cumartesi günü SOL Parti’nin Amasra’da öldürülen maden işçilerini anmak, ve ‘kaza değil cinayet’ demek için düzenlediği basın açıklaması vardı… kendi aracıyla giden bir arkadaşım yer olduğunu söyleyince ‘ben de gelirim’ dedim… Zonguldak’tan katılacak arkadaşlarla da buluşarak yola çıktık… Bartın il sınırında büyük bir polis ve asker yığınağıyla karşılandık. kimlikler toplandı, araçlar incelendi, bir sorun yoktu… sonra bir kez daha kimlikler toplanıp yeniden gözden geçirileceği söylendi; yani aynı noktada, aynı ekipler ikince kez gbt sorgulaması yaptılar… bu arada biz yüksek sesle itiraz edinceye kadar başka araçları durdurup denetim vs. yapmadılar… sonra otobüs şoförünün bir ‘kusurunu’ bulup iki ay araç kullanmama, sanırım 2.500 tl de ceza keserek başka bir şoför gelinceye dek aracı bağladıklarını söylediler…
bunun üzerine biz de yürüyerek gideriz diyerek yola düştük… bir süre yürüdükten sonra bir dolmuş durdurup bindik ve şoföre bir eksiğinin olup olmadığını, polisin durdurması durumunda ceza alabileceğini vs. anlattık… şoför ayakta yolcu olması dışında ceza verebilecekleri bir durumun olmadığını söyleyince, bizi uygun bir yerde indirmesini söyledik. ilk durdurma anından itibaren gelişmeleri de anlatınca dolmuş şoförü ‘sizi halk otobüsü durağında indireyim, ona binersiniz. üstelik durdurmazlar’ dedi… araçtan indik ve çok geçmeden gelen ilk halk otobüsüne bindik… 3-4 km gitmemiştik ki araç durduruldu; yeniden tüm araçtaki herkesin kimlikleri toplandı. bu arada genç bir kadın ‘sınavıma yetişemeyeceğim’ diyerek araçtan inmek istedi, başka bir kadın ‘hastam var’ diyerek yakınmaya başladı. bizler de bunları polise söylemelerini istedik; nafile… araçta biz olduğumuz sürece halk otobüsüne izin verilmeyeceği çok açıktı…
araçtakileri mağdur etmemek için inmeye ve yürümeye devam etmeye arar verdik… inerken araçtakilere Amasra’da öldürülen madencileri anmaya gittiğimizi, kendilerine de yaşatılan mağduriyetin bizi Bartın’a sokmamak için gerçekleştirildiğini ve bunu unutmamaları gerektiğini söyledik… yollardayız yine… karayolu kenarından yürürken bizi durduran polisler de eşlik ediyorlar… bu arada kanunsuz emri yerine getirerek suç işlediklerini, Anayasal bir hak olan toplantı ve ifade özgürlüğümüzü ihlal ettiklerini vs. anlatıyoruz, yazılı bir karar istiyoruz. tek yanıtları Batın Valiliği’nin 3 gün tüm etkinlikleri yasakladığına yönelik açıklamasını söylüyorlar… bu arada öğreniyoruz ki Karabük’ten, Ankara güzergahı üzerinden gelenler de durdurulmuş ve Bartın’a sokulmamış… sanırım 4-5 km kadar yürüdükten sonra ve Amasra’daki basın açıklamasına yetişemeyeceğimizi anladıktan sonra bir benzin istasyonunda Amasra’da yapılan basın açıklamasının bir benzerini yaparak geri dönme kararı aldık… bir minibüs ve bir sivil araçla polis Zonguldak il sınırına kadar takibini sürdürdü… (bu arada 30 yılı aşkın süredir Zonguldak, Bartın gibi yerlerde gittiğim hiçbir eylemde bu ölçüde orantısız bir asker ve polis yığınağı görmediğimi söylemeliyim.)
