Emekçiler pandemi süreci ile adeta fırtınalı bir denizin taşlarını kıyıya savurması gibi yaşamın dışına atılmaya devam ediyor. Bu sürece önemli ölçüde hazırlıksız yakalanan sendikalar ve sınıf hareketi, iyice ayyuka çıkmış olan vahşi kapitalizmin esaslı yüzüne, sermaye tahakkümünü güçlendiren üretim ilişkilerine maalesef hiçbir yerden şimdilik müdahale etme şansına sahip olamadı. Az sayıda, mücadeleci kimi sendikalar yaşanan sürece irili ufaklı kısmi müdahalelerde bulunsa da bu müdahalelerden yaşanmakta olan olumsuzlukları çözücü herhangi bir sonuç maalesef ortaya çıkmadı.
Geçtiğimiz günlerde pandemi sürecinin bir yılını geride bıraktık. Pandeminin geçmiş bir yılına emekçilerin çerçevesinden bakıldığında çok açıkça görülecektir ki işten çıkarmaların önüne geçebilmek adına gündeme getirilen “ücretsiz izin”, siyasal iktidar tarafından sermayeye sunulan bir lütuf haline gelmiş ve son olarak iki ay daha uzatılan bu uygulama binlerce emekçi için artık sonun başlangıcı olmuştur… Günlük 47 lira, aylık 1410 lira maaşla yaşamaya çalışan Emekçilerin Ücretsiz izin uygulamalarının sona ermesi sonrası akıbeti belirsizliğini korumaktadır.
Hükümetin “kısa çalışma ödeneği” olarak formüle ettiği “açlık sınırındaki” yaşamlar için ise pandemiden bu yana uygulanan süreç yine hükümet kararıyla iki ay daha uzatıldı. Milyonlarca emekçiyi iki ay sonra neyin beklediğini görmek çok da zor değil. Bu fırtına öncesi sessizlikte yarın milyonlarca örgütsüz işçiyi işsizlik beklemektedir. Arabuluculuk bürolarında alacaklarının yarısına mecbur bırakılmalar, mahkeme kapılarında belki aylarca sürecek olan dava süreçleri beklemektedir. Açlık sınırındaki hayatlar açlığa terkedilmekle karşı karşıyadır.
Diğer yandan resmi olarak sayısını bilemediğimiz çok sayıda insan Kod: 29 adı altında, ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranmak suçlamasıyla işten çıkarılarak kelimenin tam anlamıyla AÇLIĞA mahkûm edildiler. Zira Kod: 29’dan işten atılmak demek işsizlik ödeneğinden de mahrum kalmak demektir. Kod:29’dan atılmak, kıdem ve tazminat hakkının da verilmesinin önünde engeldir. Emekçiler bu haklarını alabilmek için iş akdinin haksız feshini ispatlamak adına yıllar sürecek yargı süreçlerinde sürünmeleri demektir.
Yakın gelecekte maalesef böylesi bir sürece karşı herhangi bir hazırlık söz konusu değildir. Çünkü bu kitlelerin çok önemli bir kısmı küçük işletmelerde çalışan zaten örgüsüz kesimlerdir. Bu geniş emekçi kitlelerin yaşadıklarıyla ortaya çıkacak olan infialin nereye kanalize edeceklerini kestirmek güçtür. Çünkü mevcut sendikal hareketin bu kitleleri seferber edebilecek, bu kitlelerin hak ve çıkarlarını savunabilecek süreci örgütleme ve tepkileri merkezileştirecek bir örgütlülükleri söz konusu değildir. Bu kitlelerin başka bir formatta, daha politik örgütlenme forumları içeresinde bir araya getirilmesinin yol ve yöntemi gündeme alınmalıdır.
Tam da böyle bir aşamada geçtiğimiz günlerde var olan ağırlıklıda sermaye ve siyasal iktidarın yön verdiği, verili koşullarda işçiler üzerinde tahakküm örgütü haline gelen ‘’ örgütlü’’ Sendikal kesimleri paralize edecek bir sonuçla karşı karşıya kaldık. Anayasa Mahkemesi örgütlü işçilerin toplu sözleşmesi süreçlerinde, toplu sözleşmeyi imzalayan sendikanın, sendika hak ve menfaatlerinden faydalanmak isteyen sendika üyesi olmayan işçilerin dayanışma aidatı meselesinde bir karar verdi. Bu kararda daha önce bilindiği üzere dayanışma aidatı ancak imza tarihinden sonra geçerli iken, şimdi bir sendika işyerinde yetki aldıysa o yetki aldığı tarihten itibaren örgütlü olmayan işçi de dayanışma aidatıyla geçmişe dönük haklardan yararlanabilecek. Bugünün nesnel koşullarında, belki bağımsız ve küçük sendikaların çıkarına gibi görünse de bu karar uzun vadede örgütlü büyük iş yerlerinin sendikal yapılarının tamamen işveren hegemonyasına geçmesinin önünü açacaktır.
Neticede olarak sermaye hegamonyasının bir karabasan gibi emekçilerin üzerine çöktüğü şu günlerde yakın gelecekte açlıkla bizzat karşı karşıya kalacak olan örgütsüz kitlelerin sendikal formatta örgütlenmesi ve sınıflar mücadelesinin içerisinde seferber edilmesi de pek mümkün gözükmüyor. O halde önümüzde duran görev tahminlere göre on üç milyona yakın bir kitlenin açlık seviyesine gerilemesine karşın siyasi çözümlerin de devreye sokulması gerçeğidir. Devrimciler, sosyalistler olarak merkez siyasetin gözüne bakmak yerine yakın geleceğin krizine devrimci çözümler bulmanın yollarını aramak önümüzdeki en önemli ödevlerimizdendir.