Yarattığı güçlü, gözüpek ve kararlı kadın kahramanların ona benzediği, romanlarının otobiyografik özellikler taşıdığı söylenir hep. Mor Salkımlı Ev’de anılarını da kaleme almıştır. Geride bıraktığı zengin literatür, sıradışı yaşamı ve renkli tabiatı hakkında epey fikir veriyor.
Resmi tarihimizin Halide Edip’e karşı tutumu ikirciklidir. Ne onu yok sayıp olumsuzlayabilmiş ne de benimseyip bağrına basabilmiştir. Bir yanda Kurtuluş Savaşı’nın Halide Onbaşısı vardır. Diğer yanda, “Amerikan mandacısı” olarak görülmesi meselesi akılları kurcalar. Mustafa Kemal ile ters düşerek hayatının en verimli on beş yılını sürgünde geçirmiş olması da cabası… Gelin hikâyeyi en başından anlatalım.
Halide dünyaya geldiğinde (1884) ikinci Abdülhamit iktidardadır. Küçük yaşta annesini kaybettiği için anneannesinin evinde büyür. Sarayda yüksek rütbeli bir asker olan babası, onu Batılı bir küçük hanım olarak yetiştirmek isterken, büyükanne geleneksel kültür ve terbiyeden yanadır. Bir yandan Amerikan kız kolejine devam ederken bir yandan da evde Kur’an, Arapça, Farsça ve musiki dersleri alır. Lise son sınıftayken özel matematik dersleri aldığı Salih Zeki’den pozitivist düşünceyi, şair ve filozof Rıza Tevfik’ten tasavvuf ve halk edebiyatını öğrenir. Halide’yi ileride Doğu ile Batı arasında kültürel bir sentez arayışına götürecek olan fikirlerin kaynağında, Osmanlı modernleşmesinin yarattığı gerilimler yatmaktadır. Olgunluk döneminde yazdığı Sinekli Bakkal romanı bu karşıt etkileri uyumlulaştırma çabasının en tipik ürünüdür.
GERİCİLERDEN KAÇIŞ
Halide henüz on yedi yaşındayken hocası Salih Zeki ile evlenir ve genç yaşta iki oğul sahibi olur. İkinci oğullarına Rus donanmasını hezimete uğratan Japon amirali Togo’nun adını verirler. 1908 tüm ülke için olduğu kadar Halide Edip için de önemli bir yıldır. Meşrutiyet’in ilanıyla birlikte çeşitli gazete ve dergilerde makaleler yazmaya, kız mekteplerinde öğretmenlik yapmaya ve ilk romanlarını kaleme almaya başlamıştır. 31 Mart Vak’asında gericilerin hedefi haline gelmekten çekindiği için Mısır’a kaçar.
İstanbul’a döndüğünde Salih Zeki ile dokuz yıl süren evlilikleri, eşinin ikinci bir kadınla nikâh kıymaya kalkışması üzerine sona erer. Boşanma kararını vermesi ve hayatına kaldığı yerden devam etmesi hiç kolay olmamıştır. Mina Urgan, kadın kadına bir sohbette Halide Edip’in “Ben bir tek erkeği sevdim ömrüm boyunca. O tek erkek de altı ay sonra benden bıktı. Beni aldatmaya başladı” dediğini naklediyor (Bir Dinozorun Anıları, s.204).
Osmanlı İmparatorluğu’nun son on yılında eşit haklar talep eden kadın hareketlerinin doğmaya başladığını, Halide Edip’in de Teali-i Nisvan Cemiyeti’nin kurucuları arasına katıldığını görüyoruz. Türk Ocağı çevresinde Ziya Gökalp, Yusuf Akçura gibi milliyetçi yazarlar ile tanışması da aşağı yukarı aynı yıllara rastlar. 1912’de tefrika edilen Yeni Turan adlı romanında süssüz, boyasız, kurşuni giysiler içindeki kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olduğu ve omuz omuza çalıştığı, ütopik bir toplum tasavvur eder.
ŞÖVENİZME KARŞI
Halide Edip, Yeni Turan’a, “Türkiye’nin bütün çocukları”nı, yani Türkleri, Arapları, Ermenileri, Rumları çağırır. İdare sisteminde şovenliğin olmadığı bir Türkiye hayal eder. Turancılık, milliyetçilik, feminizm ya da Türkiye’nin modernleşme süreci; Halide Edip, etkisi altında kaldığı fikrî ya da politik akımları daima kendine özgü bir renkle yorumlamıştır.
Cemal Paşa’nın daveti ile 1916’da Suriye’ye giden yazar, kız okullarının açılması ve savaş yetimlerinin durumu ile ilgilenir. Orada bulunduğu sırada babasına verdiği vekâlet ile Bursa’da, Doktor Adnan Adıvar ile nikâhları kıyılır. Evlilikleri Adnan Bey’in ölümüne dek (1955) sürecektir.
15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali, İstanbul’da düzenlenen mitinglerle protesto edilir. Konuşmacı olarak kürsüye çıkan Halide Edip, “İnsanın hayatında, sabahı olmayan gece yoktur. Yarın, bu korkunç geceyi yırtıp parlak bir sabah yaratacağız” sözleriyle halkı direnişe çağırır. Meşhur Sultanahmet mitinginde sarf ettiği “Milletler dostumuz, hükümetler düşmanımızdır” ifadesi, onun milliyetler meselesine bakışını da özetler.
İstanbul’un işgalinden sonra haklarında idam kararı çıkarılanlar arasında Mustafa Kemal ile birlikte Halide Edip ve eşi de vardır. Ancak onlar İstanbul’u at sırtında terk etmiş ve Ankara’ya varmışlardır bile… Kurtuluş Savaşı’nda gazetecilik, çevirmenlik, hastabakıcılık gibi görevler üstlenen Halide Edip, mücadele yıllarını Ateşten Gömlek ve Vurun Kahpeye romanlarında hikâye eder.
LİNÇ KAMPANYASI
Halide Edip ve Adnan Adıvar, Takrir-i Sükûn Kanunu’nun 4 Mart 1925’te kabulünden sonra Türkiye’yi terk etmek zorunda kalırlar. Görünürdeki anlaşmazlık, kurucusu oldukları Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmış olmasıdır. Adnan Bey İzmir suikastı girişiminden sonra kurulan İstiklal mahkemesinde gıyabında yargılanarak beraat eder. Fakat dostları Cavid Bey olayın baş sorumlusu olarak asılır.
Halide Edib’e göre suikast girişimi, “Gazi tarafından oldukça hantalca düzenlenmiş bir düzmece”dir. İktidarla aralarındaki çekişme, Kurtuluş Savaşı anılarını kaleme aldığı kitabın (Türk’ün Ateşle İmtihanı) yurt dışında basılmasıyla alevlenir ve Türk basınında yazara karşı bir linç kampanyası başlatılır. Ne babasının Yahudi’den dönme olduğu kalır, ne yosmalığı, ne acuzeliği. O sıralar Mustafa Kemal ile evli olan Latife Hanım’ı kıskandığı bile yazılır. “Mebusluk mu istiyordunuz? Vekillik mi? Yoksa maazallah daha büyük bir şey mi?” sorularıyla yazarın siyasi birtakım hırsları olduğu ima edilir. Bugün olduğu gibi o gün de bir kadına milletvekili ya da bakan koltuğu çok görülmekte, siyasi hedeflerinin olması ayıp sayılmaktadır.
Adıvarlar, Atatürk’ün ölümünden sonra İnönü’nün davetiyle Türkiye’ye dönerler. Halide Edip, İstanbul Üniversitesi İngiliz Edebiyatı profesörlüğüne getirilir. 9 Ocak 1964 günü, geride nice öğrenci ve onlarca eser bırakarak hayata veda eder.