Cumartesi, Aralık 21, 2024
spot_img

Enflasyon Tahmini, Sömürü Kesin

Saray/AKP/MHP iktidarı devlet, medya gücü ve sermaye gruplarıyla güzel günler vaat ederek hepimizi yoksullaştırırken ortaya çıkan, çıkabilecek tepkileri ve öfkeyi de başka alanlara yönlendirmeye çalışırken o alanlarda da ideolojik hamlelerini yapıyor

2022 yılına %5 enflasyon hedefiyle başlayan Saray/AKP/MHP iktidarı yılın ilk dört ayında TÜİK verilerine göre %31,71, yıllık %69,97 olarak gerçekleşen enflasyon karşısında çözüm aramak yerine enflasyon tahminlerini yükselterek, gündem değiştirmeye, gerilimi yükselterek dikkatleri yoksulluk, geçim sıkıntısı, işsizlik gibi konuların dışına çekmeye çalışıyor. Burada ekonomi dışındaki gelişmelerin gündem değiştirmek için yapıldığını söylemiyoruz; tersine iktidar yoksulluk, geçim sıkıntısı, işsizlik gibi sorunlarla birlikte kendi ajandasına uygun olarak politikalarını yürütüyor. Toplumun farklı kesimlerine yönelik olarak geliştirilen ve tepki çeken bu politikaların gündeme getirilmesi yoksulluğun, işsizliğin, geçim sıkıntısının tartışılmasını engelliyor.

Merkez Bankası yayınladığı Mayıs ayı TÜFE beklenti anketinde yılsonu enflasyonu %57,92 olarak açıklandı. Nisan ayında bu rakamın %46,44 olduğu dikkate alınırsa Merkez Bankası’nın kendi yaptığı anketlerde bile gerçeğin gizlenemediği görülmektedir. Bu yüzden %5 enflasyon hedefiyle 2022 yılına başlayan Merkez Bankası bunu önce %23,2’ye sonra %42,8’e yükseltti. Bağımsız araştırma grubu ENAG ise Nisan ayında enflasyonu %156,86 olduğunu açıklamıştı. ENAG geçtiğimiz hafta yaptığı bir açıklama ile enflasyonun %200’e ulaşabileceği uyarısı yaptı.

Enflasyonun sınıfsal bir sömürü aracı olarak kullanıldığını gösteren yukarıdaki veriler ve çarşı pazar fiyatları karşısında eriyen ücretler ülkemizde orta gelir grubunun yoksulluk sınırının altına düşürüldüğünü, asgari ücretlilerin emeklilerin ise açlık sınırının altına mahkûm edildiğini göstermektedir. Saray/AKP/MHP iktidarı devlet, medya gücü ve sermaye gruplarıyla güzel günler vaat ederek hepimizi yoksullaştırırken ortaya çıkan, çıkabilecek tepkileri ve öfkeyi de başka alanlara yönlendirmeye çalışırken o alanlarda da ideolojik hamlelerini yapıyor.

04.4.2022 tarihli ‘Açlık Sınıfsal Sömürü Siyasal’ başlıklı değerlendirmemizde; “Görünen o ki iktidar inşaat ve turizm sektörlerini canlı tutmak, piyasalardaki hareketliliği sürdürmek ve bu hareketliliği düzelme eğilimi olarak sunmak dışında bir adım atmayacak, atamayacak. KDV ile ilgili düzenlemelerde inşaat ve yeme içme sektörlerine ilişkin alınan karalarda iktidarın inşaattan vazgeçmediğini, yaz aylarında geleceğini umduğu turistlerin bırakacağı dövizi öncelediğini gösteriyor.” yazmıştık. İktidarın enflasyona ilişkin önlem almamak ve bu yolla yoksullardan sermayeye gelir transfer etmekte çok kararlı olduğu görülüyor.

Ocak ayında 4.250 TL’ye yükseltilen asgari ücret Nisan ayında açlık sınırının altında kalmıştı. Son olarak Türk İş açlık sınırının 6.017 TL, yoksulluk sınırının 19.602 TL olduğunu açıkladı. İçerde ve dışardaki gelişmeler birlikte okunduğunda iktidarın enflasyonu düşürmek, yoksulluğu ve açlığı gidermek, istihdamı artırmak gibi bir niyetinin olmadığı görülmektedir. Açlık ve yoksulluk sınırını açıklayan sendika ve konfederasyonların da iktidarın mevcut politikalarına teslim olduğu, meşruiyet yerine yasallığı önceledikleri açıktır.

Sendikalı, sendikasız yüzbinlerce işçinin ücret artışı ve daha iyi çalışma koşulları için Ocak ayından itibaren ortaya çıkan haklı tepkilerini, öfkesini örgütlemekten uzak duran sendikal harekete rağmen eyleme geçen işçilerin kazanımlar elde ettiklerine tanık olduk. Önümüzdeki seçimler açısından iktidarın ve maksimum sömürüyü bu iktidarla sağlayan sermayenin en zayıf yanları derin yoksulluk ve işsizliktir. Bu yanıyla HDP, TİP, EMEP, EHP, TÖP, Halkevleri ve SMF tarafından yapılan yoksulluğa, hayat pahalılığına karşı mücadele çağrısı anlamlıdır.

Temmuz ayında memur ve emeklilerin ücret artışlarının belli olacağı, bazı işyerlerinde toplu iş sözleşmelerinin başlayacağı, bazılarında 6 aylık ücret artışlarının belirleneceği dikkate alındığında bugünden hazırlık yapmak gerektiği ortadadır. İktidarın her zaman olduğu TÜİK verilerine göre gerçekleşen enflasyon dayatması içine gireceği açıktır. Aylık enflasyon oranlarının bile verilen zamları 2-3 ay içinde erittiği gerçeğinden hareketle geçmiş kayıpları da gidermeyi hedefleyen, ücret artışlarının daha kısa vadelerle yapılmasını talep eden yeni bir sözleşme, görüşme düzeneği yaratılmak zorundadır. Rakamlara, TÜİK verilerine, Merkez Bankası tahminlerine takılmadan halkın her alandaki temel gereksinimlerini ve bunlardaki fiyat artışlarını ve refah payını istemek, bu talepler etrafında örgütlenmek zorundayız.

TTB’nin çağrısıyla yapılan ve TDB, SES, Dev Sağlık İş, Tarım Orkam Sen, BDS, Tüm Rad-Der, SHUDER, VHD’nin destek verdiği ‘Emek Bizim, Söz Bizim, Sağlık Hepimizin’ mitingi talepleri ve katılanların taşıdığı döviz ve pankartlarla sömürünün her alanda yaygınlaştığını, emekçilerin geleceklerinin de sömürüye dâhil edildiğini yansıtması ve mücadelenin sektör, alan, bölge, işyeri gibi ayrım ve sınırların bir kenara bırakılmasını göstermesi açısından önemliydi. Sağlıkta şiddetin son bulması, sağlık emekçilerinin ekonomik, sosyal haklarının iyileştirilmesi talepleriyle birlikte KHK’ların hukuksuzluğuna, sağlık hakkına, insanca yaşanacak emekli ücreti vb. konulara yapılan vurgular sağlık emekçilerini olduğu kadar toplumun tamamını ilgilendirmektedir. Dolayısıyla ortak taleplerin örgütlenmesi ve bu talepler doğrultusunda mücadelenin yükseltilmesi tüm ayrımlarımızı kabullenerek ortak taleplerimiz etrafında bir mukavemet hattı yaratmak zorundayız.

YASAKLAR İDEOLOJİK DAYATMADIR

Saray /AKP/MHP iktidarı valilikler veya yerel yönetimler aracılığıyla Mayıs ayı içerisinde Aynur Doğan, Metin- Kemal Kahraman, Apoles Lermi, Niyazi Koyuncu, Sterka Karvan, Melek Mosso başta olmak üzere muhalif kimliğe sahip sanatçıların konserlerini yasaklayarak ideolojik ve siyasi saldırı alanlarını genişleteceğini gösterdi. Bu arada Anadolu Fest de yasaklanırken hızını alamayan iktidar Eskişehir’e valiliğe ait parkta yoga yapan kadınları da ‘şikâyet var’ gerekçesiyle engelleyerek durmayacağını göstermiş oldu. Bunlarla birlikte ODTÜ Bahar Şenliği ile Yıldız Teknik Üniversitesi Bahar Şenliği rektörlük kararlarıyla iptal edildi.

Konser yasağı uygulamalarında bazı sanatçıların Kürt kimliklerinin, Kürtçe türkülerin tartışma konusu yapılması, bazılarında kılık kıyafetlerinin ‘uygunsuzluğu’ gibi açıklamalar yaşam biçimine yönelik bir saldırı olduğu kadar, topluma hangi sanatçıları, hangi türküleri dinlemeleri gerektiği yönünde bir dayatmayı da içeriyor. Eskişehir’de yoga yapan kadınlara getirilen yasakla birlikte değerlendirdiğimizde iktidarın kadına bakış açısı da somutlaşmış oluyor. Oysa aynı iktidar Millet Bahçeleri için halkın eğlenip dinleneceği yerler olarak propaganda yapıyordu. Böylece sanatçının Saray’a yakın olanlarının makbul olduğu, sporun sınırlarını da iktidarın çizeceğini, parklarda nasıl eğlenilip dinlenileceğine de iktidarın karar vereceğini söylemiş oluyorlar.

2002’de kılık kıyafet özgürlüğü, yaşam biçimlerine müdahale edilmemeli gibi söylemlerle iktidara gelen AKP bugün geldiği yer itibariyle müzikten festivale, giyim kuşamdan halkın parklarda nasıl davranacağına kadar her konuya müdahale ederek bir dayatma içine girmekte, bunu ideolojik bir tercihle yaparken seçmen konsolidasyonunu da düşündüğü için bu alanlarda gerilimi yükseltmektedir.

Bu yasaklar konusunda dikkat çekmek istediğimiz bir durum da zamanında ortak tepki verememiş olmamızdır. Rumelihisarı Konserleri sonlandırıldığında, Eurovision Şarkı Yarışması’ndan çıkıldığında, Grup Yorum’a konser yasakları getirildiğinde gerekli tepkiyi verebilmiş olsaydık iktidar bu kadar pervasızca yasaklama kararları alamazdı.

Gezi Direnişi’nin 9. yılını yaşadığımız bugünlerde konser yasaklarından festival yasaklarına, özellikle kadın bedeni üzerinden yükseltilen tartışmalardan Kürt kimliği üzerinden yürütülen tartışmalara kadar her alanda bizi kuşatmaya çalışan iktidara karşı Gezi’de olduğu gibi ortak bir tepkiyi örgütlemek ve birbirimizle dayanışma ilişkilerini kurmak zorundayız. Gezi Direnişi davasında haksız ve hukuksuz biçimde tutuklanan ve cezalandırılmaya çalışılanlara sahip çıkarken, bugün karşılaştığımız yasakların ancak Gezi’deki gibi ortak bir mücadeleyle aşılabileceğini belirtmek isteriz.

Gezi Direnişi’ni doğuran sebepler ve şu an tutuklu olanlar birlikte düşünüldüğünde ortak mücadelenin, Gezi’nin ruhuna uygun bir araya gelişin ve mücadelenin çok daha yaşamsal olduğu açıktır. Yaşam biçimlerimize, yaşam alanlarımıza, geleceğimize yönelik topyekûn saldırı ve sömürü karşısında özgürlük, eşitlik, adalet, demokrasi talepleri etrafında toplumsal muhalefet güçleri olarak dayanışma ilişkilerimizi geliştirmek zorundayız. Bu noktada Silivri ve Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nde rehin tutulan arkadaşlarımızı selamlıyor ve ‘Biz de Gezi’deydik’ diyoruz.

GERGİNLİKTEN BESLENMEK

Saray/AKP/MHP iktidarı içerde olduğu gibi dış siyasette de gerginliği yükselterek iç siyaseti yönlendirmek, dış siyasette pazarlık gücünü yükseltmek için elinden geleni yapıyor. Bu kapsamda Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üye olmasını veto edeceğini açıklayarak, Yunanistan’la ilişkileri gererek terör ve milliyetçilik kartını öne çıkarırken, ilişkileri düzeltme yoluna girdiği BAE, Suudi Arabistan gibi ülkelerle görüşerek, Mısır’la görüşme yolları arayarak Müslümanlık kartını öne çıkarıyor. Böylece terör konusu, geleneksel Yunan düşmanlığı ekseninde iç kamuoyuna mesajlar verilirken bu yılbaşına kadar ilişkilerin koparıldığı İslam ülkeleriyle ilişkiler düzeltilerek kaynak bulmaya ilişkin yollar da anıyor.

Tüm bunların arka planında ABD’yle ilişkilerin düzeltilmesi, ABD tarafından ‘kabul görme’, desteklenme isteğinin olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Hatta Suriye’nin kuzeyine yönelik operasyon hazırlıklarının başlatılması, bu konuyla ilgili yapılan açıklamalar birlikte düşünüldüğünde içerde iktidarın devamı için her yolun, her imkânın kullanılacağını söylemek mümkündür. Daha önce de Suriye’ye operasyon yapılmak istenmiş fakat hem ABD hem de Rusya büyük ölçüde sınırlandırmıştı. Şu anda Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı nedeniyle Suriye’ye zaman ve kaynak ayıramayacağı, ABD’nin ise Türkiye’nin Rusya’ya daha fazla yakınlaşmasını istemeyeceği varsayımına dayanan yaklaşımların karşılığı olup olmayacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz.

İktidarın NATO kartıyla ABD’nin uyguladığı yaptırımlardan kurtulmak, Finlandiya ve İsveç ile de pazarlık yapmak istediği açıktır. Nitekim Tayyip Erdoğan bununla ilgili yaptığı açıklamada Finlandiya ve İsveç’in olumsuz tutumuna vurgu yaparak şimdilik istediğini alamadığını ima etti. Eş zamanlı olarak ABD’nin Yunanistan’da kurduğu askeri üslere de vurgu yaparak iktidara yönelik dışlamanın farkında olduğunu açıklamış oldu. İktidar önümüzdeki seçimleri kendisi açısından varlık yokluk seçimi olarak gördüğünden batının siyasi desteğiyle birlikte ekonomik desteğine de gereksinimi olduğunun farkındadır. Şu ana kadar BAE dışında hiçbir ülkeden beklediğini alamayan iktidar yurtiçindeki yabancı sermayenin çıkışını da durduramıyor.

Saray/AKP/MHP iktidarının kendi geleceği için gerilimi yükseltip pazarlık yapmak ve içerde de bunun propagandasını yapmak üzerine kurulu dış siyasetinin kısmen etkili olacağı görülüyor. Özellikle Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğine karşı yapılan açıklamalar ve Yunanistan’a yönelik söylemler kısmen de olsa seçmen gözünde karşılık buluyor. Suriye’ye yönelik olası bir askeri operasyonun, Yunanistan’a yönelik açıklamaların yoğunlaşmasının içerde yoksulluğu, işsizliği, geçim sıkıntısını, yasakları konuşmayı güçleştireceği açıktır. Bu nedenle halklar arası barışı savunurken her türlü sömürgeci, emperyalist politikaya da karşı çıkmak, bunun araçlarını yaratmak zorundayız.

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi