Pazartesi, Aralık 30, 2024
spot_img

Haram, Namus, Ambar

Avrupa’yı köşeye sıkıştırmak ve pazarlık yapmak için binlerce mülteci/göçmeni Avrupa kapılarına iten de, para ve siyasi kabul karşılığı geri çeken de Saray/AKP/MHP iktidarıydı. Bu yüzden muhaliflerin bu konudaki tüm taleplerinin, eleştirilerinin, suçlamalarının adresi Saray’dır, Saray olmalıdır

Boğaziçi Üniversitesi’nde kayyım rektöre karşı başlayan ve sonrasında “Laik, bilimsel eğitim, demokratik üniversite” talebine dönüşen ve halen süren direniş sırasında açılan bir sergide Kâbe görseli olan bir afişin yere serilmesi üzerine gerçekleşen tutuklamalarla ilgili Adalet Bakanlığı tutuklanan kişilerin eylem ve durumlarının (LGBT olmalarının) “İslam dini literatürüne göre yasak ve haram olduğu savunması yaptı. Bu yüzden de adli kontrolle salıverilmeleri yerine tutuklanmalarının da doğru ve yerinde olduğunu belirtti.

Geçtiğimiz hafta bir grup genç “sınır namustur” pankartı açarak mülteci/göçmen girişini protesto ettiler. Son günlerdeki yabancı karşıtlığının da etkisinin olduğu bu protestoyu yapan gençler gözaltına alındılar, daha sonra da biri fiziki saldırıya uğradı.

Tayyip Erdoğan; “Türkiye mülteci ambarı değildir” dedi. Bunu ABD’ye, AB’ye bir mesaj olarak söylediği ve bugüne kadar yaptıkları düşünüldüğünde daha fazla fon ve siyasi, ekonomik destek istediği açıktır.

Bu haberleri arka arkaya sıralama nedenimiz Saray/AKP/MHP iktidarının yarattığı kültürel dönüşümü vurgulamaktır. Boğaziçi direnişiyle ilgili Adalet Bakanlığı var olan Anayasa ve yasalara göre görüş bildirmek yerine İslam hukukuna atıf yaparak hem niyet belirtmiş oluyor hem de bir tartışma başlatmak istiyor. Anayasa ve yasalarında laiklik vurgusu olan bir ülkede Adalet Bakanlığı yaptığı bu savunmayla suç işlemektedir. Olağan koşullarda bakanın istifa etmesi veya görevden alınması gerekirken Boğaziçi’ni destekleyen devrimciler, sosyalistler, demokratlar, laik ve bilimsel eğitimden yana olanlar, LGBT’li bireyler din düşmanı, haramdan yana gibi sunularak hedef gösterilmektedir. İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasıyla mesaj verilen kitlelere yönelik bir mesaj daha verilmektedir.

Hudut namustur diyenlerin durumu da savrulmayı göstermektedir. Devletlerin/ülkelerin sınırı namusu değildir. Sınır egemenliğin, bağımsızlığın göstergesidir; dolayısıyla dini veya ahlaki sözcük ve kavramların siyasete, günlük dile baskınlığı arttıkça laiklik, demokrasi, özgürlük, bağımsızlık gibi değer ve kavramlar geri plana itilmektedir. İktidarın bu konuda başta medya olmak üzere tüm araçları kullanarak toplumu dönüştürmeye çalıştığı unutulmamalıdır. Bu yüzden laiklik, demokratik, sosyal, hukuk devleti talebi ve savunusu kültür ve kültürün taşıyıcısı olan dili de içermelidir.

Ambar içinde malzeme, eşya, ürün saklanan yerdir. Tayyip Erdoğan’ın ‘mülteci ambarı’ nitelemesi insana bakışını da yansıtması açısından önemlidir. Bir benzetme olduğu düşünülse de cumhurbaşkanlığı makamında oturan kişinin cansız nesnelerin depolandığı yer olan ‘ambar’ sözcüğünü mültecilerle (insanlarla) ilişkilendirerek kullanması para eden, para kaynağı olan mal olarak gördüğünün de dile vurması olarak görülmelidir.

Bu noktada, Tayyip Erdoğan’ın “Bugün Avrupa ülkeleri hala huzur içinde yaşıyor olmalarını, Türkiye’nin dört milyon sığınmacıyı kendi topraklarında misafir etmesine borçludur” açıklamasına da değinmek gerekiyor. Bu açıklamanın Avrupa’ya bir mesaj vermek için yapıldığı çok açıktır. Daha önce de Avrupa’yı köşeye sıkıştırmak ve pazarlık yapmak için binlerce mülteci/göçmeni Avrupa kapılarına iten de, para ve siyasi kabul karşılığı geri çeken de Saray/AKP/MHP iktidarıydı. Bu yüzden muhaliflerin bu konudaki tüm taleplerinin, eleştirilerinin, suçlamalarının adresi Saray’dır, Saray olmalıdır.

MÜLTECİLİK  HAKTIR

14.6.2021 tarihli değerlendirmemizde “Neo Osmanlıcılık hayalleriyle Ortadoğu, Afrika ve Balkanlar’da izlenen politikaların duvara toslamasının, ABD’de Biden’ın işbaşına gelmesinin etkisi kadar Türkiye’nin 2018’den bu yana giderek derinleşen ekonomik krizinin aşılamamış olması da iktidarının rotasını yeniden batıya çevirmeye zorladı.” derken Saray/AKP/MHP iktidarının Afganistan’da havaalanının güvenliği ve işletmesine talip olması tam da bunun sorucuydu. Batı karşısında güven tazeleme, ABD’nin Halkbank ve S-400 yaptırımlarından kurtulma beklentisi, Suriye ve Libya’daki başarısızlığı telafi etme, iç kamuoyunu dış siyasetle düzenleme, yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesinin sağlanması gibi çok sayıda beklentisi vardı.

Bu arada büyük çoğunluğunu Millet İttifakı’nda yer alan muhaliflerin oluşturduğu mülteci/göçmen karşıtlığı, ülkemizdeki işsizliğin ve yoksulluğun sebepleri arasında Suriye ve Afganistan’dan gelenlerin gösterildiği, giderek yabancı düşmanlığına evrilen bir iklim de yaratıldı. Her ne kadar Afganistan’ı ele geçirdikten sonra Taliban’ın yaptıkları ve medyaya düşen haberler bu iklimi yumuşatsa da ortadan kaldırmış değil.

Ülkemiz dâhil birçok ülkede Afganistan ve Taliban haberleri bir sorunun, haberin, olayın önüne geçerek adeta iktidarlar için bir perde işlevi de gördü, görüyor. Örneğin grevler, işçi eylemleri, Kamu emekçilerinin ve işçilerinin toplu görüşme, toplu sözleşme süreçleri, çiftçilerin eylemleri, Boğaziçi’ndeki kayyım rektöre karşı başlayan ve 7 ayı geçen direniş, çok sayıda insanın ölmesine ve kentlerin yıkımına yol açan seller, yangınlar yeterince tartışılamıyor, gündem olamıyor. Dolayısıyla tüm muhalefetin mülteci/göçmen, Suriye, Afganistan konularıyla birlikte içerdeki sorunları da gündeme getirmek, gündemde tutmak gibi bir sorumluluğu vardır. İktidarın iç siyaseti Afganistan, Suriye gibi dış siyasi konularla boğmasına izin verilmemelidir.

Savaştan veya ekonomik nedenlerle ülkemize gelen veya ülkemizi Avrupa’ya geçmek için kullanan mülteci/göçmenlere yönelen, yöneltilen tepkilerin uzun vadede ırkçılığa, ırkçılığın toplumsallaşmasına neden olmaması için Saray/AKP/MHP iktidarı bu konuda somut davranmaya zorlanmalıdır. İktidar gelenlerin statüsü (sığınmacı, göçmen, mülteci) nerede, ne kadar kalacakları, eğitimleri, geçimleri, uyum süreçleri gibi konuların neler olduğunu açıklamalıdır. Toplam nüfusunun %10’una ulaşan bir mülteci/göçmen varlığı tek başına iktidarın çözebileceği bir durum değildir. İktidarın bu konuyu AB’den fon, ABD’den siyasi destek almak için kullanmasının insani ve etik olmadığı ısrarla vurgulanmalıdır. Bu konuda bizim muhatabımız/hedefimiz iktidar olmalıdır. İktidar BM’yi de dâhil ederek ülkemize sığınmış olanların siyasi statüsünü, uzun vadedeki durumlarını, can ve mal güvenlikleri sağlanarak ülkelerine gönderilmelerinin yollarını aramalı, toplumu bu konularda bilgilendirmelidir.

Muhalefet ise iktidarı bu alandan doğru köşeye sıkıştırma arzusundan vazgeçmelidir. Mülteci/göçmenlik bundan sonra dünyanın gerçekliğidir. Savaş, siyasi baskılar, kuraklık, açlık gibi çok sayıda sebeple insanlar ülkelerini terk etmektedir. Doğduğu yerde yaşama şansı olmayan insanların ölüme terk edilmesi kabul edilebilir değildir. Örneğin 40 yılı aşkın süredir savaş yaşanan Afganistan’da nüfusun %30’u açlık tehlikesiyle karşı karşıyadır. UNICEF’in raporuna göre küresel ısınma ve iklim krizi nedeniyle 2,2 milyar çocuk risk altında bulunuyor. 1 milyar çocuk ise beslenme, temiz su, sağlık, eğitim gibi haklara erişim açısından yüksek risk altında. Bugün ve gelecekte bu çocukların, insanların küresel ısınma ve iklim krizi (veya savaş) gibi nedenlerle yoksunluk yaşamaları, ölmeleri kabul edilebilir değildir. Bu veriler gelecekte bizim de mülteci/göçmen olabileceğimizi göstermektedir. Dolayısıyla kısa vadeli, siyasi çıkar hesaplarıyla, güncel politik kaygılarla yaklaşmak yerine barışı, dayanışmayı, halkların ve ezilenlerin kardeşliğini, hakları, özgürlükleri önceleyen yaklaşımlar ve politikalar üretmek zorundayız.

EMPERYALİSTLER VE HALKLAR

“Göçü ortaya çıkaran koşulları, emperyalizmin ve emperyalizmle birlikte Türkiye’nin payını tartışmak, Taliban gibi bir örgüt karşısında can ve mal güvenliklerini yitiren insanların yaşam hakkını savunmak yerine yaratılan mülteci düşmanlığı ırkçılık boyutlarına varmaktadır. Sınır geçişlerinin denetim altına alınması, gelenlerin kamplarda toplanması, güvenlik taraması yapılması gibi önlemler yerine “gelmesinler” veya “geri gönderilsinler” demek göçmenleri/mültecileri ölüme göndermek anlamını taşımaktadır.” 26.7.2021 tarihli değerlendirmemizde belirttiğimiz bu durum Taliban’ın Afganistan’ı tümüyle ele geçirdiği ilk günden itibaren yaptıklarında görülmektedir.

Taliban her ne kadar uluslararası meşruiyet ve tanınma kaygısıyla başkent Kabil’de ılımlı görüntüler sergilemeye çalışsa da Afganistan’dan yansıyan görüntüler ve gelen haberler özellikle gazetecilerin, sanatçıların ve NATO ve ABD’ye rehberlik, tercümanlık vb. yapmış olanların ev ev arandığı, deyim yerindeyse insan avına dönüştüğü yönündedir. Öyle ki aranan kişinin bulunamaması durumunda şiddet ve baskı aile bireylerine yöneltilmektedir. Örneğin ülkeyi terk ettiği için bulunamayan DW editörünün ailesine şiddet uygulanmış ve bir akrabası öldürülmüştür. Taliban kaçanların teslim olması için aile bireylerine ve akrabalarına şiddet uygularken Afganistan’ı nasıl yöneteceğini de göstermektedir. Şimdiden çok sayıda medya çalışanının ve muhalifin kaybolduğu ve bunları Taliban’ın kaçırdığı haberleri gelmeye başladı.

Bu kadar da değil; bazı kentlerde Afganistan’ın bağımsızlık gününün kutlayan ve Afgan bayrağı açan kitleler üzerine ateş açıldığı ve öldürülen kişiler olduğu haberleri de geliyor. Bu noktada bir parantez açıp; Saray/AKP/MHP iktidarının Kurtuluş Savaşı ve ülkenin kurucu liderlerine ve Cumhuriyet’in simge ve sembollerine yaklaşımı ile Taliban’ın Afganistan’ın bağımsızlık gününü kutlayanlara yaptıkları arasındaki benzerliği de görmemiz gerekiyor.

Geçtiğimiz hafta Kabil Havaalanı’ndan geçilen görüntü ve haberler arasında Taliban ve yandaşları dışındaki herkesin ülkeyi terk etmeye çalıştığı, kendileri kaçmayan ailelerin küçük çocuklarını yabancı askerlere vererek çocuklarını kurtarmaya çalışmaları da vardı. Tam anlamıyla bir dramın yaşandığı Afganistan’da açık açık şeriat uygulayacağını, kızların okumaları, kadınların çalışma yaşamındaki yerleri konusunda ulemanın karar vereceğini söyleyen Taliban yönetimini resmi veya fiili olarak tanıma yönündeki açıklamalar ise “batılı değerler”, “insan hakları” vb. kavramlarla dünyaya yön vermeye çalışan emperyalist ülke ve örgütlerin maskelerini de düşürdü. İkiz Kulelere saldırının ardından “terörle mücadele” etmek adına Afganistan’ı işgal eden ABD ve NATO üyesi bazı ülkelerin yetkililerinin yaptığı “Afgan halkı kendilerine verdiğimiz şansı kullanmadı” açıklaması bir başarısızlıktan çok Afganistan’ın ‘medeniyet götürülmeye muhtaç bir ülke” olarak görüldüğünün, sömürgeci bakış açısının bir yansımasıdır.

ABD’nin ve müttefiklerinin Afganistan’da başarısız oldukları ya da Taliban’ın emperyalizmi yendiği gibi değerlendirme ve açıklamaları da doğru bulmadığımızı belirtmeliyiz. Her şeyden önce Taliban antiemperyalist olmak bir yana emperyalizmin Pakistan eliyle yaratıp, büyüttüğü bir örgüttür. Emperyalizmin Asya’daki öncelikleri ve araçları değiştiği için Afganistan’ı terk ettiğini göz ardı etmemek gerekiyor. Kaldı ki önümüzdeki günlerde emperyalizm destekli fakat Taliban karşıtı yerel bazı güçlerin sahaya sürülmesi ve Afganistan’ın bir iç savaşa itilmesi olasılığı çok güçlüdür. Afganistan’daki farklı etnik grupların ve mezheplerin Taliban yönetimine karşı örgütlenme çabası içinde oldukları haberleri de gelmektedir. Ahmet Şah Mesut’un oğlu Ahmet Mesut “Taliban’a karşı direnebilecek irade, olanak ve özgüvene sahibiz” diyerek batılı ülkelerden destek istedi. Özbekistan’a, İran’a kaçan askerlerin de gelecekte böyle bir direniş içine girme olasılıkları vardır. Özbekistan’a kaçanların savaş uçakları ve helikopterleriyle kaçtığını da unutmamak gerek. Afganistan dışına kaçan asker ve üst düzey yöneticilerin ve kaçırdıkları para, mal, araç gereçler konusunda Taliban’ın talepleriyle ilgili ülkelerin yanıtları gelecek açısından ipucu olarak görülmelidir.

Şu an kesin saptamalar yapmak için erken olsa da ABD’nin işbirlikçilerin Rusya, Çin ve İran’ı kuşatmak ve kendi içlerine tutsak etmek için bile olsa Afganistan’ı ‘kullanmaya’ devam edeceğini söyleyebiliriz. Taliban’ın Çin’le birlikte Özbekistan’a, Tacikistan’a (dolayısıyla Rusya’ya ve İran’a sınır güvenliği için güvence vermesi, bu ülkelere yönelik siyasal İslamcı örgütlerin hareketlerine izin vermeyeceğini açıklaması da bu olasılığın varlığına işarettir. Taliban tarzı örgütler siyasi çizgileri nedeniyle rejim ihraç etmek (tebliği, cihat) ve diğer benzer örgütler karşısında tutunabilmek için uygun ortam ve zamanı beklerler.

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi