Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Geleceğe Not Düşün

iktidar yargı aracılığıyla hukuksuzluğu norm haline getirirken, Gezi Davası üzerinden muhaliflere yönelik kinini, öfkesini ve korkusunu resmiyete dökmüş oldu…

insanların ve toplumların tarihlerinin yazılı olması gerektiğini düşünüyorum. daha sonra birilerinin bizim adımıza, bizim tarihimizi yazmasının, gerçekliği eğip bükmesinin önüne geçmek için olduğu kadar unutmanın da önüne geçmek için gerekli bu… sözünü ettiğim resmi tarih yazımından farklı olarak içinde duygunun, coşkunun, hüznün, yoksulluğun, yalnızlığın, varsıllığın, özlemlerin, beklentilerin olduğu bir tarih yazımı… hiç olmazsa bugün yaşananlar üzerinde yarın birilerinin tepinmesinin, bugün yaşadıklarımızı yarın birilerinin unutturmasının önüne geçmek için gerekli…

yazmak bizim unutmamızın da önüne geçer… bazen gördüğümüz bir fotoğraf, okuduğumuz bir yazı, anlatılan bir anı veya yazıyla unuttuğumuz geçmişten bir şeyleri anımsayıp bugünle karşılaştırmalar yapıyoruz ya, biz yazdığımızda aynı zamanda kendi kişisel ve toplumsal tarihimizin de kaydını tutmuş olacağız… belki günlük tutarak, belki kısa notlar alarak yapabiliriz bunu… (fotoğrafın da kısmen benzer işlevi olabileceğini düşünüyorum)

eğer biz yazmazsak bugün yaşanan binbir çeşit ölümün sorumluları olanlar da unutulacak; eğer biz yazmazsak yaşadığımız açlık ve yokluğun sebebi olan sömürü düzeni de unutulacak; eğer biz yazmazsak bu yeryüzünü talan edenler, insan- hayvan- bitki demeden yaşamın canına okuyanlar da unutulacak; eğer biz yazmazsak iktidar uğruna ölüme gönderilenler, diyar diyar göçmek zorunda kalanlar da unutulacak, eğer biz yazmazsak öldürülen kadınlar, cezaevlerinde tutsak edilen düşünce uçluları da unutulacak; eğer biz yazmazsak sarayların gölgesinde kalmış gecekondulardaki yaşamlar, tüm hakları ellerinden alınmış olanlar da unutulacak; eğer biz yazmazsak iş cinayetlerinde ölenler, kamudan ihraç edilmiş KHK’lı emekçiler, ‘ananı da al git’ denilen çiftçiler, tekmelenen işçiler de unutulacak…

yazmak hesap tutmaktır aynı zamanda. bir yanıyla birey olarak yaşanılanların tarihi, bir yanı yanıyla toplum olarak yaşadıklarımızın tarihi… elbette sorumluların da tarihi… emekçiyseniz yıllarca niçin çalıştığınızı, kadınsanız niçin ayrımcılığa maruz kaldığınızı, mülteci veya azınlık üyesi bir insansanız neden yok sayıldığınızı, çiftçiyseniz neden ürettiğinizle geçinemediğinizi, öğrenciyseniz kurduğunuz düşlerin her geçen gün nasıl paramparça olduğunu… ancak yazılı olarak not düştüğünüzde görebileceksiniz. yoksa yıllar sonra bugünün sorumlusu olanların ardılları ve bu sömürü düzeninin aygıtları aracılığıyla tüm bu yaşananların kaçınılmaz bir durum olduğu anlatılacak…

buraya kadar yazdıklarım daha çok maddi, somut durumlarla ilgili olanlar üzerine; oysa insan olarak duygusal bir yanımız da var (hayvanların, hatta bitkilerin de duygusal olduğunu düşündüğümü belirteyim). insanın duyguları düşünceleriyle birleştiğinde anlamlı duruma geliyor… yoksulluğu somut olarak hepimiz yaşıyor olsak da yoksulluğun aile içinde, eşlerimize, çocuklarımıza karşı davranışlarımızda, onların bize karşı davranışlarında nelere yol açtığını ancak yazarsak kalıcı hale getirebiliriz… “çocuklarım bir şey isteyecek diye onların gözüne görünmemeye çalışıyorum” diyordu yoksul bir işçi… “okula giderken harçlık istemeye utanıyorum” diyordu bir işçi çocuğu… “bize pis diyorlar; oysa biz onların çöplerini toplayarak geçinmeye çalışıyoruz” diyordu bir Çingene yurttaş… “özel okullarda veliler stant stant dolaşıp öğretmen seçiyorlar” diyordu bir özel okul öğretmeni…  “kendi yurdumda mülteciyim” diyordu bir Kürt yurttaş… “üzerimdeki montu ikinci el aldım, belki de ölmüş birine ait” diyordu 15 yaşında bir genç… bütün bunlar insanın bilincinde ve ruhunda derin yaralar bırakan şeyler. fakat daha kötüsü bilinçle karşı konulmadığında insanı insanlıktan çıkarma özellikleri de var. bir süre sonra insan beklentilere girmekten, düş kurmaktan, kendine (ve çevresine) zaman ayırmaktan, kendini geliştirmekten vazgeçer ve bu onun normali olur ki iktidarların ve sermayenin istediği de budur; ye, iç, uyu, çalış…

yazmak bir başkaldırı ve tutunma yoludur. yaşanan olumsuzluklar ve acılar karşısında sorumlulara “unutmayacağım, unutturmayacağım” demektir… yaşanan güzellikler ve değerli anlar karşısında “daha fazlasını yaratmalıyım ve çoğaltmalıyım” demektir… 1 Mayıs’ı yaratanlar kendi tarihlerini yazmamış, o savaşımı verenlerin tarihleri yazılmamış olsaydı egemenler, o günkü tekstil patronları bize o işçileri emek ve insanlık düşmanı olarak sunacaklardı ki o işçilerin tarihleri yazıldığı için sekiz saatlik işgünü için savaştıklarını ve canlarını verdiklerini bu sayede biliyoruz; sermayenin yalanını yüzlerine vurabiliyoruz…

bu yazıyı yazdıktan sonra Gezi Davası kararı açıklandı… Osman Kavala’ya müebbet, Mücella Yapıcı, Can Atalay, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Yiğit Ali Ekmekçi, Tayfun Kahraman ve Mine Özerden’e 18’er yıl hapis cezası verildi… aslında bu gösteriye yargılama, yazılan metne karar demek hukuk kavramının içinin boşaltılması anlamına gelir… iktidar yargı aracılığıyla hukuksuzluğu norm haline getirirken, Gezi Davası üzerinden muhaliflere yönelik kinini, öfkesini ve korkusunu resmiyete dökmüş oldu…

iki gün Gezi Parkı’ndaki eylemlere, daha sonra da yaşadığım kentteki Gezi eylemlerine katıldım… çok sayıda miting, yürüyüş vb. eyleme katılmama rağmen Gezi Direnişi’nin yeri her zaman özel oldu benim için… şairin dediği gibiydi Gezi “Gülemiyorsun ya, gülmek/ Bir halk gülüyorsa gülmektir/ Ne kadar benziyoruz Türkiye’ye Ahmet Abi.”* üstelik katledilen çocuklarımız için de halk olarak, halk gibi ağlamıştık… şimdi iktidar ve yargısı halkın birlikte güldüğü, birlikte ağladığı, halk olduğu Gezi Direnişi’nin görünen ve bilinen isimlerini rehin aldı… iktidarı ‘ikna edecek güçte’ bir toplumsal karşı çıkış başarılamazsa seçimlere kadar sürecek bu rehinelik (iktidarın gideceği varsayımı üzerinden söylemiyorum bunu. iktidarın seçim sürecinde propaganda yapacağı alanları, konuları da yarattığını düşünüyorum).

bugünleri de geleceğe not düşelim… iktidarın iktidarda kalmak uğruna yazılı, sözel tüm insani ve vicdanı değerleri nasıl yok ettiğini, araçsallaştırdığını da ekleyelim notlarımıza…  yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla kalıcı olan düştüğümüz bu notlardır ve çocuklarımıza bırakabileceğimiz en değerli şeyler arasındadır kanımca… ayrıca bizden öncekilere, kendimize ve bizden sonrakilere karşı sorumluluğumuz olduğunu düşünüyorum… ne dersiniz…?

 

     Öğüt**

bilincini taşı

eylem ve özlemine

facia olmamak için kendi kendine

bilmediğini bil yaşamın boyunca

yaşamın ucuz da olsa

 

 

*Edip Cansever, Mendilimde Kan Sesleri

** GÜLMEKLE AĞLAMAK ARASI, adlı kitabımdan, sf:5

Bir Cevap Yazın

Salim Çalık
Emekli Maden İşçisi, Şiir Yazar