İki yıl aşkın süredir her geçen gün ağırlaşan ekonomik kriz özellikle 2021 yılında dövizdeki yükseliş, iktidarın günü kurtarmaya ve yandaşlara rant aktarmaya dönük ekonomi politikaları, beklenen dış kaynağın ve yatırımın gelmeyişi gibi çok sayıda neden ekonominin dibe vurmasını beraberinde getirdi. Tayyip Erdoğan bile halkın enflasyon karşısında ezildiğini kabul etmek zorunda kaldı.
18.01.2021 tarihli ‘Her Şey İktidar İçin’ başlıklı yazımızda; “Önce pazara, sonra sofraya yansıyan fiyat artışları, giderek toplumdaki yaşam standartlarında düşüş yaratıyor. Yoksulluk geniş kesimleri vururken, yurttaşların yaşadıkları sıkıntıları kendi olanakları ile çeşitli sosyal mecralardan dışa vurmaya başlamalarını aşağıda kaynamakta olan öfke kazanının buharı olarak görmek gerekir.” yazmıştık. O günden bugüne dövizdeki yükseliş ve gelen zamlar durumun daha da ağırlaşmasını beraberinde getirdi.
Saray/AKP/MHP iktidarı ekonomi paketleriyle, teşviklerle, kredilerle var olan krizin görünür etkilerini gizlemeye, en azından seçimlere kadar toplumun algısını değiştirecek adımlar atmaya devam ediyor. Fakat gelir dağılımındaki adaletsizlik kendi seçmen kitlesi dahil toplumun büyük kısmını içine aldıkça ve tepkiler görünür duruma gelip, sokağa yansıdıkça baskı ve tehdidi de artırmaktadır. Daha doğrusu iktidar olağan koşullarda seçimleri kazanamayacağını gördüğü için baskı ve şiddeti siyasetinin bir parçası olarak kullanmaktadır, kullanacaktır.
Son günlerde iktidarın sokağa çıkmaya yönelik açıklamaları, muhalefetin Anayasal bir hak olan toplantı, gösteri, yürüyüş, basın açıklaması gibi sokak eylemliliklerini savunmak yerine ‘sokağa çıkmayacağız’ diyerek yanıt vermesi Saray/AKP/MHP iktidarının şimdilik başarılı olduğunu gösteriyor. Ancak yoksulların, işsizlerin, batma noktasına gelen küçük esnafın ve çiftçilerin bireysel tepkileri görünür oldukça özellikle sosyal medya üzerinden iktidara yönelik öfkenin dışa vurumu da kitleselleşiyor. Son olarak AKP’li Mahir Ünal’ın Adıyaman’da katıldığı bir toplantı sırasında aldığı krediyi ödeyemeyen bir çiftçinin ‘Aylardır işsizim. Açım, borcumu ödeyemiyorum’ diyerek gösterdiği tepkide de bunu gördük. O anda baskı ile Anadolu Ajansı da çağrılarak tersi yönde açıklama yaptırılan çiftçi daha sonra yeniden bir açıklama yaparak daha ayrıntılı olarak yaşadığı sıkıntıları, yoksulluk nedeniyle üniversiteyi kazanan oğlunu okutamadığını da anlattı.
Burada üzerinde durulması gereken bir konuda; açlığını, yoksulluğunu, işsiz olduğunu yüksek sesle dile getirenlerin ısrarla ‘amacının provokasyon olmadığını’ vurgulamak zorunda kalmalarıdır. Görülüyor ki iktidarın sokağa çıkanlara, şikayetini yüksek sesle ifade edenlere yönelik olarak geliştirdiği suçlayıcı dil insanlar üzerinde baskı oluşturmaya başlamıştır. Muhalefetin ekonomik haklarla birlikte yurttaşların düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik bu baskı ve suçlamalar karşısında söz söylemesi, harekete geçmesi ve iktidarın bu yöndeki politik hamlelerini boşa çıkarması gerekmektedir.
Saray/AKP/MHP iktidarı ve bileşeni durumundaki BBP, Vatan Partisi siyasal çizgilerine uygun olarak tüm muhalifleri hedef alan açıklamalarıyla toplumda ortaya çıkması kaçınılmaz tepkilere karşı ön almaya çalışmaktadır. AKP daha çok dini söylemleri öne çıkarırken diğerleri milli/ulusal söylemleri öne çıkarmaktadırlar. Şu çok açıktır iktidar ve bileşenleri açısından muhalif olmak dinsiz olmak, vatan haini olmak için yeterlidir.
Geçim derdinin her şeyin önüne geçtiği görülüyor. İktidar ekonomik kriz ve sonuçlarının halkta öfkeye neden olacağını, muhalefetin bu noktadan sıkıştıracağını bildiği için ‘ekonomik kurtuluş savaşı’, ‘dış güçlerin Türkiye üzerine oyunları’ söylemlerini geliştirirken bu yaklaşımı MGK kararlarına dönüştürmüştü. 29.11.2021 tarihli ‘Döviz, Enflasyon, MGK’ başlıklı değerlendirmemizde bu konuyu vurgulamış ve; “Tayyip Erdoğan’ın ‘Ekonomik kurtuluş savaşı veriyoruz’ açıklamasıyla birlikte iktidar yandaşı medya ve sözcülerin bunu öne çıkarması ve MGK’da görüşülmesi ekonomik taleplerle sokağa çıkmanın, iktidarın ekonomi politikalarını eleştirmenin Milli Güvenlik sorunu olarak görüleceğinin işaretidir.” yazmıştık.
ENES KARA’NIN ÖLÜMÜNÜ TARTIŞMAK
Son olarak üniversite öğrencisi Enes Kara’nın intihar etmeden önce çektiği videoda söyledikleri ve bıraktığı mektupta yazdıkları üzerinden gelişen tartışmalarda da görüldüğü üzere bir gencin canına kıymasına neden olan koşulları tartışmanın iktidara, özellikle tarikat ve cemaat yapılanmalarına zarar vereceği düşüncesiyle Enes’in ölümünü dinsizliğe, dış güçlere kadar bağlayan açıklamalar duyduk. Enes’in ölümünü ve ölümüne neden olan koşulları protesto edenlerin gözaltına alındığını, videonun yayınlandığı hesaplara kaldırılması yönünde uyarı gittiğini gördük.
Bugüne dek tarikat ve cemaat yurtlarında yaşanan çok şey duyduk, gördük. Fakat bunların tümünde ya tehditle, ya bir takım vaatlerle veya ailelerin baskısıyla olayların üzeri örtüldü. Kamuoyuna yansıyan Ensar yurtlarında, Aladağ’da, Antalya’daki öğrenci yurdunda vb. yerlerde yaşananları Enes bir mağdur olarak dile getirdi. İlk kez sorunu, tarikat ve cemaat içinde yaşananları ayrıntılı olarak ilk ağızdan duyduk ve bir ölüme tanık olduk.
Enes’in ölümü öğrencilerin barınma sorunundan, devletin eğitim politikalarına, devletin asli görevlerini tarikat ve cemaatlere devrederek gericiliğin örgütlenmesine kadar birçok sorun ve bu konulardaki araştırmalar yoğun olarak tartışılmaya başlandı. Sokak tartışmaları ve Kazakistan’daki protestolara karşısında olduğu gibi sosyalist, devrimci ve laiklikten yana olan muhalifler dışında herkes olayı adli bir vaka gibi görme eğilimine girdi. Oysa tarikat ve cemaatlerin okul ve yurtlarının öğrencilerin tüm yaşamını, düşüncelerini, inanç biçimlerini değiştirme ve dönüştürme yönünde baskı araçları olduğu gerçeğini acı bir şekilde bir kez daha gördük. Enes’in ölümü ücretsiz eğitimin, barınma hakkının, düşünce ve inanç özgürlüğünün çok daha güçlü ve kararlı biçimde savunulması ve laikliğin başta eğitim olmak üzere tüm kamusal alanlarda kurumsallaşması gerektiğini bir kez daha gösterdi.
DURGUNLUK, İŞSİZLİK VE ZAMLAR
İktidarın uygulamalarının ve yaptığı zamların kısa bir süre içinde ekonomide durgunluğa yol açacağı açıktır. Ocak ayının ilk günü akaryakıt, elektrik ve doğalgaza yapılan zamlarla konutlarla birlikte küçük esnafın da zorlanacağı, işten çıkarmaların artacağı görülmektedir. Gelen ilk faturalarla birlikte tepkiler de büyümeye başlayınca iktidar doğalgazda ödeme yardımı düzenlemesini gündeme getirdi. Faturaların tamamının zamlı geleceği Ocak ayından sonrası için tepkilerin daha da artması kaçınılmazdır. Eskişehir Valiliği, Halkevleri’nin astığı ‘Geçinemiyoruz, zamlar geri alınsın’ pankartını kaldırma gerekçesi de bunun yansımasıdır. Valiliğe göre ‘geçinemiyoruz, zamlar geri alınsın’ pankartı “Halkta kin ve nefret duygusu uyandırıyor, devletin ve kurum ve organlarını zan altında bırakıyor.” Sürekli belirttiğimiz gibi, iktidar yoksulluğun, işsizliğin, açlığın, geçim derdinin görünmemesi için elinden gelen her şeyi yaparken ele geçirdiği devleti de bunun için kullanıyor.
İktidar yarattığı tahribatın toplumun büyük kesimlerini rahatsız ettiğini, olağandışı bir gelişme olmaması durumunda bu rahatsızlığın toplumsal bunalıma dönüşeceğini biliyor. Geçtiğimiz hafta ekonomik nedenlerle intihar edenlerin haberleri düştü medyaya. Korona salgınının ilk aylarında, kapanmanın da etkisiyle gördüğümüz intihar dalgasının bir benzeriyle karşı karşıya kalabiliriz. Bu nedenle muhalifler olarak gelecek için önermelerde bulunurken bugün kendilerini çaresiz hissedenleri ikna edecek, yaşama tutunmalarını sağlayacak politikalar üretip, örgütlülükler yaratırken iktidara karşı sokağı da korumamız gerekmektedir.
Geçtiğimiz hafta Kazakistan halkı akaryakıt ve doğalgaza gelen zamlar sonrası sokağa çıkmış, beraberinde yıllardır birikmiş sorunlarını da dile getirmişlerdi. Kazak yönetimi Kolektif Güvenlik Gücü Anlaşması Örgütü’nden asker isteyerek eylemleri bastırırken eylemlere katılanları da terörist ilan etmişti. TBMM’de grubu bulunan HDP dışındaki partiler ortak bildiri yayınlayarak Kazak yönetimine destek açıklaması yaparken metnin içinde 15 Temmuz darbe girişimine atıf yapılması, ‘kamu düzenini bozan ve mala zarar veren şiddet eylemlerini kınıyoruz’ ifadesini önemli buluyoruz. Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı içindeki partiler Kazak yönetimine destek açıklarken eğilimlerini de göstermiş oldular. Zamlar karşısında sokağa çıkmak, özgürlük ve adalet talebinde bulunmak kamu düzenini bozucu eylemler olarak görülmektedir.
11.01.2022 tarihli ‘Halk Korkusu’ başlıklı yazımızda bu yaklaşımın izlerini görmüş ve “Belli ki şu an dünyaya yön veren ülke ve kurumlar verili düzeni sarsacak değişikliklerin olmaması konusunda uzlaşmış görünüyor.” demiştik.
DEMOKRASİ VE EMEK İTTİFAKI
HDP’nin “Türkiye’nin içinde bulunduğu çoklu krize karşı umudu, büyütecek, güven verecek bir Demokrasi İttifakı’ tartışmaları yürütüleceğini” belirterek TİP, EMEP, Sol Parti, EHP, TKP, SMF, Halkevleri, TÖP’ne yaptığı çağrıyı önemsiyoruz. Ancak Demokrasi İttifakı’nın emek alanını da içermesi gerektiğini vurgulamak isteriz. Ülkemizdeki geniş tabanlı toplumsal hareketlerin ekonomik temel üzerinde gelişeceği, hatta seçimlerde başat belirleyici unsurun işsizlik, yoksulluk olacağı dikkate alınmalıdır.
Bu ittifakın emek ve meslek örgütleriyle de genişletilmesi, emekçileri, çiftçileri, hatta örgütsüz ve iktidarın ekonomik uygulamalarından hoşnut olmayan toplum kesimlerini de kapsaması için bu yaklaşımın gerekli olduğunu düşünüyoruz. Böylece yalnızca Saray/AKP/MHP iktidarından kurtulmak ve düzenin restorasyonu üzerine şekillendirilmeye çalışılan muhalefet anlayışı da aşılmış olacaktır.
Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı’nın düzenin bu haliyle sürmesi veya restore edilmesi seçeneklerine, bu konuda kendi aralarındaki olası işbirliğine karşı yaratılabilecek üçüncü bir ittifakın özgürlük, adalet, eşitlik, barış ve bireysel ve toplumsal hak talepleri doğrultusunda önemli ve etkili bir işlev görmesi de olasıdır.