Okullar kapanıp, Topkapı Terminali’nden alınmış terli biletlerle uzun yolculuklara çıkılan, televizyonların henüz yeterince renkli olmadığı, Kürt dağlarında yanan ateşlerin külünün henüz kentlere savrulmadığı, üniversitelerin amfilerinde sloganların henüz taze olduğu, sonsuz gecekondu denizinde dalgalanan milyonlarca nefesin henüz dumana boğulmadığı bir Temmuz öğlesinden bahsedeceğiz.
Demek ki o öğlen Temmuz’unda bizim uzatmalı çocukluğumuz sona ermiştir. Demek ki o öğlen vaktinde Alevi halk hareketinin modern katliamlar çağının kapısı aralanmış, milyonlarda gözün, sözün ve öfkenin devletin ve katliamcı çetelerin nezdinde hiçbir karşılığının olmadığı anlaşılmıştır.
Kırdan kente savrulan, kırın bilgeliğini taşıyarak kentlere işçi, öğrenci, yoksul memur olarak dökülen Alevilerin televizyonlarda ilk ve uzun göründükleri 2 Temmuz 1993 öğleninden döküleceğiz bugüne.
Alevi Haritası
24 yıl önce 2 Temmuz’da 33 aydın ve sanatçı, 2 otel görevlisi olmak üzere 35 insanımız, günler öncesinde örgütlenerek Cuma namazı çıkışında saldırıya geçen çeteler tarafından Madımak Otel’inde rehin edilerek yakıldı. Pir Sultan Abdal Şenlikleri kapsamında davet edildikleri Sivas’tan tabutları sırtlanarak döndüler. Haklarında çok şey yazıldı, şarkılar söylendi, şiirler okundu, filme çekildi yaşadıkları. Onların kimliğinde ve suretlerinde ateşle terbiye edilmeye çalışılan milyonlarca Alevinin yaşadığı sarsıcı etki daim kaldı.
O sarsıcı etki ki uzun yıllara dayanan bir hukuki ve siyasi mücadeleyi başlattı. O etkiyle irili ufaklı Alevi öz örgütlenmeleri kentlere yayıldı. O sarsılmayla Alevi meselesi bir politik kriz olarak yeniden devlet ve halk arasında bir gerilim odağı oldu. Alevilerin kitlesel olarak katliam hafızasının henüz diri olduğu Maraş ve Çorum şehirlerinin yanına haritaya Sivas da eklendi.
Binlerce yıllık Alevi anlatısının kanla, katliamla, yas ve keder kuyularıyla boğulması, kitlesel özgürlükçü ve eşitlikçi taleplerinin sindirilmesi, Sivas’ta da katliamın ilk elden hedefiydi. Alevilerin içine kapanacağı öngörülmüş, halklar arasındaki çatışma ve iç savaş pratiğinin derinleşeceği düşünülmüştü. Aleviler hedefi doğru gördü. Mezhebî bir zeminden çok, yaşamsal bir yerden katliama yanıt verdi. Örgütlendi, görünür yaptı öyküsünü; yarasını açık, öfkesini hedefli kıldı.
Bizim İçin Sivas
Topkapı’dan yola çıkan otobüs yolu tamamladığında henüz 12 yaşımızın aralığındaydık, Koray Kaya gibi. Sivas’ın çocuklarından biriydi. 14 yaşındaki ablası Menekşe Kaya ile birlikte Madımak’ta katledildi. Saz çalıp semah dönen, Sivas’a bulunduğu semah ekibiyle birlikte gelen güleç bir çocuk yüzüydü. Yüzümüzdü. Milyonlarca Alevi çocuğun yüzünde taşıdığı izleri taşır, sırları ve sözleri ezber ederdi. Akranımız, arkadaşımızdı. Katledildi. Sivas’ta o yaz, çocukluğumuzu bıraktık. Ucundan tutuşan bütün bir atlas gibi…
Köylerinde dedelerini görmeye giden, sanayi sitelerinde işe koyulan, evlerin avlularında oyun oynayan, saz çalıp türkü söyleyen bir ülke çocuğun yüzünde Koray’ın siması belirdi.
Ateşin etrafında dönülen semahın, ateşin içine dökülen ah’ın adıyla büyüdü Koray. Şimdi yaşasa yaşıtımdı. Biz onunla yaşıt kaldık sonra. Çocukluğunu bir yaz öğleninde bırakan o kuşakla beraber çok mezar kazdık, çok tabut taşıdık, çok can havliyle sarıldık hayata sonra.
‘Allah-u Ekber’ dendiğinde başlayan şiddetin ve ateşin tesirini öğrendik Sivas ile. Ankara’da Karşıyaka Mezarlığı’nda Koray ile Menekşe gibi koyun koyuna yatan onlarca kardeşin mezarları arasında gezinip durduk. Karanfiller, yeminler ve bitimsiz bir öç takvimi…
Yas ile teslim alınmak ve ‘mağdur’ sıfatına sıkıştırılmak istenen bir halkın Temmuz’u elbette kırık dökük kalacaktır. Kırıklığı onaracak olan yasın aşılması, ‘mağdur’un reddidir.
Alevilerin belleğinde taşıdığı imgeler, sözcükler bu coğrafyanın ortak yaşamının yegâne bilgisidir. “Sen sana ne sanırsan, ayruga da onu san” diye başlanan büyük yolculuğun ölümlerle teslim alınması için artık çok geç. Aleviler, biriktirdikleri Temmuz bilgisiyle artık bu dünyanın cümle korkutucu sınanmalarından çıkıp geldiler.
Alevilerin yüzlerce yıllık öyküsü elbette sadece katliamları barındırmıyor. Bu öyküde coğrafyanın eşitlikçi anlatısı var, kadınların ses ve güç birliği var, cümle canın ve canlının dünyada hakkının olduğunu anlatan bakışlar var, toprağı, suyu ve ürünü halkın ortak değeri bilen erdem var, coğrafyanın tenine başka hiçbir halkın teninin değmediği duruluk var.
Bir inançtan öte, Anadolu ve Mezopotamya halklarının devlet kurmamış bilinci, mülkiyet yasası inşa etmemiş özlemleri var. Anadolu’nun satır aralarında haksızlık karşısında başını dik tutarak isyan etmişleri; Kalenderiler, Baba Züninler, Celaliler, Şahkulu Sultan’ın uzun yolculuğu var. Sadece mağdur, sadece mazlum, sadece katle uğrayan değil; meydan okuyan, hesap soran, düzenin tekerine çomak sokan, kılıç kuşanıp ordu dağıtan bir tarihin belleği var.
Bugün kentlerin satır aralarında bu belleğin çocukları işliklerde, dersliklerde, sokak başlarında, zindanlarda, sürgünlerde, büyük plazalarda, pasajlarda kendilerinin bile fark etmediği bir anlamı ifade ederek yaşamaya devam ediyor.
Seziyorlar büyük isyanın izlerini, seziyorlar coğrafyanın inançtan bile eski anlatısının onlara kattıklarını. Biliyorlar bazı şeyleri, çok şeyi ise bilmiyorlar. Seziyorlar, onların kalabalık kimliklerine yönelen şiddetin ve ithamların korkusunu. Çünkü bilmiyorlar bu toprağın panzehiri de, ortak yaşam olanakları da, adalet ve eşitlik hasreti de onların taşıdıkları izlerde saklıdır.
Koray’ın kardeşliğinde saklıdır.
Koray’ın yüzünden akan zamanda, Karşıyaka Mezarlığı’nın uğuldayan kavak ağaçlarında saklıdır. Sivas’ta ateşle sınanmış olan, Gazi Mahallesi sokaklarında kurşunla, Gezi’nin dövüşken gecelerinde kanlı pusularla sınanmıştır.
Bu yaşayan öykünün Sivas ile soluğunu kesemedi zaman. Zaman aktı, Sivas’ın 93 yazında alazlar arasında yiten suretlerin üzerinden; seslerini, soluklarını, bakışlarını varlığına katarak aktı zaman. Hasret’in incecik sesinden, Metin’in sözcüklerine, Koray’ın semahından Asaf’ın çizgilerine her şey belleğimizin içinde mıh oldu, yerini aldı.
Şimdi bir Temmuz öğleni gündelik yaşamın içinde, zamanın büyük zulümlerinin ve büyük kahramanlıklarının gölgesinde, coğrafyanın kaderi yeniden tayin edilip, zihnin ve bedenin bütün imkânları zorlanırken, hatırlamakla mükemmel, hatırlamakla insan ve isyan olan bir vaktin toplamıyız.
Biz Sivas’ın ateş artıkları olarak döküldüğümüz ömürlerden kendimizi çıkardık. Koray bizimle, Menekşe ve diğerleri de…
Dünyanın bir kalbi varsa, biz onun nabzıyız yeryüzüne vuran.
*Bu yazı Mukavemet 2017 Dergi 5. Sayısında yayınlanmıştır.