, dayanışmayı örmek ertelenemez görevimizdir.

HAKLAR SİYASETİ

Üniversite öğrencilerinin ‘barınamıyoruz’ eylemleriyle görünür duruma gelen kira ve konut fiyatları, yurtların yetersizliği, tarikat ve cemaatlere ait yurtların öğrencilerin her anlamda sömürüldüğü mekanlar olduğu gerçeği karşısında kamuoyunun yeterince sahip çıkamadığı açıktır. Benzer bir durum da Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyum rektöre karşı başlayan direniş de görülmektedir. Geçtiğimiz hafta 45 öğrencinin gözaltına alınmasıyla sonuçlanan eylemler sırasında da kamuoyunun ilk günlerdeki ilgisinin eksildiğini göstermektedir. Barınma hakkının öğrenciler ve yurttaşlar açısından öne çıkarılması, bu hakkın metalaştırılmasına karşı çıkılması zorunludur.

Günlerdir atık kağıt toplayıcılarına karşı İstanbul’da sürdürülen baskı, şiddet ve yasaklama Ankara’da da başladı. İşsizlik ve açlık karşısında insanların son çare olarak yaptıkları atık kağıt toplama işinin yasaklanması bir tercihtir. Sermayenin bu alana el atmasıyla başlayan yasak, şiddet ve baskının anlamı kapitalizm paraya dönüştürebildiği anda yoksullara çöpün bile çok görüldüğüdür. Haksız kazanç, kayıt dışı, mülteciler yapıyor gibi gerekçelerle düzenlenen operasyonlar atık toplayarak geçimini sağlayanların tümüyle açlığa itilmesi anlamına geliyor.

Saray/AKP/MHP iktidarı sermayenin vergi borçlarını silerken, silemediğini yapılandırırken, yandaş şirketlere ucuz krediler dağıtırken, Pandora Belgeleri’nde gördüğümüz üzere vergi kaçırmak üzere servetlerini yurt dışına taşımalarına göz yumarken, Varlık Barışı düzenlemeleriyle kaynağı belirsiz kazançların üstelik vergisiz olarak ülkeye gelmesinin önünü açarken atık kağıt toplayanların haksız kazanç veya kayıt dışı olmalarını gerekçe yapması bir tercihtir; bu da her zaman olduğu gibi sermayeden yanadır. Dolayısıyla tüm yurttaşlar olarak çalışma hakkını savunmak sınıf siyasetinin de bir parçası olmalıdır.

18.10.2021 tarihli ‘Millet Değil Yandaşlar Yiyor’ başlıklı değerlendirmemizde değindiğimiz hekimlere 5 dakikada muayene zorunluluğuna karşı 20 Ekim günü sağlık çalışanları işyerlerinin önlerinde basın açıklamaları yaparak tepkilerini dile getirdiler. Bu arada dövizdeki aşırı yükselme nedeniyle yurt dışından sağlanan bazı ilaçların bulunamadığı da belirtiliyor. 5 dakikada muayenenin, teşhisin olanaksız olduğu açıktır. Yoksulluğun günden güne arttığı dikkate alındığında birçok hastanın ilaca ulaşması da olanaksızlaşıyor. Dolayısıyla randevu aşamasından muayene, tedavi ve ilaca kadar sağlığın her aşamasının ücretsiz olmasını savunmak yaşam hakkını savunmakla da iç içe geçmektedir.

Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkıyla birlikte doğanın bir bütün olarak savunulması ekolojik denge geleceğimiz açısından kaçınılmazdır. İktidarın iklim sözleşmesini kabul ederken bazı yükümlülüklerden kaçınmak için geri kalmış ülkeler seviyesinden yükümlülüklere tabi olmak için görüşmeler yaptığını da biliyoruz. Bu yüzden sermayeyi rahatlatıcı yollar arayan iktidarın çevre ve doğa düşmanı politikalarına, duyarsızlığına karşı da direnmek zorunludur.

Kısacası burada belirttiğimiz haklar dahil tüm haklar doğaları gereği sınıfsal nitelikte haklardır ve sınıf siyasetinin bütünlüğü açısından biri diğerine tercih edilmeden savunulması, bunlara ilişkin politikalar geliştirilmesi gerekmektedir. İlginçtir bunların bir kısmına TÜSİAD da değinme gereği duymaktadır. Ancak TÜİSAD sorunları ve eksikleri açıklarken işçileri, sendikaları, meslek örgütlerini yok sayarken yoksulluğa ve gelir dağılımındaki adaletsizliğe çözüm önermemektedir. Sorunun sebeplerinden biri olan sermayeden çözüm beklediğimiz için değil bu açıklama sırf iktidar karşıtı olduğu için öne çıkarıldığından vurgulama gereği duyuyoruz.

Israrla belirttiğimiz gibi emekçileri, çiftçileri, kadınları, öğrencileri, işsizleri yani tüm ezilenleri içerecek ortak kesişim noktaları üzerinden bir araya gelmek ve bu kesişim noktaları üzerinden bir mukavemet hattını kurmak zorundayız. Aksi durumda sistem içine hapsolurken, sokağa da yansıyan tepkilerin kendi yalnızlıklarında boğulmasını izlemek zorunda kalacağımız açıktır.

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi