Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

Vilhelm Hammershøi’nin Sessizce Konuşan Resimleri

Hammershøi çekingen dünyasındaki şiirsel ve yalın odalarına günün her saati sessizce girmemize izin veriyor. Belki de kendi iç mekanlarımızda sessiz, sakin bir yolculuğa çıkmamıza sebep oluyor

Bu yazımda sizi İskandinav diyarından sevdiğim bir ressam ile tanıştırmak istiyorum. Danimarkalı ressam Vilhelm Hammershøi’nin resimleri beni her zaman çekmiştir. Yalın, sessiz, az figürlü ve meditatiftir resimleri. Renk paleti grilerin yanı sıra doymamış sarılar, yeşiller ile diğer koyu ve soğuk tonlardan oluşan sınırlı renkler ile karakterizedir. Çoğu resmi iç mekânlarda, genellikle Kopenhag’daki evinin odalarında geçer. Tabloları her ne kadar ‘’neşeli’’ renklerden oluşmasa da, figürsüzlüğü ve sessizliğiyle melankoliyi çağrıştırsa da, bana göre şiirsel ve rahatlatıcı bir etkiye sahipler. Okumalarıma göre çoğu seveni de benim gibi düşünüyormuş bu arada. Ressam kendine ve resimlerine ait konuşmaktan imtina etmiş hep. Eserlerindeki manayı izleyicisine bırakmış, zihninden ne geçtiyse onu aktarmış tuvallerine. Teknik kısmını bir yana bırakırsak resim okumak da böyle değil midir zaten; ressamın gözünden, zihninden ve yüreğinden geçenleri, izleyicinin kendininkileriyle harmanlayıp içe yansıtması.

Vilhelm Hammershoi minHammershøi’nin gizemli resimlerine göz atmadan önce hayatına uzanalım biraz…

1864 Danimarka doğumlu Hammershøi ülkesinin en iyi sanat okullarına gitmiş, Avrupa başkentlerinde uzun süre kalmış ve eserleri 1889 ve 1900 dünya fuarlarında sergilenmişti. Kütüphanesi sanat dergileriyle dolu olan ressam, resimde bir devrim olduğunu biliyordu, ama bunu görmezden gelmeyi seçerek kendi tarzını yaratmayı seçmişti. Resimlerinin figürleri kendi yakın çevresinden, aile ve dostlarından oluşan sınırlı bir çerçeveye sahipti. Bu seçimini belki de içe dönük ve utangaç bir kişiliğe sahip olmasıyla ilişkilendirebiliriz. Bu bağlamda Hammershøi 17 yaşına kadar temalarını seçmişti: aile ve yakın arkadaş portreleri, iç mekânlar ve birkaç manzara.

Hammershøi bir dönem resimlerini çok sevdiğim bir başka ressam olan, Skagen ressamları dediğimiz sanatçılardan Peder Severin Kroyer’in öğrencisi olmuş. Kroyer öğrencisi için şu sözleri söylemiş:

“Bir öğrencim hiç anlayamadığım, tuhaf resimler yapıyor. Fakat ben asla onu düzeltmeye çalışmıyorum. Çünkü inanıyorum ki bir gün çok önemli bir sanatçı olacak.”

Bu sözlere baktığımızda Kroyer Hammershøi’deki değişik ışığı ve yeteneğini görmüş besbelli. Ve onu düzeltmeye çalışmaması, Hammershøi’nin özgürce çalışabilmesi için yerinde bir hocalık davranışı olmuş.

Vilhelm 1891’de ressam arkadaşı Peter Ilsted’ın kız kardeşi Ida Ilsted ile evlendi. Ida onun gelecekteki birçok eseri için ilham kaynağı idi ve genellikle resimlerinde görülen yalnız figürü oldu. Ida’nın annesi ruhsal hastalığa sahip bir kadındı. Bu yüzden ressam, eşinin bu durumdan daha fazla etkilenmemesi için bir an önce evlenmeleri gerektiğini düşünmüş. Ida belki de annesinden aldığı mirasla biraz ‘’ateşli’’ bir mizaca sahipmiş. Onun dışında çiftin sessiz sakin bir hayatları olmuş ve hiç çocukları olmamış.

Ida
Hammershøi’nin eşi Ida’yı nişanlılar iken resmettiği portre, 1890

Vilhelm Hammershøi, Carl Holsøe ve Peter Ilsted ile birlikte 20. yüzyılın başlarında Danimarka’nın önde gelen sanatçıları olarak görülüyordu. Her üç sanatçı da 1891’de kurulan ilerici Sanatçılar Derneği, Serbest Sergiler’in (Den Frie Udstilling) üyesiydi. Bu üç sanatçının resimlerini incelediyseniz eğer, üçü de “Güneş Işığı ve Sessiz Odalar” temalı resimlerini incelikli renklerle boyamalarıyla ünlüdürler.

Gunes Isigi
Peter Ilsted, Güneş Işığı
Pencerede Bekleyis
Carl Holsøe, Pencerede Bekleyiş

Vilhelm henüz 21 yaşındayken kız kardeşini resmettiği portreyle yıldızı parlayan bir ressam oldu. Resimdeki doğallık ve yalınlık onu öne çıkartan ve diğer çağdaşlarından ayıran özellikleriydi. Hammershøi kız kardeşini resimlerinde pek çok defa model olarak kullandı. Aşağıda kız kardeşini resmettiği önemli bir resminden de bahsedeceğim. Önce Ida ile ilgili resimlerinden bahsedeyim. Dediğim gibi Ida ressamın bir nevi ilham perisi ve baş modeliydi. Onu genellikle sırtı dönük ve siyah elbiseler içinde resmetti. Resimlerindeki diğer kadın figürler de genelde siyah giyimlidir. Ressam sanatına dair bir açıklama yapmayı hiçbir zaman tercih etmediği için bu konu hakkındaki yorumlar şöyledir ki; dönemin gelinlikleri de siyah renkte imiş. Böyle olunca da dönem kadınlarının kıyafet seçimlerinde de siyahı tercih etmiş olmaları o dönemin kıyafet stili olabilir.

Anna Hammershoi
Anna Hammershøi

Aslında bu yazıyı yazmama sebep olan Ida’nın aşağıdaki resmi. Hammershøi uzun süre yaşadıkları Strandgade 30 no.lu evlerinde yapmış bu resmi. Neden sebep derseniz, resim araştırması yaparken karşılaştığım bu resimde ilgimi çeken detaylar olmuştu. Oyuncu ve gezgin Michael Palin’in BBC4 kanalı için yaptığı ‘Hammershøi’nin Gizemi’ adlı belgeseli izlerken resim hakkında şöyle bir yorumu var Palin’in;

‘’Bu resimde karanlık bir Freudyen psikodramasına bakıyor olabiliriz, ya da yüzyılın başında bir öğleden sonrasına.’’

Bu sözleri duyduğumda resmin bana neler çağrıştırdığına baktım. Ressamın hayatından ve resme verdiği hiç bilemeyeceğimiz anlamdan bağımsız olarak, ilk önce kadın varlığının evin içine hapis olması düşüncesi geçti aklımdan. Kapalı kapılar ve koyu renkler de baskın olarak bu düşünceme sebep oldu tabii. Ida’nın arkası dönük oluşu, izleyiciyle temas kurmaması bile kadının gözlerden kaçırılmış olduğu hissini uyandırdı bende. Resimde büyük bir boşluk ve sadelik var. Koyu ahşap masada tek bir eşya bile yok. Sanki zamansız bir mekan. Gerçi, resimleri hep zamansız gibidir ve kapalı ya da açık kapılarla, eşyanın minimum olduğu odalarla bezelidir. Fakat her ressamı ve hayatını tanıdıkça düşünceleriniz değişiyor elbet. Yine de bence bir resmi okumak için, hep vurguladığım gibi teknik bilgiden ya da ressamı tanımaktan önce, bize yansıyanların iç dünyamızdaki karşılığı daha önemli. Tabii ressamı tanıdığımızda bu iş daha keyifli bir hale geliyor ki, bu da resme olan ilginiz varsa daha da içeri dalmanızı gerektirecek bir sebep.

Strandgade
İç Mekân, Strandgade 30, 1899

Vilhelm’in eşini resmettiği ‘Ida Mektup Okurken’ adlı resmine dair önemli bir parantez açmak istiyorum. Resme baktığımızda Johannes Vermeer’in ‘Mektup Okuyan Kadın’ resmini çağrıştırıyor bize. Masa yanında ayakta duran, ensesinde toplu saçlı iki farklı dönemin kadını. Aslında bu çağrışım bir tesadüf değil, çünkü Hammershøi 1887 yılında genç bir öğrenciyken Hollanda’yı ziyaret ediyor. Vermeer ve Rembrandt gibi Hollandalı ressamların resimleriyle dolu olan Rijksmuseum’da 17. Yüzyıla ait birçok iç mekân resmiyle karşılaşıyor. Günlük hayatı içeren resimler ona ilham veriyor. Vermeer’den 220 yıl sonra o da aldığı ilhamla kendi tarzını yansıtıyor tuvallerine. Bu yüzden kendisine modern Vermeer de deniyor.

Ida Mektup
Ida Mektup Okurken, 1899 / Johannes Vermeer, Mektup Okuyan Kadın, 1662-1663

Örneğin Hammershøi’nin ‘Beş Portre’ adlı resminin ilham kaynağının Rembrandt’ın ‘Kumaşçılar Loncası Kurulu’ adlı resmi olduğu söylenir. İki resim karşılaştırıldığında Hammershøi’nin kendine özgü tarzı açıkça fark edilebiliyor. Bu büyüleyici resim, pencerelerin önünde gece bir masanın etrafında oturan beş meslektaşı gösteriyor. Karl Madsen, Willumsen’in sağında. Masanın önünde profilde Hammershøi’nin kardeşi Svend görülüyor. Resmin kenarlarındaki iki meslektaş, mimar Thorvald Bindesbøll ve ressam Carl Holsøe. Diğer bir figür ayaklarını bir sandalyeye uzatıyor ve ayakkabıları resme çarpıcı bir üç boyutlu gerilim veriyor. Grup, geç ama son olmayan bir akşam yemeğinin ardından akşam yemeğinden sonra bir şeyler içmek için toplanmış gibi görünüyor. Resmin karanlığı, Hammershøi’nin iç mekânlarının çoğunun açıklığıyla tezat oluşturuyor. Bu grup portresinin en dikkat çekici yönü, Rembrandt’ın eserinde olduğu gibi kimsenin kimseyle etkileşime girmemesi. Her figür tamamen kendi düşüncelerine dalmış görünüyor.

Bes Portre
Vilhelm Hammershøi, Beş Portre, 1901
Kumascilar Loncasi Kurulu
Rembrandt, Kumaşçılar Loncası Kurulu, 1662

Yine Vermeer’in ‘Dantelci’ adlı resmi, Hammershøi’ye kız kardeşini model olarak kullandığı ‘Dikiş Yapan Genç Kız’ adlı resmini yapması için ilham vermiş. İki ressamın da iç mekânlarında kendine özgü bir durgunluk ya da hareket hali, renk yalınlığı ya da bol renkliliği tarzlarının yansımalarını oluşturuyor. Hammershøi’de neredeyse bir hareketsizlik hâkimken Vermeer’de yavaş da olsa akan bir hareketlilik göze çarpar. Hammershøi resimlerinde zamanı sanki durdurmuş ve izleyicisini içeri davet ediyor. Sessizliğin ortasında, minimal döşeli odalarında içeri sızan ışık ve gölgeler eşliğinde dingin bir ortama davet bu. Kapalı beyaz kapıları açmamızı, içlerinde ne olduğunu kendi zihnimizde keşfetmemizi bekliyor gibi.

Dikis Yapan Genc Kiz
Dikiş Yapan Genç Kız, 1887
Dantelci
Johannes Vermeer, Dantelci, 1669-1671

Hammershøi’nin Rembrandt’ın eserlerinden etkilendiğine dair bir karşılaştırmaya bakalım. Sanatçı Rembrandt’dan yaklaşık üç yüzyıl sonrasında aldığı ilhamı kendi stüdyosuyla birleştirmiş. İki farklı zamanın ressamı, kendi teknikleriyle ve stilleriyle, zamana benzer tablolarını bırakmışlar. Resim sanatı açısından bu tür heyecan verici etkileşimlerin izleyicilerin tanıklığıyla buluşması, bence zaman ve mekân ile birlikte bize tarihi güzellikler sunuyor.

Rembrandt Sanatci Studyosunda
Rembrandt, Sanatçı Stüdyosunda, 1628
Sovale ile Ic Mekan
Hammershøi, Şövale ile İç Mekân, 1912

Shakespeare’in Hamlet oyununda Elsinore adıyla geçen kaleyi de resmetmiş Hammershøi. Bramsen, Helsingør’daki Kronborg kalesinin çizgi ve gölgeleri öylesine fotoğrafik ki, neredeyse bir foto kartpostala bakıyoruz hissi uyandırıyor. Resim çarpıcı bakış açısı ve incelikli renkleriyle tam anlamıyla bir başyapıt.

Kronberg Kalesi
Kronberg Kalesi, 1897

Portrelerin ve mimarinin başarılı bir ressamı olmasına rağmen, Hammershøi en çok ışığın yalnız odalar üzerindeki etkilerini gösteren resimlerle ünlüdür. Çalışmalarındaki pencereler çoğu zaman iç dünyayı dış mekânlardan gizleyen bir örtü görevi görür. Pencerelerin gösterildiği iç mekânlarda, genellikle izleyiciden çok uzaktırlar veya tablonun ötesindeki dünyadan herhangi biri görülemeyecek kadar dış ışıkla aydınlatılmıştır. Dış dünyanın ayrıntıları zaman zaman Hammershøi’nin pencerelerinden görülebilir hale gelir, ancak bunlar daha çok fiziksel olarak pencerelere yakın olan nesnelerdir. Veya puslu, rüya gibi yarı soyutlama durumunda temsil edilirler.

Ay isigi Strandgade
Ay ışığı, Strandgade 30, 1900-1906

Hammershøi bu salonu Kopenhag’daki dairesinde sabah, öğle ve gece tasvir etti. Gece sahnesinde, ay ışığının etkisini yakalamak için derin lavanta tonları ve kadifemsi fırçalarla çalıştı. Mekânın boşluğu, aydınlatmanın niteliklerini ve mimarinin geometrik desenlerini vurguluyor. Güneş ışığının mükemmel bir biçimde odaya yayılan ışınları gerçekten de iç açıcı. Pencereden, avlunun karşısında sanatçının dairesinin başka bir bölümünü de görebiliyoruz. Hammershøi’nin evindeki çeşitli odaların iç sahneleri ona “sessizlik ve ışığın” ressamı olarak uluslararası beğeni kazandırdı.

Gunes Isinlarindaki Toz Tanelerinin Dansi
Güneş Işınlarındaki Toz Tanelerinin Dansı, 1900

Hammershøi’nin iç mekân resimlerinin yaklaşık altmışaltısı, 1898’den 1908’e kadar yaşadığı Strandgade 30’daki dairede geçer. Bu, o dönemdeki toplam üretiminin neredeyse yarısına karşılık geliyor. Yine üstteki odanın aynı açısında bu sefer sanatçının eşi Ida’yı görmekteyiz. ‘Strandgade’de iç Mekân, Yerdeki Güneş Işığı’ adlı resimde Ida yine bize sırtı dönük olarak oturmuş. Küçük bir masa, bir sandalye ve iki küçük tablo. Odalarda bu kadar az eşya ve objeyle, çoğunda tek bir figür barındırması bizi direkt pencerelere ve ışık-gölgelerin rüya gibi güzelliklerine götürüyor. Sanat eğitimcisi Annette Rosenvold Hvidt Hammershøi’nin yalın ve şiirsel resimleri hakkında şöyle söylüyor;

‘’Birçoğumuz yoğun günlük yaşamlar sürdürüyoruz ve büyük miktarda bilgiyi işlememiz gerekiyor. Hammershøi’nin eserlerine bakmak, yavaşlamanızı ve dünyanın güzelliğini hissetmenizi sağlar.’’

Gerçekten de bu sözler sanatçının resimlerinin meditatif etkisini çok iyi açıklıyor. Durup dinlenme molası gibiler adeta.

Yerdeki Gunes Isigi

Strandgade’de iç Mekân, Yerdeki Güneş Işığı, 1901

Amerikalı ressam James Abbott McNeill Whistler ise kesinlikle Hammershøi’nin en etkilendiği sanatçılardan biri. Öyle etkileniyor ki, Whistler’ın annesini resmettiği portrenin bir benzerini de kendi annesini model alarak yapıyor. Whistler ile ilgili şöyle bir anısı da var hatta… Hammershøi bir dönem Londra’da yaşıyor. Çekingen mizacı yüzünden Londra’da kaldığı süre boyunca çoğunlukla kaldığı odanın camından görülen British Museum ve müzeye bağlı sokağın manzarasını çiziyor. Whistler ile tanışmayı çok istiyor ama çok da utanıyor. Bir gün tüm cesaretini toplayarak Whistler’ın kapısına gidiyor. Kapıyı çalıyor ve büyük bir heyecanla kapının açılmasını bekliyor. Fakat kapı açılmıyor çünkü Whistler evde yok. Büyük bir hayal kırıklığı ile odasına geri dönüyor Hammershøi. Onun için o eve gitmek ve o kapıyı çalabilmek o kadar büyük bir şeymiş ki ressam bunu yapmaya bir daha da cesaret edememiş.

Hammershoi Whistler
Hammershøi, Frederikke Hammershøi / Whistler, Whistler’ın Annesi, (Gri ve Siyah No.1)

Hammershøi’nin iç mekânlarının çoğunun arkadan görüntülenen Ida’nın bir temsilini içerdiğinden bahsetmiştim. Bu tasvir biçimi, Alman Romantik resminde kullanılan Rückenfigur ‘dur (“arkadan görülen figür”). Figürün sırtı izleyiciye dönüktür, karşısındaki açık alana doğru bakar. En karakteristik uygulayıcısı Caspar David Friedrich’tir. Friedrich’in Rückenfigur’unun çoğu manzaralardadır, ancak bazen iç mekânlardadır. Aşağıdaki resimde Friedrich’in Penceredeki Kadın (1822) ile Hammershøi’nin Uzun Pencereler (1913) karşılaştırması yer alıyor. İkinci resim, Hammershøi’nin Strandgade 25’e taşınmasından sonra boyanmış.

Friedrich Hammershoi
Friedrich / Hammershøi

Hammershøi’nin sonraki sanatçılar üzerinde çok az doğrudan etkisi oldu. Ama bunlardan en çarpıcı olanı Edward Hopper diyebilirim. Amerikalı Hopper (1882-1967), Hammershøi’ninkine benzer bir ruh haliyle resimler yaptı. Aynı yalnız sessizliği, basit iç mekânlarda aynı ışık oyununu ve aynı varoluşsal kaygıyı tasvir ederler. Yine de Hopper muhtemelen Hammershøi’nin çalışmalarından habersizdi. İlişkilerine doğrudan bir bağlantıdan ziyade bir yakınlık diyebiliriz. Aşağıdaki resimde Hammershøi’nin Piyanolu İç Mekândaki Ida‘sı (1901) ile Hopper’ın Şehir Güneş Işığı (1954) eserlerini karşılaştırdığımızda bu ilişkiyi açıkça görebiliyoruz.

Hammershoi
Hammershøi / Hopper

Hammershøi’nin manzaralarından biri, Kopenhag yakınlarındaki en güzel parklardan biri olan Deer Park’taki Fortuna’dan. Resim 1901’den kalma olmasına rağmen, atmosfer hiç değişmemiş.

Jaegersborg Deer Park
Fortunen yakınlarında, Jægersborg Deer Park, Kopenhag’ın kuzeyi, 1901

Jaegersborg Deer Park 2

John Berger şöyle söyler; “Resim dünyayı toplar ve eve getirir… Ve bunu yapabilir çünkü görüntüleri statik ve değişmezdir.” Bu tam da Hammershøi ‘nin resimlerini tarif ediyor. Onun çekingen dünyasındaki şiirsel ve yalın odalarına günün her saati sessizce girmemize izin veriyor. Belki de kendi iç mekânlarımızda sessiz, sakin bir yolculuğa çıkmamıza sebep oluyor. Biraz durup nefes almamıza olanak veriyor resimleri. Güneş ışığıyla içimizi aydınlatırken, loş odalarında rahat bir dinlenme sunuyor.

Hammershøi’nin resimlerinin tamamını seviyorum. Hepsini buraya eklemek isterdim ama imkan yok. Linkini aşağıya eklediğim Michael Palin belgeseli sanatçıyı tanımak adına gerçekten güzel bir kaynak. Eğer siz de resimlerini sevdiyseniz, eserlerine göz atmanızı, odalarında gezinmenizi öneririm. Kim bilir; belki size de daha farklı duygular hissettirecektir. Yazımı burada sonlandırıyorum. Sanatın aydınlığıyla kalın.

 Kaynaklar:

BBC4 – Michael Palin and the Mystery of Hammershoi – YouTube

Vilhelm Hammershøi | İç | L712 | Ulusal Galeri, Londra (nationalgallery.org.uk)

Hammershøi | Creature and Creator

The strange, silent beauty of Vilhelm Hammershøi’s paintings (irishtimes.com)

Vilhelm Hammershøi | Ay Işığı, Strandgade 30 | Metropolitan Sanat Müzesi (metmuseum.org)

Bir Cevap Yazın

spot_img