Geçen haftanın en önemli gelişmesi, hiç kuşkusuz, altılı masada yaşanan ‘siyasal deprem’ oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine sayılı gün kala, Akşener’in hamlesi ile altılı masada kırılan siyasal fay hattı, Erdoğan sonrası “yeni bir siyaset merkezi inşa etme” sürecinde büyük bir krize yol açtı. Bu krizin aşılıp aşılamayacağı, ortaya çıkan krizin Erdoğan’ı sandıkta gönderme planlarında bir değişiklik yaratıp yaratmayacağını hepbirlikte göreceğiz.
Ancak İYİ Parti Genel Başkanı Akşener’in Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı adaylığına nezaket sınırlarını da aşacak şekilde itiraz ederek masadan kalkması ve CHP’li iki büyükşehir belediye başkanının adaylıklarına işaret etmesi, önümüzdeki sürecin bir dizi siyasal artçı sarsıntıya ya da yeni siyasal depremlere gebe olduğunun işaretini veriyor.
Somut olarak, Akşener vakasında özellikle sosyal medyada paylaşılan doğruluğu ya da yanlışlığını test edemeyeceğimiz kimi iddialar (Erdoğan’la görüştüğü, 5’li çete ile, Ağar ile görüştüğü vb) üzerine uzun uzun durmanın bir yararı yok.
Bu iddialar doğru da olabilir yanlışta. Her seçim sath-ı maillerinde çeşitli nedenlerden kaynaklı bir dizi pazarlık, transfer, yön değiştirme olabileceği her zaman ihtimal dahilinde olduğudur. Bu tür gelişmeler kimi zaman 70’li yılların Güneş Motel* vakıasında olduğu gibi kamuoyuna doğrudan yansır, çoğu zaman ise, kapalı kapılar ardında gerçekleştikten uzun zaman sonra etkileri ortaya çıkar. Ancak her durumda, Akşener’in bu hamlesinin üzerinde olası siyasal sonuçları nedeniyle durulması gerekiyor. Mevcut ‘siyasal krizin’ aşılıp aşılamayacağını kestirmek sıcağı sıcağına çok zor olsa da mevcut krizin özellikle seçim sath-ı mailinde önemli sonuçları olacağı açık.
Hangi neden ve gerekçeyle yapılmış olursa olsun, son tahlilde, Akşener’in bu hamlesi, Erdoğan’ın elini hem siyaseten hem de sandık açısından güçlendiren bir hamle olmuştur. Çünkü uzun zamandan beri, muhalefetin oluşturmak istediği Erdoğan sonrası “yeni burjuva siyaset merkezi” fikri seçimlere çok kısa bir zaman kala büyük bir yara almış, büyük bir krize sürüklenmiştir.
Bu durumun sandığa nasıl yansıyacağını hepbirlikte göreceğiz ancak aylardır, toplumda biriken öfke ve değişim isteğini sandık/seçim ‘çözümüne’ sıkıştırıp, Erdoğan sonrası için toplumun karşısına somut bir değişim programı koyamayan Altılı Masa’nın bugün Saray/AKP/MHP koalisyonu karşısında görünüşteki adaylık tartışması nedeniyle zaafa düşmesi/düşürülmesinin en büyük zararını ülkede değişim bekleyen milyonlar çekecektir.
Tam da böylesi durumlara işaret etmek için, 10 Ekim 2022 tarihinde yayınladığımız ‘Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılına Doğru Seçim Sath-ı Maili’ yazısında: “Ne yazık ki, Türkiye’nin (Cumhuriyet’in) geleceği, Erdoğan ve ittifakları ile, CHP öncülüğünde (Erdoğan’ın iktidar olmasına da vesile olan) 90’lı yıllarda dağılan “burjuva merkezi” yeniden inşa etmeye çalışan ittifak arasındaki güç dengeleri üzerine inşa edilecek.”
Erdoğan’ın uzun süredir Türkiye’de “yeni bir sermaye rejiminin” inşasını dini-mezhepçi bir siyasal toplumsal vizyon ile harmanlamaya çalıştığı açık. Erdoğan’ın bu ikili yönelimi zaman zaman kesintilere uğrasa, ulusal ve uluslar arası eleştirilere maruz kalsa bile, hali hazırda hayata geçirilmeye çalışılan temel siyaset zemini olma özelliğini hala koruyor.
Bugün Saray/AKP/MHP (ve ulusalcılar) ittifakı şeklinde cisimleşen bu bloğun seçimler üzerinden yeni mevziler kazanmasının, halihazırda ülkeyi götürdükleri karanlığın toplumsal meşruiyetini de sağlamaları açısından önemli sonuçları olacaktır.
Uzun yıllardır ülkedeki demokratik kurum ve kuruluşların etkisiz hale getirilmesi, demokratik hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması, demokratik işleyişin parçalanmasının en ağır sonucu, demokrasinin sandığa indirgenmesi oldu.
Böylece demokrasi ufku seçimden seçime “seçmen avı”na kadar daralmış oldu. Bu yüzden, bütün burjuva siyasal oluşumlar nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturduğu iddia edilen “muhafazakar seçmeni” kendi çadırlarına çekmeye çalışan panayır cazgırlarına dönüştü” demiştik.
Altılı Masa’nın Erdoğan sonrası için siyasal sosyal bir değişim programı yerine, sadece rejim krizinin çözümüne odaklanması ve meselenin salt Erdoğan’ın sandıkta ‘gönderilmesine’ indirgenmesinin bütün mantıki sonuçları, Akşener’in ‘kazanabilecek aday’ formülasyonu ile ete kemiğe bürünmüş, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına itiraz ile doruğa ulaşmıştır. Akşener sandıkta kazanamayacağını düşündüğü, ya da kazansa bile kendisinin temsil ettiği değerleri temsil etmeyeceğini düşündüğü bir adaya itiraz etmektedir.
Aslında Akşener, bu çıkışı ile Altılı Masa’nın Erdoğan sonrası için ima ettiği Türkiye’nin ideolojik politik yönelimlerinin (sağa sola kurt işareti yapsa da, bütün ülkücüleri CHP’de toplanmaya çağırsa da) Kılıçdaroğlu tarafından taşınamayacağını haykırmaktadır. Akşener bugüne kadar yüksek sesle dile getirmediği bir gerçeğin altını adaylık meselesi ile çizmiş oldu.
Dedi ki, Erdoğan sonrası olacaksa o da Erdoğansız Erdoğan dönemi olacak!
Akşener aslında, Kılıçdaroğlu ve (O’na akıl verenlerin) CHP’nin merkezi çizgisini sağcılığa, yeni bir tür sağcılıkla yanıt vererek çöken burjuva aklın ve merkezin yerini doldurabilecek yeni bir siyasi kurucu irade haline gelebileceği hayallerine son verdi.
Şimdi Altılı Masa yoluna nasıl devam edecek, bu durumu Erdoğan kendi lehine nasıl kullanacak soruları yanıtlanmayı bekleyen sorular. Şimdiden bu konularda iddialı öngörülerde bulunmaya çalışmanın yanıltıcı olacağı bir sürece doğru giderken, sosyalistler, devrimciler açısından cesaretle Nasıl Bir Türkiye sorusuna güçlü ortak bir yanıt verilmesi gerekir.
Ancak daha önce belirttiğimiz gibi “Ancak post-Erdoğan dönem için iktidar hazırlığı yaptığını iddia eden CHP’li Millet İttifakı’nın “güçlendirilmiş parlamenter sistem”, soyut bir “adalet” söylemi dışında Saray/AKP/MHP ittifakına nasıl bir alternatif oluşturacağı da hala belirsizliğini koruyor. Daha çok Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir araya gelmiş, ülkenin bugün içinde bulunduğu koşulların oluşumunda büyük etkileri ve suçları bulunan (bir şekilde bir dönem siyasal iktidarda görev almış) siyasetçilerin Erdoğansız bir Türkiye’de yeni “küçük Erdoğanlar” toplamı halinde hareket edip etmeyecekleri de belirsizliğini korumaktadır.
Erdoğan sonrası için yeni bir burjuva siyaset merkezi oluşturmak için en büyük çabayı sarfeden hatta bu konuda kurucu insiyatif alan CHP/Kılıçdaroğlu belli ki, ülkede her geçen gün ortadan kaldırılan demokratik hak ve özgürlüklerin, örgütlenmelerin geri kazanılması için bir araya topladığı ittifak ile birlikte iktidar ile bir tarihsel/güncel bir demokrasi mücadelesine girişmek yerine, seçim odaklı, seçimlerde muhafazakar seçmeni Erdoğan hegemonyasından kurtararak inşa etmeye çalıştığı “yeni burjuva siyaset merkezi” etrafında kümelendirmeyi tercih ediyor.
(…)
Eski rejimin neredeyse bir tür “fotoğraf arabı” gibi benzer “devlet ve sermaye rasyonelleri”nin yeniden üretilmesi ile toplumsal formasyon değişiklikleri sağlamaya çalışan Erdoğan sonrası için en güçlü iktidar alternatifi, ne yazık ki, Erdoğan iktidarı ve onu iktidara taşıyan ittifakların ideolojik politik bagajlarını geleceğe taşımak isteyenlerdir.
Belki de, önceki sermaye rejiminin muktedirleri, yeni sermaye rejiminin dışlananları, eski sermaye rejiminin dışlananları da yeni sermaye rejiminin muktedirleri haline dönüştüklerinden sürekli aynı kumaştan dikilmiş iktidar pelerini giymeye çalışıyorlar.
O yüzden Erdoğan’a karşı CHP’nin başını çektiği muhalefetin “sert” çıkışlardan, yüzünü sola dönmesinden daha çok devletin ve sermayenin yeni bir rejim içerisinde yeniden yapılanmasına hizmet edecek “bir yeni burjuva siyaset merkezi” inşa etmeye çalışması geleneksel devlet aklı ve bürokrasisi açısından da daha normal sayılmalıdır.
Bu haliyle de CHP’nin uzun zamandan beri yüzünü sağa dönerek siyaset yapma girişimleri, Erdoğan karşısında yeni Türkiye’nin ideolojik, politik ve toplumsal koordinatları içerisinde “yeni merkezini” inşa etme çabası olarak görülmelidir. (…)
Bu sürecin, içinde kimi eski solcuların, solun çeşitli kesimleri ile yakın ilişkiler kuran kesimlerinin olması, zaman zaman sola meyilli gibi davranması, zihin dünyası “devletin ortak aklının” çitleriyle sınırlı olan CHP eliyle yürütülmesi var olan durumu stratejik olarak değiştirebilecek bir husus değildir.
Erdoğan sonrasında onun yerini alacak “yeni bir sağ koalisyon” inşa etmeye çalışanlar açısından, kendi olası iktidarlarının da en az Erdoğan’ınınki kadar neo liberal, baskıcı, savaş yanlısı ve muhafazakar olacağının sayısız işaretinden söz etmek mümkün.”
Akşener’in çıkışının da bu daha önce ifade etmeye çalıştıklarımızın içerden teyiti manasına geldiği çok açık.
Bugün, burjuva siyaset dünyasının emekçiler, ezilenler ve yoksullar için kendiliğinden bir çözüm getirmeyeceği bir kez daha anlaşılmıştır.
Bursaspor-Amedspor maçı öncesi, maç sırasında ve sonrasındaki faili meçhul cinayetlerin ve 90 yıllardaki şiddetin sembolü olan ‘Beyaz Toros’ göndermesi, faili meçhullerle tanınan Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın posterlerinin açılması, Amedspor taraftar ve futbolcularına yönelik faşist saldırılara yol verilmesi önümüzdeki günlerde toplumsal olayların şiddet merkezlerine dönüştürülme olasılığını gösteriyor.
Statlarda ‘hükümet istifa’ sloganlarına tahammül edemeyen ve sporu siyasete alet etmek olarak gören iktidar ve bileşenleri Amedspor’a yönelik ırkçı saldırıya göz yumarak seçim dönemi boyunca şiddeti her alana yayacaklarını göstermiş oldular.
Sosyalistlerin devrimcilerin böylesi bir tabloda safları sıklaştırmak, kararlılık ve cesaret ile ülkenin topyekün, ırkçı faşist dinci kırması güçlere teslim edilmeye çalışıldığı koşullarda güçlü ve etkili bir sosyalist mukavemet hattı/gücü oluşturmaktan başka bir seçeneği bulunmuyor.
Hem sokakta, hem sandıkta!
(*1977 Türkiye Genel Seçimleri’nde Adalet Partisi’nden milletvekili seçilen 11 vekilin partilerinden istifa ederek Cumhuriyet Halk Partisi’ne kimi bakanlıklar alarak geçmesini ifade eden olay)