Geçtiğimiz hafta ‘Ekonomi Reform Paketi’ açıklandı. Önceki hafta da ‘İnsan Hakları Eylem Planı’ açıklanmıştı. Önümüzdeki günlerde ‘Hukuk Reformu’nu da açıklarlar.
Muhalif medyada bolca örnekleri yayımlandığı için ayrıca burada yazmayacağız. Ancak Ekonomi Reform Paketi denilen şeyin, dört yıldır Mehmet Şimşek, Berat Albayrak tarafından da benzer cümlelerle açıklandığını belirtelim.
Emekçiler, yoksullar, işsizler açısından bir anlam, yararlı bir düzenleme içermeyen bu paketlerin ABD ve AB ile uluslararası sermayeye dönük olduğunu belirtmekte yarar var. Elbette Türkiye’de yerleşik sermaye de payını alacak. 30 Kasım 2020 tarihli ‘Reform ve Ötesi’ başlıklı değerlendirmemizde; “Ancak ekonomik sıkışmanın büyüklüğü karşısında iktidar yandaş sermaye dışında TÜSİAD ile de mesaisini arttırma eğilimleri gösteriyor. İslamcı/milliyetçi iktidarın ekonomi başta olmak üzere Türkiye’yi tek başına yönetemediği, tekrar eski güç odaklarıyla işbirliğine gitmek zorunda kalabileceği, hatta ekonomide de pastanın bölüşümünde yeni arayışlara girebileceği anlamına gelmektedir” saptaması yapmıştık. Tayyip Erdoğan reform paketini açıklarken TÜSİAD, MÜSİAD ve STK’larla görüşüldüğünü belirtti.
Elbette bu görüşmelerin bir nedeni de Saray/AKP/MHP iktidarının kendi siyasal, ekonomik örgütlerinin batı karşısında tükenmişliğidir. Dikkat edilirse ABD, AB, uluslararası kurumlar ve sermaye, iktidarın sözlerini ciddiye almadıklarını her fırsatta belli ediyorlar. Aynı yazımızda “Bugün Erdoğan’ın ön almak için yapabileceği kimi hamleleri yapamıyor oluşu, Saray/AKP-MHP rejiminin özellikle Ocak ayında resmi olmayan yeni ABD Başkanı Biden’ın yemin ederek göreve başlamasıyla birlikte ciddi bir sıkışık alana sokacağını söylemek yanlış olmayacaktır.” demiştik. ABD Başkanı Biden’ın bugüne kadar Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı aramamış olması Saray’a karşı aldığı ve alacağı tutumun bir yansıması olmakla birlikte, Saray’ın ne kadar geri adım atacağını ve inandırıcı olacağını görme niyetidir.
EKONOMİK KRİZ VE OY KAYGISI
Açıklanan Ekonomi Reform Paketi, sermayeye güvenceler ve kolaylıklar sağlanacağını belirterek sermaye/yatırım çekmeyi amaçlamanın yanında, basit usul vergilendirilen 850 bin esnafın gelir vergisinden muaf tutulmasını da içeriyor. Salgınla büyüyen ekonomik kriz koşullarında bu uygulama yerinde olmakla birlikte 1) Vergiden muaf tutulmaları vergi dairesiyle, devletle ilişkisini de ortadan kaldıracağı için devlet eliyle kayıt dışına çıkarmaktır. 2) Gelir ölçütü olmaksızın böyle bir muafiyetin tanınması oy kaygısının yansımasıdır. 3) Asgari ücretli çalışanlara vergi muafiyeti getirilmemesi Saray’ın sınıfsal yaklaşımının bir yansımasıdır.
Paketteki en ilginç maddelerden biri de 18 yaş altındaki çocukların Bireysel Emeklilik Sistemi (BES)’ne dahil edilmesinin önündeki engellerin kaldırılacağının belirtilmesi. Bu parası olan yurttaşların çocuklarını BES’e dahil etmesi yani prim ödemesi anlamına gelir. Görünen o ki, Saray, para kaynağı yaratma konusunda her yolu deneyecek. “Sandık, vakıf ve derneklerdeki emeklilik birikimlerinin BES’e aktarımına imkân veriyoruz” cümlesi de bu kurumların birikimlerine el konulacağını düşündürüyor.
Firmalara 1 kişilik ek istihdam karşılığı altı ay geri ödemesiz yirmidört ay vadeli 100 bin TL kredi verileceğinin ilanı, yaratılan borç (kredi) bağımlılığının daha da artırılması ve var olan ekonomik kriz koşullarında ileriki dönemde batık kredilerin büyümesi anlamına geliyor.
