Geçtiğimiz hafta Tayyip Erdoğan Ordu’da yaptığı mitingde ‘Ordu Terzi Fikri’yi de iyi bilir. Onların bedelini benim Ordum çok ödedi” diyerek 12 Eylül darbesinin mirasçısı olduğunu açıkça gösterirken, dağılmaya ve kopmaya başlayan seçmenlerini terör korkusu vererek bir arada tutmaya çalıştığını bir kez daha gösterdi. Oysa aynı Tayyip Erdoğan 2010’lu yılların başında darbeleri lanetliyor, darbecilerin yargılanması için referandum yaptığını söylüyordu.
Fatsa halkının oylarıyla seçilmiş, halkla birlikte belediyeyi yönetmiş olan Fikri Sönmez’in Saray/AKP/MHP iktidarı tarafından bir terör odağı olarak sunulması iktidarın fikrini göstermesi açısından önemlidir. ‘Fındıkta sömürüye son’ diyen, belediye başkanı seçildikten sonra ‘çamura son’, ‘karaborsaya son’ diyen Fikri Sönmez’i halkın sorunlarını halkla birlikte çözen devrimci yönetim anlayışının temsilcisi olarak iktidar tarafından hedef alınması faşist, gerici anlayışın sonucudur.
Tayyip Erdoğan Ordu’da Fikri Sönmez’e saldırırken Ankara’da da cemevlerine yönelik olarak faşist, gerici saldırılar gerçekleştirildi. Mamak Şah-ı Merdan Cemevi, Tuzluçayır Demokratik Alevi Dernekleri, Ana Fatma Cemevi, Gökçebel Köy Derneği, Türkmen Alevi Bektaşi Derneği ve Batıkent Serçeşme Cemevi’ne yönelik saldırıların Muharrem Orucu’nun ilk gününde gerçekleşmesi saldırıların örgütlü olduğunu gösteriyor. Tam da 12 Eylül’e giden süreçte Süleyman Demirel’in yaşanan katliamları yok sayıp ‘Çorum’a değil Fatsa’ya bakın’ dediği günlere benziyor. Bugün yaşanmakta olan fiili saldırılara sessiz kalırken kırkiki yıl önce halkın oylarıyla seçilmiş ve darbeciler tarafından hapse atılıp, cezaevinden ölümüne sebep olunmuş Fikri Sönmez’e saldırmak iktidarın korkusunu da göstermektedir. Çünkü Fikri Sönmez belediye başkanı seçilmeden önce de, seçildikten sonra da fikri ve pratik olarak ne yapılması gerektiğini gösteren, öğreten bir siyasi miras bırakmıştır. İktidarın bir korkusu da budur. Çünkü dönem değişse de sömürü, yoksulluk, yolsuzluk katlanarak devam etmektedir. Çözümü de sosyalist, devrimci, demokratik bir yönetim anlayışından, sorunları ortak olanların ortak mücadelesinden geçmektedir. Fatsa’da Fikri Sönmez’in ve sosyalist, devrimci örgütlenmenin bugüne uyarlanıp yaşama geçirilmesidir çözüm.
Bu arada açıklanan fındık taban fiyatının yetersiz olduğu açıktır. Bir kilo fındık parasıyla geçmişte alınabilen ürün miktarıyla bugün alınabilen ürün miktarı karşılaştırıldığında fındıkta sömürünün katlanarak sürdüğü görülecektir. Bu nedenle iktidarın sömürü politikalarına karşı çıkarken Fikri Sönmez’in ve o günlerde sosyalizm mücadelesi verenlerin politik, pratik mücadelelerine bakmamız, o mücadele deneyimlerini anımsamamız gerektiğini anımsatması açısından Tayyip Erdoğan’ın bu açıklaması ‘iyi olmuştur.’ Toplumun büyük kesiminin yoksullaştırıldığı, orta gelir gurubunun ve çiftçilerin yoksulluk sınırının altına itildiği koşullarda ülkenin dört bir yerinde ‘sömürüye son’ diyen örgütlenmelerin bugünden düşünülmesi gerekiyor.
Merkez Bankası yılsonu enflasyon beklentisini %42,8’den %60’4’e yükseltti. Üstelik enflasyondaki yükselişin beklenenden uzun süreceğini de belirtti. 30.5.2022 tarihli ‘Enflasyon Tahmini, Sömürü Kesin’ başlıklı değerlendirmemizde; “2022 yılına %5 enflasyon hedefiyle başlayan Saray/AKP/MHP iktidarı yılın ilk dört ayında TÜİK verilerine göre %31,71, yıllık %69,97 olarak gerçekleşen enflasyon karşısında çözüm aramak yerine enflasyon tahminlerini yükselterek, gündem değiştirmeye, gerilimi yükselterek dikkatleri yoksulluk, geçim sıkıntısı, işsizlik gibi konuların dışına çekmeye çalışıyor” demiş ve eklemiştik. “Saray/AKP/MHP iktidarı devlet, medya gücü ve sermaye gruplarıyla güzel günler vaat ederek hepimizi yoksullaştırırken ortaya çıkan, çıkabilecek tepkileri ve öfkeyi de başka alanlara yönlendirmeye çalışırken o alanlarda da ideolojik hamlelerini yapıyor.”
Dünyadaki gelişmelerin de etkisiyle birlikte iktidarın uyguladığı ekonomi politikalarının sonucu olarak bu yılın sonuna doğru yoksulluğun ve açlığın daha da derinleşeceği görülüyor. Henüz tüketici fiyatlarına yansımamış üretici fiyatları enflasyonu, iktidarın enflasyon beklentisini %60,4 yükseltmesi bile bu durumu göstermektedir. Kaldı ki enflasyon beklentisinde yılbaşından bugüne kadar yaşanan sapmaların büyüklüğü, yeni beklentinin de tutmayacağını gösteriyor. Bağımsız araştırma kuruluşları ise yıl sonu enflasyon beklentilerini %200’ler dolayında açıklamaktadır.
Türk İş’in açıkladığı temmuz ayı açlık sınırı 6.840 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 22.279 TL’ye yükselmiş durumdadır. Aynı raporda Türk İş yıllık mutfak enflasyonunu %128,4 olarak açıkladı. Buna ek olarak ülke genelindeki kira artışlarının ödenemez noktalara ulaştığı, memurların kiraların görece düşük olduğu kentlere tayin olmaya çalıştığı, öğrencilerin Akdeniz ve Ege belgelerindeki kentleri, İstanbul’u tercih etmemeye çalıştığı gerçeğini de eklemeliyiz. Dolayısıyla önümüzdeki eylül- ekim aylarında öğrencilerin barınma sorunuyla ilgili olarak ortaya çıkabilecek mücadeleleriyle çalışanların kira ve geçim derdi mücadelelerinin ortak olduğunu da öne çıkaracak bir fikri ve pratik, politik faaliyet bugünden düşünülmelidir.
Bu arada başta bankalar olmak üzere sermaye kar rekorları açıklamayı sürdürüyor. Bu koşullarda başta sendikalar olmak üzere her alanda emek mücadelesinin yükseltilmesi için bugünden hazırlık yapmanın kaçınılmaz olduğu açıktır. Yılın ilk aylarında tanık olduğumuz, bir çoğu örgütsüz işçiler ve halk kesimleri tarafından gerçekleştirilen ücret talepli ve hayat pahalılığına karşı gerçekleştirilen eylem ve direnişlerin ortaya çıkacağı beklenmelidir. Bu noktada ücret, haklar, yaşam standardı gibi tartışmaları yükseltmek, açlık sınırının üzerinde, yoksulluk sınırının yarısı kadar ücret ve sosyal haklara razı olmaya zorlanan emekçilerin hakları olanı istemelerini, bunun örgütlü ve ortak mücadelesini vermelerini sağlayacak alanlar yaratılmalıdır.
06.6.2022 tarihli ‘Hayatımız Tanzim ve Tasnif Edilirken’ başlıklı yazımızda; “İktidar devlet gücünü ve kurumlarını da kullanarak toplumu yeniden tasnif ve tanzim etmeye soyunmuş görünüyor. Gezi’ye katılanlar için kullanılan ‘çürük’ ifadesinden daha çok ‘sürtük’ ifadesindeki cinsiyetçi yaklaşımı, içki içenlere yönelik ‘sefiller’ ifadesindeki yaşam biçimine yönelik saldırıyı, hayatı Kur’an’a göre tanzim etme çağrısındaki laiklik karşıtı, inanç temelli ayrıştırma hamlelerini görmemiz gerekiyor.” yazmıştık. Geçtiğimiz hafta Diyanet İşleri’nin ‘pahalılık Alah’tan’ açıklaması, Tayyip Erdoğan’ın Fikri Sönmez’e yönelik açıklaması, Ankara’da Alevilere ait kurumlara yönelik saldırılar, daha öncesinde Gezi Direnişine, HDP’ye, Kürt siyasetçilere ve sanatçılara yönelik saldırı, baskı ve yasaklamalar vb. iktidarın sistemli saldırılarıdır.
AKP’li Beykoz ve Zeytinburnu belediyelerinin geri dönüşüm kampanyaları için kullandığı ‘Ekmeğini çöpten çıkar’ sloganları iktidarın halka, halkın açlık ve yoksulluğuna yaklaşımının en veciz ifadesidir. İktidar kendi yarattığı ve bilinçli olarak sürdürdüğü yoksulluğu, açlığı, hukuksuzluğu, eşitsizliği, faşist ve gerici düzenin kendi sonunu hazırlayacağını görüyor. Bu nedenle de dini, milli her türlüğü değeri kullanarak, toplum içinde gerilimleri yükseltmeyi ve kendisine yönelebilecek tepkileri önlemeye çalışıyor. Bununla birlikte kendilerini muhalif olarak tanımlayan kitleler arasındaki ayrımlar üzerinden tartışmalar yaratarak iktidarın baskıcı, emek düşmanı, cinsiyetçi politikalarının sonuçlarını gizlemeyi, olmazsa din ve milliyetçilik üzerinden hegemonya kurmayı amaçlıyor.
