1980’de ülkenin “yönetimine” gelen Kenan Evren, mecburi hizmete giden doktorlar için halka nasihatte bulunmuştu:
“Doktorları ağaca bağlayın, kaçmasınlar.”
1989 yılında Yıldırım Akbulut Başbakan oldu, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına İmren Aykut’u getirdi. Hekim maaşlarının 400 dolara düşmesi üzerine İmren Aykut tarihe geçen sözünü patlattı:
“Ne verirseniz verin bu doktorların gözü doymaz.”
Yıldırım Aktuna 1990’lı yıllarda Mesut Yılmaz ve Süleyman Demirel hükümetlerinde Sağlık Bakanı olarak görev yaptı. Tıp doktoruydu ve yıllarca Bakırköy Ruh Sağlığı Hastanesinin Başhekimliğini yapmıştı. Bakanlığı döneminde hafta sonunda yerinde bulamadığı bir hastane başhekiminin kapısını kırdırdı[i].
Başbakan Tansu Çiller hastanelere “balyoz harekâtı” adı verilen denetimler yapıyordu. Yaptığı bir denetimde sağlık sistemini nasıl düzelteceğini anlattı:
“Bugüne kadar hastanelere parayı devlet veriyordu. Devlet artık parayı vatandaşına verecek. Halk Bankası ve Ziraat Bankası’ndan alınacak kartla, isteyen istediği hastanede tedavi olabilecek. Benim vatandaşım artık kapılarda beklemeyecek, git- gel muamelesine tabii olmayacak.”
Tansu Çiller İzmir’de bir hastanenin nöbet çizelgesini inceleyip nöbet yerinde bulunmayan doktorun görevden alınması talimatını verdi. Sonradan Çiller’in baktığı nöbet listesinin eski olduğu ortaya çıktı[ii].
Osman Durmuş da tıp fakültesi mezunu, nevi şahsına münhasır sağlık bakanlarımızdan biriydi. Pedofili suçlularına hadım etme cezasına “geri dönüşü olmaz” diyerek itiraz etmiş, alternatif olarak idam cezası önermişti. Bakan Durmuş, ülkemiz hekimleri hakkındaki duygu ve düşüncelerini kendisine ikram edilen şeftaliyi yerken fotoğrafını çekmek isteyen basın mensuplarına şu sözle anlatmıştır:
“Şeftali yerken görüntü alanları Türk hekimlerine emanet ederim.[iii]”
AKP hükümetleri döneminde 13 yıl Sağlık Bakanlığı yapan Recep Akdağ, 2003 yılında TTB 53. Büyük Kongresinde yaptığı konuşmada “Getirdiğimiz uygulamalar sayesinde hekimin eli hastanın cebinden çıkacak” diyerek hekimlere duyduğu “sevgi ve muhabbeti” ifşa etti[iv].
2011 yılında dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan “Doktor Efendi” döneminin bittiğini ilan etti[v]:
“Eskiden hastane kuyruğunda sıra gelirse doktor efendi derdi ki: Muayenehaneme gel.”
Türkiye sermaye sınıfı, sağlık sektörünün dipsiz, tükenmez bir altın madeni olduğunu Turgut Özal döneminde keşfetti. Bu madeni işletmek için 25 yılı bulan bir hazırlık süreci gerekiyordu. Büyük sermaye, insan sağlığını paraya tahvil etme sürecinde sahiden çok çalıştı. Sağlığı kazanç ve sömürü enstrümanı haline getirmek için sağlığa bütçeden ayrılan pay kısılarak kamu sağlık kurumları zayıflatıldı, hekimler itibarsızlaştırıldı ve toplumun sağlıkla ilgili beklentilerine “müşteri memnuniyeti” ayarı verildi. Çalışmaz hale gelen sağlık sisteminin sorumluluğu hekimlere yüklendi. AVM veya Köfteci Yusuf işletmesi gibi çalışan özel sağlık kurumları teşvik edildi[vi]. Çok “özenle” yürütülen bu sağlık politikaları sayesinde, 21. yüzyıla girerken, toplumumuzun oldukça önemli bir kısmı sağlık sistemindeki en ağır sorunun “gözü para bürümüş hekimler” olduğu konusunda hemfikir hale getirilmişti[vii].
Hekimler 17-18 Şubat tarihlerinde hekim sendikalarının[viii] öncülüğünde iş bırakma eylemi yapıyorlar/yaptılar. Eylemi Türk Tabipler Birliği ve Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu da destekliyor. Önümüzdeki günlerde iktidar kanadı olumlu bir adım atmadığı taktirde hekim örgütleri 14-15-16 Mart tarihlerinde yeniden iş bırakma eylemi kararı alacaklarını duyurdular.
Hekimler neden bu denli kararlı, öfkeli ve eylemde?
Hekimler için “bıçak kemiğe dayandı” aşamasını geçtik; bıçak kalp, akciğer, büyük damarları delip geçecek noktaya geldi. Tıp fakültesi öğrencileri arasında tiyatro, sinema, müzik, edebiyat vb. alanlardaki uğraşlar çok yaygındı, hepsini bıraktılar; tıpta uzmanlık sınavına çalışıyorlardı, bıraktılar; genç tıbbiyeliler harıl harıl dil öğrenmeye, bildikleri dilleri geliştirmeye çalışıyorlar. Hem tıp öğrencileri hem de genç ve orta yaştaki hekimler var güçleriyle ülkeden kaçmanın yolunu arıyorlar. Hekimler üniversite sınavlarında binde birlik dilime girebilen, çok ağır ve uzun bir eğitim sürecinden geçen, bu ülkenin yüksek vasıflı kişilerinden oluşuyor. Önümüzdeki yıllarda bilgi, beceri ve potansiyeli tomografi cihazının bozulan parçasını değiştirmek, temizliğini yapmak olan kişilerin kalp nakli ameliyatına girdiğini, kanser tedavisi yaptıklarını görecek, MR cihazının düğmesine basma vasfında olan kişilerin, dünyanın en zor mesleklerinden biri olan acil servis hekimi veya aile hekiminiz olarak karşımıza çıkacaklarına tanık olacağız. Evet abartıyorum ama çok değil!
Hekimlerin tamamına yakını, fiziksel saldırı tehdidi altında çalışıyorlar. 5 dakikaya indirilen hasta muayene sürelerinde doğru teşhis koymaları bekleniyor… 36 saati bulan nöbetler, 7/24 süren icapçı nöbetleri, mobingi bir sağlık yönetim enstrümanı olarak kullanan yöneticilerin baskısı, tıbbi donanımı eksik sağlık kurumları ve tüm sağlık sistemindeki arızaların sorumlusu olarak hedef tahtasına konulan hekimler… Teşhis ve tedavide hata yapmanın kaçınılmaz olduğu koşullarda oluşan malpraktis[ix] durumunda yüzyüze geldikleri milyonlarca liralık tazminat davaları… Yazmaya elim varmıyor ama tüm bu koşullarda çalışan hekimler, kendilerine layık görülen ücreti açıklamaya utanır oldular… Bir hekimin tıp fakültesi diplomasına bakarak “Her şeyimi verdim sana, şimdi bir hiçim[x]” demesinin ne denli acı olduğunu hayal etmenizi diliyorum.
Elbette biliyorum, Köfteci Yusuf bir günde binlerce kişiye standart lezzette/kalitede köfte sunabiliyor; nedir, hekimlerden her bir “müşterinin” ağız tadına ve sağlık durumuna uygun köfte yapması bekleniyor. Midesi kaynayan gastrit hastalarına, kolesterol, tansiyon ve şekeri yüksek, kansere eğilimli kişilere, serebro vasküler hastalığı olanlara şıp diye teşhis koyup onlara özel köfte yapması ve boğazlarına kaçmaması için itinayla yedirmesi bekleniyor. Evet elbette biliyorum, ormanda Fantom, 7 kaplan gücündedir ama hekimler Kızılmaske değiller maalesef, 5 kaplandan fazlasıyla baş edemiyorlar!
Özcesi şudur; hekimler görevleri başında saldırıya uğramaktan, kabul edilemez çalışma koşullarından, idari ve politik baskılardan, sistematik olarak itibarsızlaştırılmaktan, mesleğin ağır sorumluluk, çok zorlu ve uzun eğitimine karşılık olmayan ücretlerden yılmış, tükenmiş durumdadırlar. Bu koşullarda hekimlerin her şey güllük gülistanmış gibi yapıp görevlerine devam etmesi beklenemez, beklenmemelidir.
DİPNOTLAR
[i] Kaynak: https://www.birgun.net/haber/doktor-efendi-donemi-bitti-17579
[ii] Kaynak: https://www.milliyet.com.tr/siyaset/doktorlardan-sabunlu-protesto-5263280
[iii] Kaynak: https://www.ttb.org.tr/TD/TD68/2.html
[iv] Kaynak: https://www.evrensel.net/haber/141266/bunlar-nasil-bakan
[v] Kaynak: https://www.milliyet.com.tr/siyaset/doktor-efendi-zamanlari-bitti-1385335
[vi] Bu sürecin sağlık ocağından aile hekimliğine geçiş hikayesi 32 kısım tekmili birden film senaryosu gibidir. Yazacağım bunu…
[vii] Batman filmindeki süper kötü adam Joker’in tarafını tutuyor olsaydım, ayakta alkışlardım bu senaryoyu.
[viii] Hekim-Sen, Tabip-Sen ve Hekim Birliği sendikaları.
[ix] Malpraktis: Bir meslek mensubunun, mesleğini uyguladığı esnada ortaya çıkan hatalı hareketleri, kararları için kullanılan bir terim.
[x] Ginsberg’in Amerika şiirinin girişinden alınmıştır.