Geçtiğimiz haftanın ve önümüzdeki haftaların önemli tartışmalarından biri sokak üzerinden yapılacak gibi görünüyor. Saray/AKP/MHP iktidarının halkın tepkisinin giderek görünür olması karşısında baskıyı artırdığı, en küçük hak taleplerinde bile bir araya gelen insanlara karşı devlet şiddeti uyguladığı çok açık. Fakat başta yoksullaşmanın giderek yaygınlık kazanması olmak üzere, yasal hakların kullanılamıyor oluşu, iktidar sözcülerinin ve üyelerinin kışkırtıcı söylemleri gibi sebepler nedeniyle tepkiler durdurulamıyor.
İktidar bu gerçekliği gördüğü için uzun zamandan bu yana sokağı ve sokağa çıkanları lanetliyor. Bunun son örneği Tayyip Erdoğan’ın; “Sokaklara döküleceklermiş, ya siz 15 Temmuz’u görmediniz mi?” diyerek sokağa çıkanları ve çıkacak olanları darbeci gibi göstererek, bir yandan da 15 Temmuz’da olduğu gibi iktidar yandaşı militanların karşılık vereceği tehdidiyle korkutmaya yönelik açıklamaları oldu. Hemen ardından Millet İttifakı’nın iki büyük ortağı sokağa çıkmayacaklarını, sandığı bekleyeceklerini açıkladılar. Burada CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun yaptığı ‘Adalet Yürüşü’nün bir sokak hareketi olduğunu, halkın siyasete katılımının sokaktan geçtiğini da anımsatmakta yarar var.
İktidar mevcut koşullarda baskıyı artırmadan, anti demokratik uygulamalara yönelmeden bu düzeni sürdüremeyeceğini biliyor. Fakat Millet İttifakı’nın bu tehdide boyun eğmesi bir yana Anayasa’da yer alan ‘gösteri, toplantı ve yürüyüş hakkı’nı savunmaktan uzaklaşmasının bugün ve gelecek için doğuracağı sonuçları düşünmemeleri, Tayyip Erdoğan’ın Anayasa’yı açıkça çiğnediğini söylememiş olmalarını not etmek gerekiyor. Şu an için söylenebilecek tek şey Saray/AKP/MHP iktidarı Millet İttifakı aracılığıyla toplumsal muhalefeti cılızlaştırırken protesto hakkını da ortadan kaldırıyor. 18.01.2021 tarihli ‘Her Şey İktidar İçin’ başlıklı değerlendirmemizin alt başlıklarından biri “HERKES TERÖRİST HERKES DARBECİ”ydi.
Önümüzdeki günlerde metal işkolu olmak üzere birçok sektörde toplu iş sözleşmelerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle grevler ve mitingler gerçekleşeceği görülüyor. Ayrıca ekonomik kriz nedeniyle işten çıkarmaların yoğunlaşacağı, alım gücünün düşmesi, parasız eğitim ve barınma hakkı talepleri, çevreye yönelik saldırıların yoğunlaşması gibi onlarca nedenle insanların sokağa çıkacağı açıktır. En temel özgürlükler ve haklar konusunda bile insanlara ‘seçimleri bekleyin’ demenin adı demokrasi değildir. Olsa olsa seçimlere kadar iktidara alan açmaktır.
Sokağın Millet İttifakı tarafından da dışlanmasını yalnızca iktidarın çatışma çıkarma kaygısına bağlamamak gerekir. Olası iktidar değişikliğinde devletin yeniden restorasyonu sürecinin sıkı bir kemer sıkma politikalarını da beraberinde getirmesi olasıdır. İktidar değişikliği sonrasında da yıllardır demokratik, ekonomik, sosyal olarak baskılanmış milyonlarca kişinin taleplerini görünür kılmak için sokağı kullanacağını söylemek kehanet değildir. Bu nedenle iktidarın sokağa çıkanları darbeci gibi görme ve hedef gösterip tehdit etmesiyle Millet İttifakı’nın Anayasa’ya bile sahip çıkmayı bırakıp muhalefeti sandıkla sınırlandırması bugünün değil yarının toplum düzeninin şimdiden inşası çabasıdır.
28.12.2020 tarihli; “Adalet, Demokrasi ve 2020’yi bitirirken başlıklı değerlendirmemizde belirttiğimiz gibi; “Faşist rejimlere özgü bir yaklaşımla; ihtiyaç duyulan muhalefet partilerinin de iktidar tarafından yaratılacağının açıklanması şu an var olan muhalefet partilerinin baskı altına alınmaya çalışılacağının veya ‘başka yollarla’ muhalefet edemez duruma getirileceğinin işareti olarak okunmalıdır.” Saray/AKP/MHP iktidarının sözcülerinin muhalefete yönelik söylemlerindeki aşağılama, tehdit, düşmanlaştırma dilinin giderek yoğunlaşacağı görülüyor. İktidar muhalefete yönelik kullandığı saldırgan dil ile aynı zamanda ‘milli muhalefet’ söylemi doğrultusunda toplum üzerinde bir tahakküm kurmayı amaçlamaktadır.
25.10.2021 tarihli ‘İktidar Çözülürken’ başlıklı yazımızda; “İç kamuoyunu, hatta muhalefeti ‘dış düşmanlar’ göstererek hizaya geçmeye zorlarken yoksulluğun, işsizliğin, hayat pahalılığının tartışılmasını da önlemeyi ve bunların sorumlusu olarak ‘dış düşmanları’ suçlamayı seçeceği açıktır.” yazmıştık. İktidar şimdi sokağa çıkarak sesini duyurmayı çalışanları da ‘darbeci’ ilan ederek hizaya çekmeye çalışıyor. Aynı yazımızda; “İçerde ve dışarda güç odakları arasındaki kavganın kazananı kimler olursa olsun kaybedenlerin emekçiler, yoksullar olacağı bu kadar açıkken sosyalistlerin, devrimcilerin, sendikaların, emekten yana olanların dağınıklığı ve ortak bir mukavemet hattı oluşturamamaları en temel sorunumuzdur.” demiştik. Dolayısıyla bugün sokağın halkın kürsüsü, siyaset alanı olduğunu, Anayasal hak olduğunu ısrarla belirtmek zorundayız.
18.10.2021 tarihli ‘Millet Değil Yandaşlar Yiyor’ başlıklı yazımızdaki çağrımızı yinelemekte yarar görüyoruz; “Bu koşullarda sistem içi muhalefetin ‘biz iyi yönetiriz’ önermesinin gerçekte iyileştirmeden ibaret olduğunu görerek yaşamın her alanına müdahale edebilecek bir mukavemet hattı devrimci/ sosyalist bir savaşımı güçlendirmekle kalmaz sağın seçeneğinin sağ olduğu bir dayatmadan kurtulmamızı da sağlar.”
KAZAK HALKI SOKAKTA
Doğalgaz ve akaryakıt ürünlerine yapılan zam sonrası Kazakistan halkı sokağa döküldü. Türkiye’de siyasal konumlanışa göre farklı yorumlar yapılsa da pek dikkate alınmaya bir özelliği vurgulamak gerek. Kazakistan petrol, kömür, doğalgaz, uranyum gibi değerli kaynaklara sahip bir ülke. Dolayısıyla bir anda %50 zam yapılması yıllardır yoksullaştırılan halkın sabrını taşırdı. Bir not düşelim; iktidar bir avuç insanın elinde toplandığında, kaynaklar ve gelir adil bölüştürülmediğinde doğal kaynakların halka bir yararı yoktur. Ola ki doğalgaz bulduğunu açıklayan Saray/AKP/MHP iktidarından beklentiye girenler varsa dönüp Kazak halkına baksınlar. Gösteriler üzerine talepleri tartışmak yerine OHAL ilan edilmesi, halkın demokrasi, özgürlükler ve yoksullukla ilgili taleplerinde ısrarcı olmaları üzerine askere ‘vur emri’ verilmesi karşısında uluslararası alandaki sessizlik ‘anlamlıdır’.
Bu noktada Kazakistan’daki halk ayaklanmasıyla ilgili yapılan açıklamaların içeriği de aynıdır. Fakat iktidarın ve benzer durumdakilerin ikiyüzlülüğünü göstermesi açısından; Suriye, Mısır ve Libya’daki İslamcı ayaklanmaları özgürlük isteği olarak görenlerin Kazakistan’daki ayaklanmayı lanetlediklerini not düşmek gerekmektedir. Benzer biçimde Rusya ve etki alanıyla sürekli çatışma içinde bulunan ABD, NATO dahil birçok ülke ve kurumun Kazak rejimine sahip çıkmaları, Rusya’nın başını çektiği Kolektif Güvenlik Gücü Anlaşması Örgütü’nün asker göndermesine yönelik itidal çağrısı yapmanın ötesine geçmemeleri önemlidir. Belli ki şu an dünyaya yön veren ülke ve kurumlar verili düzeni sarsacak değişikliklerin olmaması konusunda uzlaşmış görünüyor.
Bu uzlaşmanın bir nedeni de Almanya, Hollanda, Fransa gibi gelişmiş, demokratik olduğu söylenen ülkelerle birlikte, Güney Kore, Kolombiya, Şili, Ürdün gibi farklı coğrafyalarda yer alan ülkelerde halkın sağlık, barınma, eğitim gibi temel alanların kamulaştırılmasına yönelik taleplerin sokağa taşmasıdır. Korona salgınının tetiklemesiyle tüm dünyada ekonomik sorunların arttığı, enflasyonun giderek yükseldiği, başta gıda olmak üzere temel ürünlerin üretiminde sıkıntılar olduğu ve durgunluğun tartışıldığı dikkate alınırsa Kazakistan özelinde görünen fakat benzer koşullarda tüm dünya için geçerli olduğunu düşündüğümüz kapitalist, emperyalist güç odakları arasındaki fiili uzlaşma daha net anlaşılacaktır.
