Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

Dünyadaki Açlığın Faydaları!

Bir yandan sosyal yardımlar aracılığıyla iktidarın sömürüdeki payı ve katkısı gözden kaçırılırken, diğer yandan insanların yoksulluktan kaynaklı gelecek kaygıları, korkuları üzerinden sömürüye rıza üretilmektedir. Başka bir ifadeyle iktidar ve sermaye el birliği içinde tüm araçları kullanarak yoksulları ve yoksulluğu istismar etmektedir.

Geçtiğimiz hafta enflasyon verileri ve asgari ücret artışı açıklandı. İyimser olanlar hiç olmazsa TÜİK’in enflasyon oranına ve TÜRK İŞ’in açıkladığı açlık sınırına uygun bir artış beklediler. Haziran ayında %78,6 olan enflasyonun gerçeği yansıtmadığında hemen hemen herkes hem ortak görüştedir. Asgari ücretin 5.500 TL’ye, en düşük emekli maaşının 3.500 TL’ye çıkarılmış olmasının yetersizliği bir yana açlığın ve yoksulluğun kalıcı ve iktidarın tercihi olduğu da açıktır. 22.6.2022 tarihli yazımızda iktidarın ekonomi politikalarının halkı yoksullaştırmasının bir tercih olduğunu belirterek eklemiştik. “Halkın tüm kesimlerinin açlık sınırı ile yoksulluk sınırının yarısı kadar bir gelire tutsak edilmesini amaçlayan ekonomi politikalarına karşı işçi sınıfının bileşenlerinin kendileriyle birlikte diğer bileşenlerin çıkarlarını savunmaları, taleplerini açığa çıkarmaları verilecek mücadelenin başarı şansını artıracaktır.”

Memur, memur ve işçi emeklilerine de TÜİK’in açıkladığı enflasyon verileri esas alınarak maaş artışları yapılacak. Alım gücü açısından geçmiş yılların gerisine düşürülen ücretlerin genel olarak yoksulluk sınırının yarısı ile 3.500 TL arasına sıkıştırılması ve bunun kalıcı duruma getirilmesi iktidarın üretim bölüşüm ilişkilerindeki tercihini göstermektedir. Bu noktada Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin’in; ‘Açlık sınırının 6.000 TL olduğunu kim söylüyor. Türkiye’deki açlık sınırı 3.600 TL ile 4.000 TL arasındadır” açıklaması iktidarın ücretlere yaklaşımını göstermektedir. Üstelik bu açıklamanın Çalışma Bakanı tarafından yapılması sermayenin işçilere karşı yaklaşımları, ücret politikaları, sendika düşmanlığı gibi tutumları karşısında iktidarın durduğu yeri göstermesi açısından da önemlidir.

Türkiye gibi ülkelerde yoksulluk iktidarda kalmanın ve sömürünün sürdürülmesinin bir aracı olarak görülmektedir. Bir yandan sosyal yardımlar aracılığıyla iktidarın sömürüdeki payı ve katkısı gözden kaçırılırken, diğer yandan insanların yoksulluktan kaynaklı gelecek kaygıları, korkuları üzerinden sömürüye rıza üretilmektedir. Başka bir ifadeyle iktidar ve sermaye el birliği içinde tüm araçları kullanarak yoksulları ve yoksulluğu istismar etmektedir.

Yazımızın başlığı yukarıda yazdıklarımızı somutlayan Hawaii Üniversitesi’nden Prof. George Kent’in BM’nin internet sitesinden kaldırılan makalesinin başlığıdır. On üç yıldır sitede yayımda olan makale fark edilmesinin ve yoğun eleştiri almasının ardından kaldırılmış. Ülkemizde ve dünyada gelir dağılımındaki adaletsizlik ve adaletsizliğin sürdürülmesi adına yapılanlara bakınca söz konusu makaledeki; ‘Sosyal yaşamın en tepesindeki bizler için açlığı küresel olarak sona erdirmek bir felaket olur’ cümlesi tam da yerine oturuyor. (Bu makalenin hicivsel bir dille yazıldığı yönündeki uyarıları da belirtmek isteriz.)

Ülkemizde ve dünyada sermaye sahipleri ve iktidarlar işbirliği halinde yoksulluğu, açlığı sona erdirmek için değil sürdürülebilir ve yönetilebilir bir seviyede tutmak için politika üretiyorlar. Yoksulların, açların, işsizlerin tepkilerini dindirmek için ya gelecek güzel günler vaat ediyor, ya da sorumluluğu sermaye ve iktidarların dışındaki iç veya dış güçlerin üzerine atıyorlar. Bunu en somut olarak yaşayanlardan biri de bizleriz. Saray/AKP/ MHP iktidarı bugüne kadar yaşanan ekonomik sorunlar başta olmak üzere hiçbir sorunla ilgili sorumluluk almadığı gibi ya içerde muhalefeti (hatta Cumhuriyet döneminin tümünü), ya dış güçleri, ya 2020’den bu yana olanlar için Covid 19 salgınını ve Rusya Ukrayna savaşını sorumlu tuttu.

Bu kapsamda Çalışma Bakanı’nın 2022 Aralık ayından sonra enflasyonun düşeceğini vaat ettiğini, Tayyip Erdoğan’ın ise şubat, mart aylarında düzelme başlayacağını, iktidarın ve yandaşlarının dini argümanlar başta olmak üzere topluma sabır, şükür telkin ettiklerini, eş zamanlı olarak gündem değiştirme çabalarını belirtmek isteriz. Tayyip Erdoğan’da belediye başkanlarına yönelik yaptığı konuşmada ‘insanlara gece gündüz üç konuyu anlatacağız’ dedikten sonra bunları; ekonomik ve demokratik kazanımlar, Türkiye’yi hak ettiği konuma getirmek, güçlü yönetim olarak sıraladı. Hukuktan, sanattan, sosyal ve siyasal yaşamdan, ekonomiden yana halkın sıkıntıları, talepleri iktidarın gündeminde bulunmuyor. Gelişmiş 10 ekonomi arasına girmek, şubat- mart aylarında enflasyonun düşeceği vaatlerini de ekleyelim.

Her ne kadar hiciv olarak yazılmış olsa da değindiğimiz George Kent’in makalesindeki ‘Hiç kimse aç insanlardan daha çok çalışamaz’ cümlesi de Türkiye başta olmaz üzere çok sayıdaki az gelişmiş ve gelişmekte olan ülke halklarının içine düşürüldüğü durumu ve iktidarların yaklaşımını göstermesi açısından bir saptama özelliği taşıyor. Bu yanıyla da tüm dünyada iktidarlar ve sermaye yoksulluğu yönetilebilir durumda tutmak için güvenlikçi yöntemler dâhil, her türlü aracı kullanırlarken kendi aralarındaki işbirliği araçlarını ve politikalarını da olabildiğince geliştiriyorlar.

SRİ LANKA’DAN AB’YE

Saray/AKP/MHP iktidarının İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerini pazarlık konusu yaptığı NATO da bu kapsamda yeni güvenlik tanımları, alanları belirleyerek dünyanın her yerine müdahale edebilmek için politikalar belirlemeye yöneliyor. Uluslararası finans kurumları egemenlere olası gelişmelerle ilgili uyarılar geçiyor, önlemler öneriyor.

Bir yıl gibi bir sürede dünyanın farklı coğrafyalarındaki çok sayıda ülkede ortaya çıkan toplumsal muhalefet hareketleri son olarak Sri Lanka’da iktidarı devirecek bir güce erişti ve ayaklanan halk başkanlık sarayı dâhil tüm yönetim binalarını ele geçirdi. Saray/AKP/MHP iktidarının Dış İşleri Bakanlığı aracılığıyla endişelerini belirttiği ayaklanmanın temelinde yoksulluk, işsizlik, yapılan zamlar, yolsuzluklar ve ülke yönetiminin bir ailenin yakınlarının elinde olduğu gerçeğini belirtmek isteriz.

Sri Lanka’ya ilişkin olarak bir de anımsatma yapmakta yarar var. 2010’lu yıllar boyunca özellikle terörle mücadele konusunda model alınabileceğine yönelik hayli tartışma olmuş, iktidara bu yönde önerilerde bulunulmuştu. Bire bir aynı olmamakla birlikte Kürt Sorununa yönelik şiddet ve baskının sürekliliği konusunda kısmi benzerlikler kadar iktidarın ve iktidarla hareket eden çok sayıda yapının aile bireyleri ve hemşericilik ilişkileriyle yönetiliyor olması da Dış İşleri Bakanlığı’nın endişelerini anlamlı kılıyor.

Dünyanın içine girdiği ekonomik durgunluk ve özellikle ABD, AB ve Çin’in ekonomi politikalarındaki gelişmeler tüm dünyada yoksulların, emeğiyle geçinenlerin gelecek kaygısına düşmelerine yol açıyor. Küresel çapta ekonomik durgunluğun hatta gerilemenin beklendiği, iktidarların ve uluslararası sermayenin kendileri için çıkış aradığı koşullarda uygulamaya geçirilen politikalara karşı yoksullar, emekçiler de tepkilerini yükseltmeye başladılar. Hollanda, Almanya, İtalya ve Polonyalı çiftçiler başta azot salınımına yönelik kısıtlama ve yoksullaşma nedeniyle ‘Biz köle değiliz çiftçiyiz’ diyerek ayaklandılar. Üretim maliyetleri, yüksek enflasyon ve geçim sıkıntısına karşı ayaklanan çiftçiler birçok kentte limanlara, havaalanlarına giden yolları, gıda dağıtım merkezlerini, köprüleri trafiğe kapattılar.

Arnavutluk ve Kuzey Makedonya’da halkın yüksek zamlara ve yoksulluğa karşı sokağa çıktığını, Panama’da işçi sendikalarının, öğrencilerinin yakıt, gıda ve ilaç fiyatlarının dondurulması ve ülkedeki dört ABD askeri üssünün kapatılması talebiyle günlerdir sokakta olduğunu belirtmek istiyoruz. Uluslararası sermaye örgütleri her ne kadar covid 19 salgını ve sonrasında Rusya Ukrayna savaşı etkilerini gerekçe gösterseler de Maldivler, Bahamalar, Belize, Senegal, Ruanda, Grenada, Etiyopya gibi ülkelerde de ayaklanmalar beklediklerini açıklıyorlar. Bu bağlamda Sri Lanka’nın yönetimden kaynaklı sorunlar, yoksulluk ve zamlarla birlikte borç krizine girdiğini, dışardan borç bulamadığını dolayısıyla ithal ettiği akaryakıtı bile alamadığını vurgulamak isteriz.

Bu noktada yukarıda saydığımız örnekler başta olmak üzere Sovyetler Birliği dağılıp, dünya tek kutuplu olduğundan bu yana batı dâhil birçok ülkede yaşanan hızlı ve kalıcı yoksulluk karşısında kapitalizmin ve emperyalizmin yoksulluğun sebebi olarak sosyalist yönetimleri, hatta kamu ağırlıklı devlet yönetimlerini göstermesinin bir propaganda olduğu gerçeği net olarak görülmüştür. NATO’nun yeni güvenlik politikaları belirlemesi de esasen var olan kapitalist sistemle birlikte işbirliği içinde bulunduğu yönetimleri korumak olduğu yaşanarak test edilmiştir. Dolasıyla dünyadaki sosyalistlere, devrimcilere, emekten yana olanlara düşen görev NATO’nun ve NATO politikalarını belirleyenlerin tek amacının var olan düzeni korumak ve sermayenin küresel egemenliğinin sürdürülmesi olduğunu teşhir etmek ve karşı politikalar üretmektir.

İYİ HAL BELGESİ

Türk Tabipler Birliği 2022 Haziran ayında 229 kişinin, 2022 yılı içerisinde de 1171 kişinin yurt dışına gitmek için iyi hal belgesi istediğini duyurdu. Sağlık alanında son dönemlerde yoğun olarak yaşanan sağlıkçı göçünün geldiği yeri anlamak için TTB’ye iyi hal belgesi için başvuru yapanların yıllara göre dağılımı doktorların çalışma koşullarıyla birlikte sağlık hakkımızın da risk altında olduğunu gösteriyor. Yıllara göre TTB’ye iyi hal belgesi için başvuranların sayısı; 2013’te 90 kişi, 2014’te 118 kişi, 2015’te 150 kişi, 2016’da 245 kişi, 2017’de 482 kişi, 2019’da 1047 kişi, 2020’de 931 kişi, 2021’de 1045 kişi, 2022 (ilk 6 ay) 1171 kişi.

Geçtiğimiz hafta Konya’da öldürülen Doktor Ekrem Karakaya ve sekreteri için TTB ve tüm sağlık meslek örgütleri Türkiye genelinde iki gün iş bıraktılar. İktidar troller ve yandaşları aracılığıyla sosyal medya üzerinden sağlık çalışanlarına algı operasyonları örgütlerken, Devlet Bahçeli de TTB’nin kapatılması yönünde açıklama yaparak toplumun sağlık hakkı, doktorların ve sağlık çalışanlarının yaşam hakkı gibi bir sorunlarının olmadığını göstermiş oldu. Bu tartışmalar sırasında bir cami imamının Cuma hutbesinde iş bırakan sağlık çalışanlarını hedef gösterip ve şiddetin haklı olduğuna yönelik sözleri Saray/AKP/MHP iktidarının ve yandaşlarının kendilerine muhalif olan herkesi ve her örgütü kimliklerine bakmaksızın ötekileştirdiğini göstermesi açısından önemlidir.

Türkiye’nin birçok kentinde uzman doktor olmadığı için kapanan poliklinikler, çoğu hastanın yaşadığı kentte sağlık hizmetine erişemediği için başka kentlere gitmek zorunda kalması, bazı hastalıklarda 3-6 ay arasında değişen randevu süreleri iktidarın umurunda değildir, hatta tercihidir. Bu tercihin en somut örnekleri ise açılan şehir hastanelerinin karşılığında o kentteki kamu hastanelerinin kapatılmasıdır. Çoğu şehir merkezinden uzak noktalara kurulan şehir hastanelerine ulaşmak yoksullar için önemli bir sorun haline gelmektedir.

Sağlık hakkının ticari bir metaya, hastanelerinin ticarethaneye, hastaların müşteriye dönüştürülmesinin bir sonucu olarak doktorlar ve sağlık çalışanlarından beklenen de ‘müşteri memnuniyeti’ ve ‘müşteri velinimetimiz’ anlayışı oluyor. Doktorların hastaya bakacakları süreden, yazacakları ilacı/ eşdeğerine kadar her şeye müdahale edildiği, toplumun sağlık sistemine yönelik tepkisinin ve öfkesinin sağlık çalışanlarına yönlendirildiği koşullarda sağlıkta şiddet kaçınılmaz sonuç olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla iktidarın sağlık politikaları bir bütün olarak değerlendirilip, kamucu, halktan ve haklardan yana sağlık politikalarında ısrar edilmedikçe sonuç almak mümkün olmayacaktır.

Bu arada Ankara’da Etlik Şehir Hastanesi’nin açılmasıyla birlikte 5 tane kamu hastanesinin kapatılacağını, Ankara’da yaşayan, Ankara dışındaki kentlerden sevk edilen hastaların tedavi giderlerine ek olarak ayrıca ulaşım giderlerinin ekleneceğini, yoksulların sağlık hakkına ulaşmada sorunlar yaşayacağını ve bu konuda sağlık meslek örgütlerinin mücadelelerine destek vermenin önemli olduğunu vurgulamak gerekir. 18.10.2021 tarihli ‘Millet Değil Yandaşlar Yiyor’ başlıklı değerlendirmemizde belirttiğimiz gibi; “Halk sağlığının ekonomik bir alana, tasarruf alanına dâhil edilmesi ekonomik bir zorunluluk değil Saray/AKP/MHP iktidarının tercihidir. İtibardan tasarruf etmeyen iktidar halk sağlığını tasarruf alanı olarak görebilmektedir.”

Ekonomiden sağlığa, eğitimden kültüre, spordan sosyal yaşama kadar iktidar bir tercih yapmaktadır. Dolayısıyla bizim de bir tercih yapmamız ve bu tercihi örgütlememiz gerekiyor. Muhalefetin ekonomik kaynaklı gidişatın iktidarın oy kaybını ve seçimleri kaybetmesini sağlayacağı beklentisi üzerine kurulu mücadeleyi engelleyici tavrına karşı kaybettiğimiz, kaybetmek üzere olduğumuz haklarımız için sokak dâhil her alanda ortak, birleşik bir mukavemet hattını yaratmamız gerekiyor. 15.11.2021 tarihli ‘Cezası Neyse Veririz’ başlıklı yazımızda söylediğimiz gibi; “Var olan sistemin restore edilmesi anlamına gelen ilişkiler, siyaset dilinin ve pratiğinin AKP karşıtlığına hapsedilmesi sorunlarımızı çözmek bir yana tartışılmasının bile önüne geçecektir. Bu nedenle yarınlara da müdahale edebilecek tüm ezilenleri içeren ortak mukavemet hattının inşası kaçınılmaz zorunluluğumuzdur.”

Önümüzdeki günlere bakarken geçtiğimiz hafta Sri Lanka’dan Hollanda, Almanya, İtalya, Polonya, Arnavutluk ve Panama’ya kadar yoksul işçilerin, çiftçilerin isyanlarıyla birlikte kendi geçmiş birikimlerimize ve deneyimlerimize de bakarak mücadele yöntem ve araçlarını yaratmak, örgütlemek zorundayız. Çünkü Saray/AKP/MHP iktidarının ülkeyi getirdiği yerden kurtarılmasının yolu tüm ezilenlerin dâhil olacağı sınıf mücadelesinden geçmektedir.

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi