Salı, Ocak 7, 2025
spot_img

Emeğimiz, Ömrümüz, Canımız

...ve artık tartışmaya, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde gördük ki kutsanan piyasa karşısında lanetlenen yalnızca kamu (KİT) değil aynı zamanda emekçiler ve günden güne haklarını yitiren bütün bir toplumdur

hepimiz kapitalizmin tanrılarına kurban ediliyoruz… son söyleyeceğimi baştan söyleyerek bir rapordan söz etmek istiyorum… Sağlık ve Çevre Birliği’nin Türkiye’de kurulu büyük termik santrallerin (16 ilde 30 adet) kuruldukları günden bugüne yol açtığı hava kirliliğinin tarihsel sonuçları üzerine bir çalışma… rapor 1965’ten günümüze kadar olan süredeki hava kirliliği verilerini, bu verilerin toplum sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini, buna bağlı sağlık harcamalarını ve erken doğumları, erken ölümleri içeriyor…

termik santrallerin yol açtığı sağlık sorunları ve tedavisi için bugüne dek 4,8 trilyon harcanmış. 1965’ten 2020 yılına kadar bu santrallerin bulunduğu kentlerde 117.661 erken doğum yaşanırken, 1.247.000 çocuğun bronşite yakalanmış… aynı zaman diliminde 62.000.000 iş günü kaybı yaşanmış… insan yaşamına ilişkin istatistik verilerin çok soğuk ve gerçeklikten koparıcı etkisi nedeniyle; erken doğumun, bronşite yakalanan çocuğun, hava kirliliği nedeniyle hastane kapılarında süründürülen insanların sizin ailenizden biri olduğunu düşünün; hatta iktidarın kurmayı düşündüğü fosil yakıtlı santrallerin gerçekleşmesi durumunda sizin, bizim, hepimizin gelecekte bu istatistik veriler içinde bir sayıya dahil olacağımızı da düşünün…

rapora göre 50 MW’tan büyük kömürlü santrallerin bulunduğu 16 ilde 55 yıl içinde 200.000 kişi erken ölmüş… bunu okuduğumda 1990’lı yıllarda Zonguldak’ta Türkiye Taşkömürü Kurumu’nda yapılan çalışmada ortalama yaşam süresinin 48 yıl olduğu sonucunu anımsadım… sözü edilen santrallerden kurulu olduğu kentlerden biri de Zonguldak… kömürlü santraller bulundukları yerin iklimini, hava kalitesini de olumsuz etkileyerek astım, bronşit, kalp hastalıklarının sebebi/ tetikleyicisi olmakla birlikte tedavilerin etkisiz kalmasına da yol açıyorlar… iktidarın var olan kömürlü santral sayısını iki katına çıkarma yönünde programı olduğunu da aklımızda tutalım…

kutsal piyasa lanetli kamu

1980’lerin ortalarından bu yana ülkemizdeki özelleştirme, kamunun daraltılması, tasviyesi için sürekli KİT’lerin zarar ettiği, rekabeti önlediği, halkın ödediği vergilerin KİT’lerin zararı için harcandığı, kalitenin düştüğü gibi onlarca gerekçe anlatıldı… sermayenin ve iktidarların devlet gücünü de kullanarak söylem üstünlüğü sağladığı, bunu başaramadıkları yerlerde doğrudan güç kullanımıyla sonuç almaya başladığı 1990’ların sonundan bugüne neredeyse kamu kurumu (KİT) kalmadı…

bu anımsatmayı yapma nedenim özelleştirilen işletmelerin bulunduğu kentlerde yaşayanların daha nitelikli, daha ucuz, daha kolay mal ve hizmet alamamakla birlikte çevre sağlığını da yitirdiklerini belirtmek için… verimli, sağlıklı, rekabet nedeniyle ucuz, gelişmeyi hızlandıracak denilerek savunulan özelleştirmenin bir parçasını da termik santraller oluşturuyor… peki bu termik santraller özelleştirildikten sonra çevre ve insan sağlığı açısından kamunun almadığı hangi önlemleri aldılar…? bu santrallerde kamuda olduğu zamana göre çalışanların sağlıkları, ücretleri, çalışma koşulları daha iyi oldu…? peki bu santraller özelleştirildikten sonra rekabet gerçekleşip elektrik fiyatları mı düştü…? devlet KİT yükünden kurtulurken! bu raporda da belirtilen sağlık sorunları nedeniyle ortaya çıkan 4,8 trilyon Tl’lik sağlık harcamasını nereye yazacağız…? elbette temel sorumuz şu olmalı; erken doğumlardan, erken ölümlere kadar bu kadar çile çekerken, ömrümüzden verirken bunun karşılığında kim kazanıyor…? ömrümüzü kimler için feda ediyoruz…?

20.01.2022 tarihinde direnEmek’te Aslı Odman konuştuğumuz ‘İş Cinayetleri ve Yoksullaşma’ konusunda değindiğimiz meslek hastalıklarını da bu kapsamda değerlendirdiğimizde termik santrallerin zamana yayılmış iş cinayetleriyle birlikte zamana yayılmış kitlesel cinayetlerin sebebi olduğu söylenebilir… başka bir anlatımla bu santrallerde çalışanlarla birlikte yakın çevrede oturanlar da yavaş yavaş ölüyorlar… başka bir anlatımla bugün ve yarın için bir dilim, kısmen gelecek güvencesi karşılığında sağlığımızı ve ömrümüzün bir kısmını çalan bir ekonomik düzen bu… yani temiz değil, yani ucuz değil, yani sağlıklı değil, yani verimli değil… (programı izlemek isterseniz)

son günlerde intihar haberleri yeniden artmaya başladı… geçtiğimiz on gün içinde Ardahan’da Tarım Kredi Kooperatifi’nden aldığı krediyi ödeyemeyen bir çiftçi, İzmit’te işten çıkarılan bir işçi, İstanbul’da bir üniversite öğrencisi kripto parada kaybettiği için canlarına kıydıklarını okuduk… günlük yaşamda, gereksinimler ve gelecek beklentisi açısından kamu/ devlet güvencesinin ortadan kalktığı ve toplumun örgütsüz olduğu koşullarda şiddet, alkol ve uyuşturucu kullanımıyla birlikte canına kıyma olayları da artıyor… yani kapitalist çalışma düzeni, bölüşüm ilişkileri ve yarattığı çürüme başta emekçilerle birlikte toplumun bütününü hasta ediyor, süründüre süründüre öldürüyor…

Evrensel Gazetesi’nde bir söyleşide 63 yaşındaki bir inşaat işçisi; “17 yıl önce emekli oldum. İnşaatta çalışıyorum, eskisinden daha çok çalışmama rağmen durumum ortada. 63 yaşındayım bugüne kadar hiç sosyal hayatım olmadı. Bu hayattan hiç memnun değilim.” diyordu… emek savaşımının bir ayağını da ‘Tembellik Hakkı’ üzerine kurmamız gerektiğini düşünüyorum…

insan neden ölünceye dek çalışmak zorundadır…? sermaye ve iktidarlar makinalara verdikleri önemi, gösterdikleri özeni neden çalışanlara, topluma karşı göstermezler…? örneğin bir patron kullanılan alet edevatın, makinanın periyodik bakımı, sigortası, kaskosu gibi işlemleri hiç aksatmazken çalışanlarının sigortasını yapmaz veya düşük gösterir… devlet adına bu işleri denetlemekle görevli olanlar (siyasi iktidarlar) nasıl olur da TÜİK’in saptadığı %30 kayıtdışı çalışanı işyerinde saptayıp, işverenlere geriye dönük sigorta pirimini ödettirmezler…? makinalara, binalara gösterilen özen neden çalışana/ insana gösterilmez…? bu vb. sorulara vereceğimiz yanıtlar bizim geleceğimizi de kurtarmamız için atacağımız adımları belirleyecektir…

söz konusu olan yaşam hakkımızla birlikte, sağlıklı, insan gibi yaşama koşullarımızı da görünür kılacaktır… ve artık tartışmaya, kuşkuya yer bırakmayacak biçimde gördük ki kutsanan piyasa karşısında lanetlenen yalnızca kamu (KİT) değil aynı zamanda emekçiler ve günden güne haklarını yitiren bütün bir toplumdur… bunu ters yüz edecek güç de emekçiler ve hakları gasp edilenlerin birlikte savaşımından geçmektedir…

Bir Cevap Yazın

Salim Çalık
Emekli Maden İşçisi, Şiir Yazar