Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

Hiddet Halleri

G. Bataille; hayvansal doğamıza en yakın olduğumuz iki an belirler: Devrim dönemleri ve insan kurban törenleri. Esrime (kendinden geçme) olarak yaşanan bu hayvansal doğal hâl, bir imkânsızlık hâlidir ve bu imkânsızlık halleri insanın tamlık hissini yaşadığı nadir anlardır. Bu nadir anları süreğenleştirmek, tamlık hissine ulaşmak, mümkün müdür, mümkünse hangi koşullarda mümkündür ve ne gibi sonuçlara yol açar? Mümkün değilse de eksiklimize boyun eğip eksikli halimizi olduğu gibi kabul mü etmeliyiz? Bu yazı boyunca cevaplarını aramaya çalışacağımız sorular bunlar olacaktır.

KİTLELER VE OTORİTER LİDER

Hayvansal doğaya dönüş, gerçekleşmesi imkânsız bir arzuyu tatmin etme talebi; totaliter bir sisteme de kapıları açabilir. Arzu her durumda özgürleştirici, devrimci olmayabilir. Arzudan vazgeçmeyerek bastırılmış arzuları tatmin etmeye yönelik öfkeli talepler; otomatik olarak özgürleştirici, toplumsal ilişkiler yaratmayabilir. Hatta çoğu durumda baskıcı ilişkiler üretmesi çok daha muhtemeldir. Kitlelerin otoriter liderle özdeşleşmesi ortak-ata (baba) ile kurulan patetik (dokunaklı) ilişki üzerinden değerlendirilir. Oysaki kitlelerin lidere yapışarak hayvansal doğalarına yönelmeleri medeniyete girişi sağlayan baba figürü üzerinden değil, insan yavrusunun dolayımsız bir bütünlük-tamlık hissi yaşadığı, henüz dilin oluşmadığı imgesel dönemdeki anne figürü üzerinden olur. Kitlelerin büyüklenmeci narsisistik arzularını tatmin edebilecek böylesi bir otoriter liderin toplumu götüreceği yer ise psikotik bir dünyadır ve psikozda belirleyici olan imgesel dönemdeki ebeveyn ilişkileridir, esasen de annedir.

Otoriter liderle özdeşleşen kitleler, bebeğin annesine yapıştığı gibi lidere yapışarak büyüklenmeci narsisistik arzularını lider üzerinden gerçekleştirmek ister. Kitlelerin lider dolayımıyla kendilerini kadir-i mutlak hissetmesi, liderin mitinglerinde esrime deneyimleri yaşaması arzu tatmininin, hayvansal doğaya ulaşmanın her durumda özgürleştirici olmadığını gösterir.

CENNETE ULAŞMAK ÖLÜMLE OLUR

Linç kampanyalarında, idam talepli kitle gösterilerinde tatmin edilmek istenen arzuyla kurban törenleri arasında koşutluk kurmak da mümkün. Öfkeli kitlelerin linççi güruhlara dönüşerek kendinden geçmesi, idam taleplerinin kitle gösterilerinde dile getirilmesi hayvansal doğanın, arzunun baskıcı tezahürleri olarak görülebilir. Otoriter liderlerin ölümü, şehitliği kutsamaları da bu çerçevede düşünülmelidir. Zira her türlü arzu ve tutkunun tatmin edildiği sonsuz bir mutluluk ülkesi olarak nirvanaya, cennete ulaşmak ancak ölümle mümkün olur.

Baskının olmadığı bir “altın çağ” hayali, tezahürlerini Nazi Almanyası’nda, günümüzde ise Vahabi -Selefi teröründe gördüğümüz üzere medeniyetin imhasına ve psikotik bir dünya yaratmaya yönelir. Hayvansal doğaya, imkânsıza, gerçeğin sırrına ulaşmayı hedefleyen gelecek tasarımları maalesef ütopyaların distopyalara dönüşmesine yol açıyor.

İNSAN OLMANIN BEDELİ MUTSUZLUK

S. Freud; medeniyetin huzursuzluk yarattığını, insan olmanın bedelini mutsuzlukla ödediğimizi söyler. Medeniyet, sınırlar çizerek arzunun, hazzın yaşanacağı meşru alanı belirler. Bu sınırlar tarihsel ve toplumsal olarak değişse de sınırların olmadığı bir medeniyet düşünülemez. Sınırlarla çerçevelenmiş, yasaklanmış arzular da haliyle mutsuzluk yaratıyor. H. Marcuse’nin K. Marks’a nazire yaparak geliştirdiği “artı-baskı” kavramı totalitarizme düşmeden arzunun özgürleştirici imkânlarını sorgular. Mevcut sistemin insan arzuları üzerinde yarattığı ve özgürlükçü bir toplumda ortadan kaldırılabilecek baskıyı “artı-baskı” olarak tanımlar ve medeniyetin çizdiği sınırları esnetmeyi, genişletmeyi hedefler.

Bastırılmış arzuların yarattığı öfkenin özgürleştirici pratiklere yönelmesi hedef olarak “baskı”nın değil, “artı”nın alınmasıyla mümkün olabilir. Baskıyı tamamen ortadan kaldırmayı değil, “artı-baskı”yı yok etmeyi hedefleyen bir öfke özgürleştirici olabilir. Kısacası özgürleştirici politik bir gücün oluşabilmesi için “içgüdüsel ayaklanmaya aklın ayaklanması”nın da eşlik etmesi gerekir.

SORUNSUZ TOPLUM YOKTUR

Akılla terbiye edilmiş, olgunlaşmış bir öfke özgürleştirici olabilir. Mesela sosyal ve ekonomik nedenlerle insanların mutsuz evliliklerini sürdürmek zorunda kalmadığı, kadınlar ve LGBTİ’ler üzerindeki baskıların kalktığı bir dünya artı-baskının olmadığı daha özgür, daha yaşanası bir dünyadır. Devrimlerin en parlak dönemlerinde beliren esrime anları, yerini zamanla hayatın rutinine bırakır. Süreğen bir esrime hâli mümkün değildir. Medeniyetin sınırlarının yeniden belirlendiği bu dönemlerde neyin “normal”, neyin “anormal” olduğu da yeniden belirlenir. Artı-baskıyı – ve tabii ki artı-değer sömürüsünü – ortadan kaldırmaya yönelik özgürleştirici bir programla hayatın rutinini, normalini bir önceki sistemden daha özgürlükçü bir rutine, normale çevirmek mümkün olabilir. Hepsi bu, zira pür-mutlu sorunsuz insanlar, sorunsuz toplumlar yaratmak mümkün değil.

Bir Cevap Yazın

SON YAZILAR