Saray/AKP/MHP iktidarının ekonomiden sağlığa, özgürlüklerden eğitime kadar yaşamın her alanını siyasal ve ekonomik rant alanına çevirdiği ve bu politikaların sonucu olarak gücünü kaybettiği artık bilinen bir gerçektir. Özellikle son bir yıl içindeki ekonomik gelişmeler iktidar destekçisi yoksulların da tercihlerini gözden geçirmelerini beraberinde getirdi.
Sokaktaki enflasyonun %60’a dayandığı, döviz kurundaki yükseliş nedeniyle ithal tüketim mallarının fiyatlarındaki anlık değişimler nedeniyle bazı ürünlerin temin edilemediği veya piyasaya verilmediği koşullarda özellikle asgari ücret tartışmaları ve genel olarak ücretlilerin alım gücünün hızla düşmesi bir gelecek kaygısı yarattı. İrili ufaklı işçi eylemleri, kamu çalışanlarının, emeklilerin sokağa taşan tepkileri, üniversitelerin açılmasıyla birlikte yurt sorunu ve yüksek ev kiralarına karşı öğrencilerin ‘barınamıyoruz’ diyerek başlattıkları eylemler iktidarın gündem belirleme gücünü/tekelini de ortadan kaldırmış durumdadır.
Ortaya çıkan ve genellikle ekonomik temelli bu tepkiler ve iktidarın güç kaybetmesi durumu Saray/AKP/MHP iktidarının eskisi kadar kolay rıza üretemeyeceğini gösteriyor. Var olan ekonomik krizin daha da derinleşeceği dikkate alındığında iktidarın tek seçeneği kalıyor; tüm araç ve kurumlarla iktidar eleştirisi yapan, haklarını talep edenlere saldırmak. Bu saldırı kimi zaman medya araçlarıyla itibarsızlaştırılarak, kimi zaman devletin kolluk güçlerini kullanarak, kimi zaman yasaklamalarla, kimi zaman da çalışanları işten çıkararak, öğrencileri yurttan atarak kendini gösteriyor.
Pazar günü üniversite öğrencilerinin Ankara’da yapmak istedikleri barınamıyoruz eylemine yönelik polis saldırısı, yüzden fazla öğrencinin daha Ankara’ya girmeden gözaltına alınması üniversitelerdeki yurt sorununun ve öğrencilerin barınma hakkının ifade edilmesinin bile iktidarı ne kadar rahatsız ettiğini göstermesi açısından önemlidir. Sokak röportajlarıyla iktidarı rahatsız eden Kendine Muhabir, İlave TV ve Sade Vatandaş hesaplarının sahiplerinin gözaltına alınmaları, HDP’ye yönelik baskı ve göz altıların sürdürülmesi, Barolar Birliği seçimlerini kazanan yeni yönetimle ilgili olarak bazı yandaş gazetelerin ‘terör destekçisi’ iftiraları iktidarın daha da saldırganlaşacağının ipuçları olarak görülmelidir. DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin Antalya’da yapmak istedikleri mitingin valilik tarafından yasaklanmasını, zamlar ve bazı malların bulunmamasını stokçuluk olarak niteleyerek yapılan baskınlar, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş özelinde tutuklu muhaliflerin AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen bırakılmamaları iktidarın her alanda baskıyı ve şiddeti artıracağını gösteriyor.
Özellikle Tayip Erdoğan’ın sosyal medyayı demokrasi için tehdit olarak gördüğünü açıklaması ve yeni düzenlemelerden söz etmesi muhalefetin en önemli haber ve iletişim aracı olan sosyal medyaya dönük kısıtlamaların habercisidir. 13.9.2021 tarihli ‘Sermayeye Geç Yoksula Dur’ başlıklı değerlendirmemizde de değinmiştik. “Diyanet İşleri Başkanı’nın sosyal medya düzenlemesinin gerekliliğini söylerken kurduğu “Gençlere kul olduğunu unutturuyor” cümlesi çok önemlidir. Bu cümle nasıl bir insan/yurttaş istendiğini, yaratılmaya çalışıldığını göstermektedir. Ömürleri boyunca harcamayacakları bir servetin/gücün peşinde koşanların en alt düzeyde insani değerleri bile unutmasına sessiz kalan Diyanet ve sözcüsü olduğu iktidar gençlerin kul olmasına istiyor.”
Tayyip Erdoğan’ın Kuran’dan ayet belirterek halkın yaşadığı yoksulluğun, zorlukların sınav olduğunu ve yurttaşları sabretmeye çağırmasının yalnızca bugünler için değil gelecek için de olduğunu göz ardı etmemeliyiz. Saray/AKP/MHP ittifakı ekonomi başta olmak üzere yaşam alanlarında yarattığı tahribat ve ortaya çıkan yoksulluk ve yokluğun daha da yaygınlaşacağı açıktır. 16.8.2021 tarihli değerlendirmemizde belirttiğimiz gibi; “Şu an tüketici fiyatlarına yansımayan üretici fiyatları enflasyonu, normalleşmeyle canlanan turizm ve hizmetler sektörü dışındaki alanlar ve sektörlerdeki daralma, dış borçlar, müşteri/yolcu/araç garantili işler için yandaşlara yapılan ödemeler iktidarın 2023’e varamayacağını gösteriyor.”
AHLAKSIZLIK
AKP’li Numan Kurtulmuş, “Devletin kendisine vermiş olduğu Türk Lirası’nı gidip dövize yatırmak ahlaksızlıktır.” diyerek özellikle kamu bankalarının zararı pahasına dağıtılan ucuz kredilerin nerelere gittiğini de itiraf etmiş oldu. Fakat devlet yönetiminde kuralların, ekonomide bilimin geçerli olduğunu bildiklerinden de eminiz. Göründüğü kadarıyla büyük kısmı yandaş ve iktidara yakın varsıllardan oluşan kredi kullananlar iktidarın beklentisinin dışında hareket ederek dövize yönelmiş durumdadır. Eğer bu söz topluma yönelik algı amacıyla söylenmemişse ancak cehaletle açıklanabilir. Çünkü var olan olanaklarla kimin nerede, ne kadar para hareketi yaptığı açıktır.
22.3.2021 tarihli ‘Çürümeden Çöküşe Doğru’ başlıklı yazımızda belirttiğimiz gibi “Ahlaksızlık Sistemin Kendisinde”dir. Yurttaşları dövizlerini bozdurup TL’ye geçmeye çağırırken yandaş sermayeye verilen yolcu, araç, hasta garantili ihaleleri döviz üzerinden yapıp, ödemek ne kadar ahlakiyse kredi çekenlerin döviz alması da o kadar ahlakidir. Yurttaşların banka mevduatlarına ‘faiz haramdır’ diyerek TÜİK’in enflasyon verisinin altında faiz vermek ne kadar ahlakiyse, devleti %20’nin üzerinde bir faizle borçlandırmak, devletin alacaklarında ‘yeniden değerleme’ diyerek %25- 36 arası artışa gitmek, dövizle iç borçlanmaya gitmek o kadar ahlakidir.
15.11.2021 tarihli ‘Cezası Neyse Veririz’ başlıklı yazımızda; “Belki daha kötüsü yaşanan ilaç krizi; çünkü geçtiğimiz hafta eczanelerde 650 ilacın bulunmadığı haberleri dikkat çekiciydi. İktidar yine şova soyundu ve eczaneleri, ecza depolarını denetime çıktı. Euro üzerinden ithal edilen ilaç fiyatlarında 1 Euro 4 lira 57 krş. sabitlendiği için ilaç ithalatçısı firmaların birçok ilacı getirmemesi veya zorunlu durumlarda kısıtlı olarak getirmesiyle sonuçlanıyor.” demiştik.
Geçtiğimiz hafta TTB başta olmak üzere çok sayıda doktor ve eczacı 700’den fazla ilacın bulunmadığı, ortopedi ve omurga cerrahi için gerekli malzemelerin birçok ilde bulunmadığı ve bu alanlardaki ameliyatların durduğunu açıkladılar. Döviz kurundaki yükseliş doğrultusunda güncelleme ve ilaç tedarikçilerine ödemelerin yapılmaması durumunda önümüzdeki günlerde artan bir sağlık kriziyle karşılaşacağımız açıktır. Elbette tek başına güncelleme ve ödemeler yapıldığında ilaç ve ortopedik araç sıkıntısı çözülmeyecektir; çünkü güncellenen fiyatlar yurttaşların ilaç ve tıbbi araç gerece ulaşımını zorlaştıracaktır. İstanbul ve Ankara’da ucuz ekmek alabilmek için metrelerce kuyruk oluştuğu dikkate alınırsa halkın büyük kısmının 1 liranın bile hesabını yapmak zorunda kaldığı görülecektir.
TTB, SES, İHD, TİHV korona salgını nedeniyle 200 bini aşkın fazladan ölümü ve salgınla mücadelede ihmaller nedeniyle Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, Cumhurbaşkanlığı Sağlık ve Gıda Politikaları Kurulu üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu. 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde yapılan suç duyurusunda Anayasa’da devlete ve hükümete verilen görevlerin yerine getirilmemesi, Sağlık ve Yaşam Hakkı’nın ihlali, sağlık çalışanlarının insani olmayan koşullarda çalıştırılmasına vurgu yapıldı. Tüm toplumu ilgilendiren bu suç duyurusuna sahip çıkmak, emek örgütlerinin, emekten yana siyaset yapanların bu suç duyurusunun takipçisi olmaları gerekmektedir.
“FIRSATLAR” ÜLKESİ
Birleşik Arap Emirlikleri’yle yeniden kurulan ilişki sonrası gerçekleştirilen Katar ziyaretinde Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’na bir gazetecinin “Siz Katar’a bir mali destek mi talep etmeye geldiniz?” sorusu ülkenin ve iktidarın düştüğü durumun dışarıda nasıl göründüğünü de gösterdi. Fakat daha acınası durumu Katar Dış İşleri Bakanı söyledi; “Ekonomik gidişat nedeniyle Türkiye’de ortaya çıkacak fırsatları değerlendiriyoruz.”
Bir zamanlar ’70 sente muhtaç olmak’ olarak ifade edilen kriz ve yoksullukla ilgili olarak 2015 yılında Lütfü Elvan “Önceki yönetimlerin taş üstüne taş koymadığını, yatırım yapamadığını, Türkiye’yi batırma noktasına, 70 sente muhtaç hale getirdiklerini vurgulayarak, bunun için geçmiş günlerin hiç unutulmaması gerektiğini” söylemişti. 2 Aralık’ta Hazine ve Maliye Bakanlığı’ndan istifa eden Elvan bugün için ne düşünür bilemiyoruz, fakat Katar Dış İşleri Bakanı ve Katar ziyaretini izleyen gazeteciler Saray/AKP/MHP iktidarının ülkeyi ne hale getirdiklerini yüzlerine vurdular.
ABD, AB ve Rusya ile istenilen ilişkiyi kuramayan ve bu nedenle beklenen döviz ve yatarımı çekemeyen iktidar son olarak yüzünü Ortadoğu’ya ve Arap Sermayesine çevirdi. Her ne kadar içerde işler yoluna giriyormuş algısı ve propagandası yapılsa da ne BAE’nin ne de Katar’ın iktidarın beklediği paranın gelmeyeceği görülüyor. Kaldı ki Katar’ın Kıbrıs Rum Kesimi ile Akdeniz’de gaz ve petrol arama anlaşması yaptığı ve Türkiye’nin deniz yetki sahasını daralttığı, BAE’nin Suudi Arabistan ve Mısır’ın hassasiyetlerini dikkate almadan hareket etmeyeceği ortadır.
İktidarın Ortadoğu politikalarının öteden beri Arap dünyasında ciddi bir rahatsızlık yarattığı da dikkate alındığında istenen/beklenen para ve yatırımın bedelinin çok ağır olacağı açıktır. Türkiye iktidarın geleceği uğruna yağmaya açılmış, görüşülen ülke yetkilileri de kibar bir dille bunu ‘fırsat’ olarak gördüklerini ifade etmişlerdir.
Üretim politikaları geliştirmek, tasarrufa yönelik adımlar atmak, gelir dağılımında ve vergide adaleti sağlamak yerine içerde yandaşa, dışarıda parayı verene var olan kaynakları yağmaya açmak geleceğimizin yok edilmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bugün verilecek olan mücadele bugünden daha çok yarınlarımız içindir. Ücretlilerin, çiftçilerin, öğrencilerin, işsizlerin “geçinemiyoruz”, “barınamıyoruz” diyerek dile getirdikleri talepler yarınlarımızı da içermektedir. Sosyalistler, devrimciler, emekten ve haklardan yana olanlar olarak tüm bu mukavemet alanlarını bir araya getirecek ve genel talebe dönüştürecek bir siyaseti ve eylem birliğini yaratmamız zorunludur.