Önümüzdeki günlerde bu tür saldırıların daha da artacağını öngörerek halkın gerçek sorunları üzerinden karşılık vermenin, Saray/ AKP/ MHP iktidarın inançlar, etnik kimlikler, cinsiyet gibi ayrımlar üzerinden kurmaya çalıştığı ideolojik, politik, siyasi hegemonyaya karşı özgürlükleri, adaleti, eşitliği, temel hakları esas alan, dayanışma ilişkilerini güçlendiren bir ortak muhalif hareketi, bir mukavemet hattını bugünden örmemiz zorunludur.
UMUT, SWAP, BORÇ
İktidar içerde doların yükselişini önleyebilmek, önümüzdeki aylarda ödenmesi gereken dış borçları ödeyebilmek veya çevirebilmek için dün düşman dediklerine yaklaşarak borç veya swap (takas) yoluyla para bulma girişimlerini sürdürüyor. Bu amaçla geçtiğimiz aylarda BAE, Suudi Arabistan ile görüşmeler ve ziyaretler yapılırken İsrail ile ilişkiler düzeltilmişti. Bu kapsamda Mısır ile de görüşmelerin yapıldığı, yollar arandığı biliniyor.
Bu doğrultuda Katar, Çin, Güney Kore, BAE ve Rusya gibi ülkelerle de yerel para birimleri üzerinden ticaret yapmaya yönelik girişimlerde bulunuluyor. Fakat kısa ve orta vadede bu girişimlerin bir yararının olmayacağı açıktır. Hem dolar olarak alınan dış borcun büyüklüğü, hem ithalat ve ihracatın büyük kısmının dolar ve Euro ile yapılması gibi gerçekler iktidarın beklentilerinin umuttan öteye geçemeyeceğini gösteriyor.
Bu arada içerde propagandaya dönüştürülen Suudi Arabistan Prensi Selman’ın Türkiye’den sonra Yunanistan ve Fransa’yı ziyaret etmesi iktidarın söylemlerinin ve beklentilerinin karşılık bulamayabileceğini gösteriyor. Yunanistan’la Suudi Arabistan arasında imzalanan askeri, ekonomik anlaşmalar, ortak askeri tatbikat kararları gibi durumlar Saray/ AKP/ MHP iktidarının uluslararası politikada ağırlığının kalmadığını gösterirken iktidarın Neo Osmanlıcı politikalarına karşı hem Arap ülkeleri hem de Yunanistan tarafından karşılık verildiğini de düşündürüyor. Elbette İsrail’in Arap ülkeleriyle geliştirdiği politikaların ve ABD’nin etkisini gözden uzak tutmamak gerekiyor.
İktidar Çin ve Rusya ile ABD ve AB’nin temsil ettiği iki tarafı da idare ederek iktidarını sürdürme ve var olan halini kabul ettirme politikasından vazgeçmiş değil. Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşın yarattığı uluslararası koşulları lehine kullanmaya çalışsa da taraflar iktidarın bu tutumunu bildikleri için kendileri açısından çıkarlarını maksimize etmenin yollarını arıyorlar. Bununla birlikte taraflar Türkiye’ye mecbur ve mahkum olmadan bölge siyaseti oluşturmaya da çalışıyorlar. ABD’nin Yunanistan’da yeni üsler kurması, Rusya’nın Suudi Arabistan’la ticaret ve enerji alanında anlaşmalar imzalaması, Yunanistan ve Suudi Arabistan ile Arap coğrafyasını birbirine bağlayacak alt yapı yatırımları için çalışmaları vb. gelişmeler iktidarın dış politikayı iç siyasette kullanma kurnazlığının boşa çıkarılabileceğini gösteriyor.
Bu yüzden iktidarın iktidarda kalmak uğruna ülkenin kaynaklarını, madenlerini, arazilerini, fabrikalarını, zorluklarla yarattığı gelirlerini yağmaya açmasına karşı çıkmak, anti kapitalist, anti emperyalist bir bilinci öne çıkarmak bugüne ve geleceğe sahip çıkmaktır. İçerde ve dışarda ‘sömürüye son’ diyerek verilecek mücadele sınıf mücadelesiyle birlikte haklar mücadelesini de kapsamaktadır. Ordu’yla başlamıştık; bugün Ordu’nun doğasını yok eden, zehirleyen maden şirketlerine karşı verilecek mücadele çevre mücadelesi olduğu kadar emperyalizme ve sömürüye karşı da bir mücadeledir. Tayyip Erdoğan’ın korku nesnesine dönüştürmeye çalıştığı Terzi Fikri’in mücadelesidir bugün Ordu’da ve ülkemizde verilmesi gereken mücadele.