Geçinmeniz için gereken günlük minimum para miktarı nedir? 100 dolar mı? 50 dolar mı? Elbette rakam önemli ölçüde nerede yaşadığınıza ve harcama alışkanlıklarınıza bağlı olarak değişecektir. Şimdi sözde gelişmekte olan bir ülkede olduğunuzu hayal edin, örneğin Sahra altı Afrika ya da Güneydoğu Asya’da. Tayland’da 20 dolara geçinilebilirken buna karşılık, diyelim ki Kenya’da, 10 dolara geçebileceğinizi tahmin edebilirsiniz. Peki, günde 1,90 dolarla yaşamaya ne dersiniz? Dünya Bankası’na göre, bu sizi “aşırı yoksulluğa” sokar. Yine de Banka bu rakamı “Uluslararası Yoksulluk Sınırı (UYS)” olarak kullanıyor ve bu ölçü sayesinde küresel yoksulluk önemli derecede azaltıldı. Bu rakamın günde iki veya üç katını kazanmanız, yoksulluğun üstesinden geldiğiniz anlamına geliyor aynı zamanda.
Eleştirel bir açıdan bakılırsa uluslararası yoksulluk sınırı anlamsız bir ölçüttür. Günde 1,90 dolarla yaşayan biri -Dünya Bankası yıllarca aşırı yoksulluğu tanımlamak için günde 1 doları kullandı- nasıl tanımlanırsa tanımlansın anlamlı bir hayat yaşayamaz. Aslında uluslararası yoksulluk sınırı, Dünya Bankası tarafından diğer uluslararası finansman kuruluşlarının ve hükümetlerin yoksulluğun üstesinden gelmede ne kadar başarılı olduğunu göstermek için kasıtlı olarak düşük tutulan siyasi bir önlemdir. Hükümetler düşük rakamdan hoşlanırlar, çünkü böylelikle bir sonraki günlük gelir grubu seviyelerinde, 3,20 ve 5,50 dolar, yaşayan vatandaşların en fakir kuzenlerinden çok daha fazla sayıda olduğunu iddia edebiliyorlar. Kısacası, rakam sorumluluktan kaçmanın harika bir yoludur.
Neyse ki, Dünya Bankası’nın iddiasına meydan okumak için kusursuz bir kaynağımız var: Aşırı yoksulluk ve insan hakları konusunda BM özel raportörü olarak görevinden yeni ayrılmış olan Philip Alston.
Alston, temmuz ayı başlarında BM’ye sunduğu son raporunda şunları söyledi:
Covid-19’dan önce bile, pandeminin en kötü etkilerini önleyebilecek reformları engelleyen yanlış konumlandırılmış zafer sebebiyle, yoksullukla mücadelede on yılı boşa harcadık. Covid-19’un yüz milyonları işsizliğe ve yoksulluğa iteceği ve şiddetli açlık riski altındaki sayıyı 250 milyondan fazla artıracağı tahmin ediliyor. Ancak uluslararası toplumun yoksulluk ve eşitsizlikle mücadele etme konusundaki berbat sicili bu salgından çok daha önce geliyor. Geçtiğimiz on yıl içinde, BM, dünya liderleri ve uzmanlar, yoksulluğa karşı zafer kazanmanın yaklaştığına dair kendi kendilerini tebrik eden bir mesaj verdiler, ancak bu hesapların neredeyse tamamı, Dünya Bankası’nın bu tür bir gelişimi izlemek için kesinlikle uygun olmayan uluslararası yoksulluk sınırı rakamına dayanıyor.
Alston, Dünya Bankası’nın 1,90 dolarlık yoksulluk sınırını, 1990 ve 2015 yılları arasında 1,1 milyondan fazla insanın aşırı yoksulluktan çıkarıldığını iddia edebildiği “skandal bir hırssız” olarak adlandırdı. Bunun en iyi kanıtı, bu tutarın birçok ülkede yiyecek veya barınma masraflarını bile karşılamamasıdır. “Gösterdiği iddia edilen yoksulluk düşüşü, büyük ölçüde tek bir ülkede, Çin’de artan gelirlerden kaynaklanıyor. Bununla birlikte kadınlar ve genellikle göçmen işçiler ve mülteciler gibi resmi anketlerden dışlananlar arasındaki yoksulluğu da gizliyor. ”
Dünya Bankası’nın unutmamızı tercih edeceği küresel yoksullukla ilgili gerçek şu ki, aşırı yoksulluk son yıllarda neredeyse hiç iyileşmedi. Alston, pandemiden önce bile, 3.4 milyar insanın, neredeyse dünyanın yarısı, günde 5,50 dolardan daha az bir gelirle yaşadığını ve bu sayının 1990’dan beri zar zor azaldığını söylüyor. Ve Dünya Bankası’nın hesaba kattığı Covid-19 ile beraber küresel ekonomi durgunluğa düşüp kişi başına GSYİH’da keskin bir düşüş yaşandıkça yoksulluk oranları da artacaktır. Devam eden kriz, son beş yılda kaydedilen neredeyse tüm ilerlemeyi silecek. Foreign Affairs’ın yaklaşan sayısında iki analistin söylediği gibi, küresel ekonominin pandeminin getirdiği daralmadan bir bütün olarak kurtulmasının birkaç yılı alacağı kesin olarak beklenmektedir. İhracatta büyük bir daralmaya (“1930’ların başından bu yana küreselleşmenin en kötü yılı olacak”), yüksek işsizliğe ve özellikle eğitim, iş güvenliği ve sağlıktan yoksun olan düşük gelirli insanlar üzerinde zararlı etkilere işaret ediyorlar.
Sonuç? Dünya Bankası, 2020’de 2019’a kıyasla 40 milyon ila 60 milyon insanın aşırı yoksulluğa (1,90 ABD dolarının altına) düşeceğini tahmin ediyor. Ancak banka aynı hatalı ölçümü kullanıyor, bu da günlük 5,50 $ kategorisinde 70 ila 180 milyon arasında kişiyi daha eklememiz gerektiği anlamına geliyor.
Dünya Bankası’nın değerlendirmesindeki en büyük eksiklik, yoksulluktan kimlerin yararlandığıdır. Banka, servetleri asla düşmeyen dünyanın en zengin yüzde birini ya da çokuluslu şirketlerin kârlarının büyük bir bölümünü saklamasına olanak tanıyan vergi cennetleri hakkında hiçbir şey söylemiyor. Philip Alston son raporunda şunları söylüyor: “Çok uluslu şirketler ve yatırımcılar, kamu hazinelerinden garantili karlar elde ederken [örneğin vergi cennetleri yoluyla] yoksul topluluklar ihmal ediliyor ve yetersiz hizmet alıyor. Eşitsizlikle mücadele eden, yeniden dağıtımı kucaklayan ve vergi adaletini ciddiye alan yoksulluğun ortadan kaldırılmasına yönelik yeni bir yaklaşımın zamanı geldi. Yoksulluk siyasi bir tercihtir ve ortadan kaldırılması bir sosyal adalet meselesi olarak yeniden algılanana kadar bizimle birlikte olacaktır. ”
ABD’den çok iyi bildiğimiz gibi, yoksulluk gerçekten de politik bir tercihtir. Philip Alston, 2017 yılında Los Angeles’tan Batı Virginia’ya, Detroit’ten Porto Riko’ya kadar birçok derin yoksulluk ziyareti yaptı. Buna ilişkin yazdığı rapor, Amerikan rüyası ve gerçeklik arasında giderek büyüyen çelişkilerin altını çizen hükümete karşı yıkıcı bir ithamdı. Alston, The Guardian’a verdiği röportajda Trump’ın politikalarının kendi kendini iademe edemeyenler için sosyal güvenliği zayıflatan ve Amerikan refah sistemine sistematik bir zarar veren bir saldırı anlamına geldiğini söylüyor.
Amerika’daki eşitsizlik üzerine sık sık yazılar yazan eski işçi sekreteri Robert Reich, Alston’u desteklemek için şunları söylüyor:
Son kırk yılda, ortalama ücret neredeyse hiç değişmedi. Ancak en zengin %0,1’in geliri %300’den fazla ve en tepedeki %0,001’in (en zengin 2.300 Amerikalı) gelirleri ise %600’den fazla arttı. Amerikalıların en zengin %0,1’inin serveti neredeyse en alttaki %90’ınkine eşittir. Bu garip dengesizlik Amerikan demokrasisinin altını oyuyor.
Zengin ve fakir arasındaki bu garip dengesizlik sıklıkla anlatılan ve yine sıklıkla her şeyin olduğu gibi kalmasından memnun olanlar tarafından da çoğu kez görmezden gelinen küresel bir hikâyedir. Sosyal adalete dayalı bir ekonomi yaratmak, hızlı düzeltmelerle veya “reformlarla” başarılamaz. Gerçekten de devrim niteliğinde bir girişim gerektirir.
Mel Gurtov*
*Amerika’nın Portland Eyalet Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi Profesörü.
Çeviren: Alpaslan Tavşancı