Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Geleceğe Bırakacağımız Miras

İktidar ve sermaye bizim işsiz, yoksul, güvencesiz oluşumuzu kullanmakta, yalnızca emeğimizi sömürmekle, çalmakla kalmayıp ömrümüzü çürütmekte, birey olarak tüm insani varlığımızı tüketmektedir…

Mukavemet TV’nin düzenlemiş olduğu 1 Mayıs Nehir Forumu’nu izleyenler fark etmişlerdir; işçi sınıfının işyerinden sokağına, sanatından siyasetine, geçmiş tarihinden bugününe yaşam alanlarına yönelik üç günlük bir tartışma, bilgi aktarımı ve önermeler yapıldı…

1 Mayıs günü ilk oturumda işçiler konuştu. hakları için savaşım veren, alanlarda olan, tüm zorluklara ve baskılara rağmen anayasal, yasal haklarını ararken yeni sorular soran, alanlar açan tartışmalardı… son aylarda gördüğümüz direnişlerde ve emek eylemlerinde öne çıkan söylemlerden biri; “bu yasalar hep işçilere mi uygulanacak, yasalara yalnızca işçiler mi uyacak?” sorularıydı.

ülkemizde sermayenin ve iktidarın emekçiler karşısındaki pervasızlığı, acımasızlığı, hukuksuz karar ve eylemleri öylesine arttı ki haklı olarak “yasaları” anımsatıyor emekçiler. Anayasa, İş Kanunu, uluslararası sözleşmelerle güvence altında olduğunu düşündüğümüz ücret, kıdem tazminatı, ihbar öneli, sendikal örgütlenme özgürlüğü gibi en temel haklar çiğnenebiliyor… çiğnenmekle kalmıyor; yasal haklarını talep eden emekçilerin karşısına devletin kolluk güçleri dikiliyor…

kapitalist düzende bunun böyle olduğunu söylemek bir ön kabul olarak doğru ve gerekli. güç dengesinin emekçiler aleyhine, sendikal örgütlenmenin zayıf, sınıf partilerinin dağınık ve etkisiz olduğu koşullarda emekçiler sendikalara, konfederasyonlara, partilere emek hareketinin siyasallaşması, siyasal iktidara yönelmesi gerektiğini de işaret ediyorlar… en alt düzeyde hukuki hakların yok sayıldığı, yasaları işletmesi gereken kurumların ve iktidarın emekçilerin karşısında konumlandığı koşullarda fabrika önlerinde, işliklerde olduğu kadar devlet kurumlarının ve iktidar partilerinin bulunduğu alanlarında eylem alanı olmadan sonuç alınamayacağı anlaşılmış durumda…

direnen emekçiler; “çocuklarımıza, geleceğe bu dünyayı, bu çalışma yaşamını miras bırakacaksak mücadele etmek zorundayız…” diyerek sınıf savaşımının anlık, günlük değil sürekliliği olan; alanla, mekanla sınırlı değil tüm dünyayı kapsayan bir savaşım olduğunu açık biçimde ifade ediyorlar… ve aynı işçiler çocuk işçiliği ve çocuk emeğinin sömürülmesine karşı da oldukça duyarlılar… çocuklarımıza yaşanası bir dünyayı miras bırakmak için savaşım verirken bugünün çocuklarının sömürülmesine ve yaşamlarının çalınmasına karşı çıkıyorlar.

Tüm hakların önünde yaşam hakkı

Saray/ AKP/ MHP iktidarının “korona salgınıyla mücadele ediyoruz” diyerek aldığı kapanma kararıyla birlikte iş cinayetleri de emek savaşımının ilk sırasına gelmiş durumda. foruma katılanların tamamına yakını salgın nedeniyle kendi alanlarında yaşanan ölümleri, salgın süresince çaresizliğe kapılıp intihar edenleri ve iş cinayetlerinde ölenleri anımsattılar…

1 yıl içinde çoğunluğu sağlık emekçisi olmak üzere 900’e yakın emekçinin virüse bağlı ölmüş olması, 2020 yılında iş cinayetlerinde ölenlerin sayısının 2500’e yaklaşması, bir yıl içinde yalnızca turizm, eğlence sektöründe 100’e yakın emekçinin intihar etmesi emek savaşımının ekonomik, demokratik haklarla birlikte yaşam hakkını da içermesi gerektiğini anlatıyor…

foruma katılan emekçiler “sermayeyle birlikte hareket eden siyasi iktidarın işçi sınıfına verebileceği hiçbir müjdesi yoktur” diyerek var olan sistemle bağlarını koparma yönünde bir bilinci de içten içe geliştirdiklerini gösteriyor… “ya ölme riskini göze alıp işimize gideceğiz ya da işsiz kalacağız” biçiminde özetleyebileceğim sözler de emekçilerin yaşam ve ölüm riski arasında seçime zorlandığını anlatması açısından önemlidir…

yaşam ve ölüm olasılığı arasında seçime zorlanma durumunu yıllar önce Zonguldaklı bir maden işçisi de “aşağıda ölüm olasılık, yukarıda açlık kesin” cümlesiyle özetlemişti. yaşam ve ölüm olasılığı arasındaki seçime zorlanma durumu aynı zamanda bir çaresizliğin de dışa vurumu olması açısından önemlidir. çünkü ülkemizdeki yoğun işsizliği, geçim zorluğunu olduğu kadar emekçilerin örgütsüzlüğünü yansıtmaktadır… bu yüzden ölümler, ücret vd. hakların sermaye tarafından gasp edilmesi kolaylaşmıştır. iktidar ve sermaye bizim işsiz, yoksul, güvencesiz oluşumuzu kullanmakta, yalnızca emeğimizi sömürmekle, çalmakla kalmayıp ömrümüzü çürütmekte, birey olarak tüm insani varlığımızı tüketmektedir…

Ortak savaşım

forumun hem ilk gününde “sınıf ve teori” bölümünde hem de “sınıf ve pratik” bölümünde emekçiler arasındaki mavi yakalı, beyaz yakalı ayrımlarının anlamsız/ gereksiz/ geçersiz olduğu net biçimde vurgulandı. özellikle “sınıf kavramı ve sınıfın teorisi” bölümünde maddi yeniden üretim ilişkileri, sömürü mekanizmaları ve sömürünün artırılması için yapılanlar üzerinden bakıldığında çevre hareketinin, kadın hareketinin vb. sınıfın parçası/ içinde olduğu yönündeki tartışmalar oldukça önemliydi…

işçi sınıfı savaşımının bugüne kadar olduğu gibi yürütülemeyeceği açıktır… çalışma ilişkileri, işyerlerinin/ sermayenin geçmişe oranla daha küçük ölçekli ve yatay (hatta uluslararası) boyutta dizayn edildiği koşullarda geleneksel sendikal anlayışla sınıf örgütlenmesi yapmak olanaksızdır… geleneksel sendikal anlayış doğrultusundaki taleplerle yaşanan gerçeklik arasında uçurum vardır…

bugün ve gelecekte de yaşam hakkı ve örgütlenme özgürlüğü işçi sınıfının taleplerinin en başında yer almalıdır… bugün korona salgını (yarın başka bir hastalık) veya meslek hastalıkları, iş cinayetleri karşısında işyerinde ölmemek, sosyal güvenlik sisteminin tüm çalışanlar ve aile bireylerinin sağlık haklarını güvence altına alması için yaşam hakkı ve örgütlenme özgürlüğü ötelenemez, ertelenemez bir konumdadır…

işçi sınıfı işyerinde, sokakta, siyasette, eğitimde, sağlıkta, sofrada, eğlencede vd. eşitliği savunmak zorundadır. emekçilerin birey olarak da toplumsal olarak “var olmaları”, sanatsal, kültürel, sosyal çalışmalarda kendilerini gerçekleştirebilmeleri “insan olabilmeleri” özgürlük ve eşitlikle olanaklıdır…

işçi sınıfı adaleti savunmak zorundadır… yoksulların, işsizlerin, köylülerin, öğrencilerin, göçmenlerin, ayrımcılığa uğrayan tüm işçi sınıfı bileşenlerinin varsıllar, sermaye ve iktidarlar karşısında haklarını, hukuklarını savunmak tüm kimliklerin üzerinde bir kimlik olan “işçi sınıfı” kimliğinin inşası için gerekli ve zorunludur…

1 Mayıs’ın tarihsel birikiminin bize bıraktığı, bizim de geleceğe bırakacağımız miras “birlik, mücadele, dayanışma” ise; tüm ayrımları, öznel/ lokal/ yerel farklılıkları bir yana bırakarak işçi sınıfının yaşam hakkı, özgürlük, eşitlik, adalet savaşımını örgütlemek, sermayeye ve iktidara karşı ortaklaştığımız konular ve pratikler üzerinden ortak bir mukavemet hattı kurmak zorundayız…

Bir Cevap Yazın

Salim Çalık
Emekli Maden İşçisi, Şiir Yazar