iktidar/ devlet madencilerin/ çalışanların can güvenliklerini korumak için almadığı önlemleri ölenleri anmak isteyenlere, iktidarın sorumluluğunu anımsatmak isteyenlere karşı almıştı; her zaman olduğu gibi…
Amasra katliamı sonrası Enerji Bakanı, Çalışma Bakanı vd. sorumlular Soma katliamı sonrası alınan önlemleri vs. sayarlarken madencilerin çalışma saatlerinin düşürülmesini ve ücretlerin iki asgari ücrete çıkarılmasını da saydılar… iki asgari ücret; eğer net olarak alabiliyorlarsa 11 bin tl civarında bir ücretten söz ediyoruz yani… iktidarın Soma’da 301 madencinin katli sonrası madencilere ‘sus payı’ olarak yaptığı düzenlemelerin bir parçası… yerin altında, zor koşullarda, meslek hastalığı ve ölüm gibi risklerin bilindiği bir sektörde (bugünkü rakamla) 11.000 tl ücret için 301 kişinin ölmesi mi gerekiyordu? ki Amasra’da sendika üyesi olan işçiler 1 yevmiye tutarında sendika aidatı, Amale Birliği (bir tür yardım sandığı) üyesi oldukları için maaşlarının %2’si tutarında da buraya aidat ödüyorlar… dolayısıyla işçiler fiili olarak hiçbir zaman iki asgari ücret almıyorlar… özel sektörle kıyaslandığında yıl içinde 5 ikramiye ve devlet işinde çalışma güvenceleri var; TTK’da çalışmayı tercih etmelerinin temel nedenleri de bunlar…
yıllar önce yazdığım bir şiirimde ‘ölümün ederi bir ekmek kentimde’ demiştim; yoksulluk sınırının 23.600 tl, açlık sınırının 7.245 tl olduğu ülkemizde psikolojik ve fiziksel yıpranmanın, ölümlerin en yoğun olduğu iş kollarından birinde işçilere 11.000 tl ücret vermekle, 11.000 tl ücret için ölen 41 insanı 24 saatte çıkarmakla övünen bir iktidar… bu kadar da değil; oğulları ölmüş ana babaların, eşleri/ sevgilileri ölmüş kadınların, babaları ölmüş çocukların gözyaşları kurumadan yapılacak yardımları sıralayarak övünmeye devam eden bir iktidar…
30 yıldır özelleştirme kıskacına alınmış, gerekli yatırımları yapılmamış, kendi belirledikleri norm kadroya rağmen işçi açıkları giderilmemiş bir kurumda işçilerin kömür çıkarmaları bir yana bu koşullarda ocağa sokulmaları bile bu ölümler için yeterlidir… merak edenler Sayıştay raporunda yer verilen eksikliklere bakarlarsa neden bu ölümlere cinayet dediğimizi daha net görürler… örneğin yeraltında 4 sağlık görevlisi olması gereken hiç olmaması, 3 vardiya çalışan bir madende (patlatma işlerini yapan çalışan) 39 barutçu olması gerekirken 1 barutçunun olması, kullanılan elektrikli makinaların anti grizu özellikte olması gerekirken bazıların bu özellikte olması, bazılarının bu özelliğini yitirmiş olması gibi eksikliklerin Sayıştay tarafından belirtilmesi ve giderilmemesi ihmalle açıklanabilir mi…?
ya sendika, sendikalar… işyerlerinde kurulu olan İşçi Sağlığı İş Güvenliği Kurulunda sendika temsilcisi ve ayrıca işçilerin seçtiği bir temsilci bulunuyor… ayrıca emniyet, iş güvenliği, cihaz bakım kontrol, barutçu gibi işlerde çalışan işçiler de sendika üyesi… Soma’da Türkiye Maden İş, Amasra (vd TTK işyerlerinde) Genel Maden İş yetkili sendikalar… dolayısıyla belirttiğim kurulda ve birimlerde çalışan üyeleri aracılığıyla yeraltı dahil işyerinin tamamında işçi sağlığı ve iş güvenliğine aykırı tüm işlemleri anında saptama ve müdahale etme olanakları, yasal hakları da var… yukarıda belirttiğim ücretler de dikkate alındığında bu iki sendika ücret sendikacılığından bile vazgeçerek iktidarla/ sermayeyle uyumlu ilişkiler içinde var olan durumlarını korumak dışında bir iş yapmıyorlar uzun zamandır… Soma’da ve TTK’da bugüne kadar gördüğümüz bu somut durumun en açık göstergelerinden biri de sendikaların iş cinayetlerine ‘kaza’ demeleri ve davalara müdahil olmaktan ısrarla kaçınmalarıdır…
kısacası emek örgütlenmeleri ekonomik haklar kadar demokratik hakları ve yaşam hakkını da içerecek biçimde yeniden tarif edilmek zorunda. iş cinayetlerinde ölümlerin yıldan yıla artığı ve 2.000 kişiye ulaştığı göz önüne alındığı dikkate alınırsa sendikal hareketin önceliği ücretiyle, çalışma koşullarıyla, işçi sağlığı düzenlemeleriyle insanca çalışma, insanca yaşam savaşımı olmalıdır…