Bu ülkede ayın 12’si ile başlayan bazı menhus dönemlere “ara rejim” demişiz; faşizmin geçicisi manasında…
Ayıp etmişiz.
Bu ülkede “ara rejim” diye, olsa olsa kutup yazı gibi kısa geçen demokrasiye benzer dönemlerimize denir.
Gerisi zulüm rejimleridir, faşizme öykünen rejimler, diktaların türlüsü, envai çeşitlisi…
Hani azıcık demokrasiye benzer bir dönem arayıp bulmaya çalışsak, bulup bulacağımız mesela 1965-69 arası.
Bu ülke demokrasi adına ne gördüyse onu da bir adet darbe sayesinde gördü.
Eh, 75-80 arasını da demokrasi saymaya çalışalım ama Milliyetçi Cephe’lerin kararttığı cinayet ve katliam ortamına ne kadar demokrasi diyebilirsiniz ki?
Bir gayretle, eski siyasetçilere siyasi yasakların kalktığı 87’den, 141-142’nin kalktığı 91’e kadar olana bir cins geçiş dönemi deyip, hadi 91’den sonrasını da öyle alaturkasından da olsa demokrasi sayalım. Sendikaların baskı altında olduğu, 12 Eylül yasalarının işbaşında kaldığı, özerk kurumların köküne kibrit suyunun boca edilmiş olduğu pabucumun demokrasisi… Ama olsun!
Fakat o renksiz çiçek bile fazla dayanamadı bu topraklarda, 28 Şubat “postmodern” seli boşalıverdi üstüne, şanlı darbe geleneğimizin son sağanağı ile…
Ha bir de Avrupa Birliği’ne içgüveysi girmeye çalıştığımız o 2004-2007 yıllarında demokrasi rolü yapan bir rejimimiz vardı hani! İsterseniz onu da sayın.
Fıkra bu ya! Damat adayı demiş, “şöyle iyi huyluyum böyle ahlaklıyım, hemi de fevkaladenin fevkinde demokratım.”
Avrupalı kayınpeder adayı sormuş, “E peki hiç mi kötü huyun yok?” İktidar partimiz damat adayı olarak ağzından kaçırıvermiş: “Canım, birazcık yalancıyımdır!”
İşte bizim neslin ve hâttâ öncekilerin, görüp görebildiği “demokrasiyi andıran” yıllar bunlardan ibaret.
Hepi topu, sağdan say 13, soldan say 14 sene!
Bu arada o 13-14 seneye serpiştirilmiş sıkıyönetimleri, olağanüstü halleri filan saymıyorum. Yoksa elimizde bir tane “demokratik” yılımız kalmaz da maazallah el âleme rezil oluruz.
ASKERİMİZ “DEMOKRASİ” SİVİLİMİZ DARBE MERAKLISI
Memleketimizin asker ve “sivil”lerinin hem demokrasi ile hem darbe ile çok enteresan bir ilişkileri vardır.
Mesela askerler darbe yaptıktan sonra bir acele, “demokrasi”ye geçmeye çalışırlar. Genelde de demokrasi diyemesek de “sivil rejim”e çabucak geçerler sahiden. Bizde askeri diktalara “ara rejim” denmesi biraz da bundandır.
Peki, siviller ne yapar?
Sandık yoluyla iktidarda çoğunluğu bir parti ele geçirmeye görsün; yandı demektir bu millet. “ Millet iradesi”nin ilk işi sivil bir darbe yapıp “parti diktası” kurmaya kalkışmaktır.
Bürokrasiyi partizan yandaşlarla doldurur. Rakip partilere ve basını kurt kapanına alır. Becerebilirse hapse atar, yasak koyar.
Örnek mi?
“Demokrat” Menderes’in 50’lerin ikinci yarısından itibaren yaptıkları… Gayrimüslimlere pogrom düzenlemek, basını toptan içeri tıkmak, ülkeyi iki ayrı cepheye bölmek ve en nihayet Tahkikat Komisyonu kurup ana muhalefet partisini kapatmaya kalkışmak.
“Demokrasi kahramanı” Demirel mi, dediniz?
Darbecilerle işbirliği yapıp, parlamentoda onların getirdiği idam cezalarına hevesle el kaldırmak…
75-80 arası “Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” diyerek ülkeyi kan gölüne çevirmek…
61 Anayasası’ndan kalan özgürlükleri, her iki darbeci ekibin önce taksitle sonra toptan yok edişinde kendine düşen önce kışkırtıcı sonra destekçi rolünü oynamak…
Özal’ın da hakkını yemeyelim şimdi durduk yerde… O da çok çalıştı memleketimizde “demokrasi”adına…
Mesela 12 Eylülcülerin Başbakan yardımcısı olarak… Akıl hocasıydı da onların aynı zamanda… Tam alışıldık usulle “sivil idare”ye geçilecekken, bir kaza oldu. Bizimki banker rezaleti ile ülke ekonomisinin içine (buraya bip sesi yerleştirelim lütfen) şey edince, kovuldu tabi…
Böylece askerlere karşı demokrat rolü yapıp iktidarı kapma fırsatı buldu. Kısa boylu göbekli, hafif derbeder, biraz boş vermiş hali demokrat görmemiş genç kız saflığındaki halkımız tarafında demokratlık sanılınca elhak alatıurka demokrat jönlüğü iyi kıvırdı. (Jön dedim diye dalga geçmeyin; o dönemde yalaka basın tarafından en seksi erkek olarak seçilmişliği vardır rahmetlinin.)
Adamın demokratlık rolü yatsıya kadar değilse de siyasi rakiplerinin yasaklarının kalkmasıyla ilgili referanduma kadar sürdü. Ne demek yasakların kalkması, rakiplerim seçime girerse ben nasıl seçim kazanacağım ya, diye mızıklandı. Kendisi gibi göbekli, biraz daha uzun boylu yardımcısını üstünde “No, no” yazan tişörtle meydanlara bile saldı.
Baktı olmayacak. “Bari başkanlık sistemine geçeyim” dedi. Ama ona kısmet değilmiş.
Ülkeyi savaşa sokmak için de uğrattı ama “bir koyacaktı, üç alacaktı”; ah, bu da ona kısmet olmadı.
Başarısızlığa uğrayarak öğrettiklerini, Erdoğan ders almış olarak başardı sonradan ama…
Bu ülkede yapılan başarılı işler çabuk unutulur ya da kaybolur ama başarısız olsa bile hiçbir melanet unutulmaz ya hu! İlla birileri bulup yeniden dener.
Sonunda zavallı Özal Çankaya’ya oturdu oturmasına ama bir cins siyaseten kaçak olarak…
Erdoğan’ı hiç anlatmayayım. Zaten bu yazıyı okuyanların tamamı yaşadı.
Özetle bu ülkede askerleri siviller iteler darbe yapmaya -e onlar da teşnedir hani- fakat iş başa düşünce askerlerimiz “Yav kazın ayağı öyle değilmiş” deyip kaçarlar sivil hayata…
Düşmanın önünde aslanlar gibi savaşan ordumuz, milletin önüne çıkmaya görsün kendini kışlasına zor atar!
Pek demokrat “sivil”lerimiz ise, idamlardan, baskı yasalarına kadar isteyip de beceremedikleri bütün pis işleri “asker”e yaptırdıktan sonra, temizlenmiş araziye saraylarını gecekondu usulü bir acele kuruverir.
E, tamam işte; bir durup otursalar, bir nebze bu memleket ahalisi demokrasi görse ya!
Olmaz! Derhal sivil darbe manevraları başlar, apoletsiz generallerin…
“İşte bu bizim hikâyemiz!” Şarkı böyle başlıyordu değil mi? Başlayıp da bitse ya… Bitmez! Bu ülkede bitmeyen bir faşizan kâbus yaşarız hep.
Arada yorgunluktan uykuya dalarız; birkaç saat demokratik rüyalar görürüz.
**
Bu uğursuz “matriks”te uyumak mı iyidir, uyanmak mı acaba?
Şüphesiz uyanmak acı vericidir ama biz yine de kulağımızın dibinde uzun zamandır fısıldanıp duran… Bir türlü de duymak istemediğimiz şu sözlere kulak versek mi?
“UYAN, ARTIK UYKUDAN UYAN! UYAN ESİRLER DÜNYASI!”