YABANCIYA YURTTAŞLIK HALKA AÇLIK
Saray/AKP/MHP iktidarı ekonomik krizden çıkabilmek, hiç olmazsa seçimlerden önce görüntüyü düzeltebilmek uğruna her yolu deniyor. 15 Temmuz darbe girişiminin destekçisi olmakla suçladıkları Birleşik Arap Emirlikleri ile görüşmenin ardından Suudi Arabistan ile de görüşüleceği, hatta swap ve yatırım sözü alındığı haberleri servis edildi.
Suudi muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın İstanbul’da öldürülmesi sonrası Suudi yönetimini cinayetle suçlayan iktidar yapacağı bu görüşmeyle suçlamalarını da geri almış olacak. Orta ve uzun vadede ekonomiye bir katkısı olmayacak, yalnızca günü, iktidarı kurtarmak için gelecek swap ve arazi, konut satabilmek için yapılan işlerde ilke, sınır, değer gibi kavramların önemsiz olduğunu göstermektedir.
Daha önce 250 bin dolar ve üzerinde değere sahip konut alanlara vatandaşlık veren düzenleme yapılmıştı. İktidar yeni bir düzenleme ile Türkiye’ye 3 yıl süreye 500 bin dolar mevduat getirenlere de vatandaşlık verileceğini açıkladı. Kimlerin Türk vatandaşı olmak için Türkiye’ye üç yıl süreyle 500 bin dolar mevduat getireceği tartışma konusu olmakla birlikte, bu kişilere üç yılın sonunda anaparası ile birlikte üç yıllık faiz de verilecek olması ülkenin içine düşürüldüğü hali göstermektedir. Bu kapsamda 1 Ocak’tan itibaren Varlık Barışı’nın süresinin altı ay daha uzatıldığını belirtelim.
YOKSULLUKTA EŞİTLENMEK
Saray/AKP/MHP iktidarının ekonomi politikaları sermayenin tercihlerinin sıkı sıkıya uygulandığı anlamına gelmektedir. Gerek üretim bölüşüm ilişkileri, gerek korona salgınına bağlı durgunluk, gerek vergi politikaları, gerek yasaları çiğnemek pahasına sömürünün derinleştirilmesi gibi onlarca durum bu gerçekliğin sonucudur. Aralık ayı enflasyonuyla birlikte TÜİK’in açıkladığı yıllık enflasyonun 36,8’e yükselmesi, 2021 yılı enflasyonuna yansıtmamak, dolayısıyla Ocak ayında açıklanan memur ve emekli maaş zam oranlarını düşük tutmak için yeni yılın ilk gününden itibaren akaryakıt, elektrik ve doğalgaza yapılan zamlar halkın %80’e yakınının yoksulluk ve açlık sınırı arasına mahkum edileceğini gösteriyor.
Asgari ücrete yapılan zammın bu ay içinde eriyeceği, toplu iş sözleşmesi süren işçilere %20’ler dolayında ücret artışları teklif edildiği, çiftçinin girdi fiyatları nedeniyle üretemez duruma geldiği dikkate alındığında öğrencilerin ‘barınamıyoruz’, emekçilerin ‘geçinemiyoruz’ diyerek sokağa yansıttıkları tepkilerin zamların geri çekilmesi ve ücretlerin iyileştirmesi talepleri ile birleşerek büyümesi beklenmelidir.
Sokağın hem iktidar, hem de Millet İttifakı tarafından ötekileştirilmesi karşısında sosyalist, devrimci, demokrat ve haklardan yana olan muhalefetin ortak noktalar üzerinde bir muhalefet koalisyonu oluşturmaları her zamankinden daha yaşamsal ve ihmal edilemez durumdadır. Yoksulluk, açlık, baskı, yaşam biçimlerine müdahale gibi farklı sorunları yaşayan ve yüzünü iktidar karşıtı muhalefete dönmüş olanların Millet İttifakı’nın ‘sandığı bekleyin’ dayatmasından kurtarılması ancak böyle bir koalisyonla mümkündür. Sokağı fetiş hale getirmeden, meşru ve haklı talepler etrafında tüm güçlerin seferber edilebileceği mukavemet koalisyonu bugün için iktidar karşısında kazanımlar elde edebileceği gibi, Saray/AKP/MHP sonrası iktidar senaryolarında sistemin restorasyonu yerine hakların ve özgürlüklerin en üst düzeye çıkarılabilmesi için de önemli bir mevzi olacaktır.