Açıklanan paketin yapısal dönüşüm ve önlemlerden ziyade günü kurtarmaya ve algı oluşturmaya dönük olduğu çok açık. Daha iki hafta önce açıklanan İnsan Hakları Eylem Planı sonrası gördük ki Saray/AKP/MHP iktidarı tüm kurum ve kişileriyle bildiklerini okuyorlar. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kutlamalarına katılanlara çıkarılan zorluklar, Taksim’de kutlamaların yasaklanması yetmedi; kutlamalar sonrası, yine gece vakti Cumhurbaşkanı’na hakaretten gözaltına alınan kadınların ağızlarında maske olduğu için slogan atıp atmadıkları bilinmemekle birlikte “slogana uygun ritim tuttuklarından” hareketle ifadeye çağrılmaları iktidarın açıkladığı paketlerin anlamsızlığını gösteriyor.
Şu çok açık görülmektedir: Saray/AKP/MHP iktidarı öncelikle iktidarda kalmak derdinde. Bu yüzden tüm paketleri, sözleri ABD, AB, uluslararası sermayeye dönük hamleler olduğu kadar, içeride de kendi seçmen kitlesini tutmaya, uzaklaşanları geri döndürmeye yöneliktir.
EV HAPSİNDEN EVDEN ÇALIŞMAYA
İki hafta önce Anayasa Mahkemesi verdiği bir kararla çalışanların toplu iş sözleşmesi imza yetkisi olan sendikaya dayanışma aidatı ödeyerek geriye dönük olarak toplu iş sözleşmesinden yararlanabilecekleri yönünde bir karar verdi. İlk bakışta özellikle yeni örgütlenmeye başlayan sendikalar açısından olumlu gibi görünen bu karar, uzun vadede sendikal örgütlenmeyi zayıflatacağı gibi sendika üyeliğinin ve gereklerinin tümünü yerine getiren, gerektiğinde eylem yapan, greve giden üye işçilerle bir eşitsizliği de yaratacaktır. Var olan geri sendikal yapıların bile zorlanacağı bir sürecin önünü açabilir.
Geçtiğimiz hafta evden/uzaktan çalışma yönetmeliği yayınlandı. Korona salgını gerekçe yapılarak getirilen düzenlemede işçi ve işveren ilişkilerinin, sorumluluklarının neler olacağı çok açık olmamakla birlikte çalışanların aleyhine olacağı şimdiden söylenebilir. AB içinde de uzaktan çalışmanın kalıcılaştırılmasına dönük çalışmalarla eş zamanlı olarak getirilen bu düzenleme özel yaşam alanı olan evlerimizin işyerine dönüştürülmesi anlamına geliyor. Anımsanacağı üzere son zamanlarda sıkça ev hapsi veren yargı, evlerimizi cezaevine dönüştürürken sermayenin isteklerine yanıt veren iktidar evlerimizi işyerine dönüştürüyor.
Bugüne kadar uygulanan evden çalışma örneklerinde çalışanların mesai kavramı olmaksızın, sürekli online kalmaya zorlanarak, yemek saatleri düşürülerek çalıştırıldığı, aile yaşamının ortadan kalkması gibi şikayetlerini biliyoruz. Bu uygulamanın kalıcı olması durumunda çalışanların sosyal, siyasal, kültürel yaşamlarının olmayacağı, büyük çoğunluğunun hafta tatili ve yıllık izin dışında evlerinden çıkacak zaman bulamayacağı açıktır. İşverenler ise işyerinin tüm masraflarından kurtuldukları gibi çalışanları sürekli denetim altında tutacaklardır. Bu uygulama sendikal ve siyasal örgütlenmeyi de ortadan kaldırıp, çalışanların her anlamda yaşama yabancılaşmasına yol açacaktır.
U DÖNÜŞÜ ÇABALARI
“Biden daha önce Türkiye, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni terörü desteklemekle suçlamıştı. Suudi Arabistan, Biden seçilir seçilmez Katar, Mısır ve İsrail ile ilişkileri normalleştirme yoluna girdi. İktidarın İsrail’le ilgili açıklamalarındaki yumuşama, diplomatik ilişki kurma isteği, Suudi Arabistan ve Mısır politikalarındaki dönüşüm, Saray ve AKP’nin iktidar karşılığında taviz vermeye hazır olduğunu gösteriyor.” 18 Ocak 2021 tarihli ‘Her şey İktidar İçin’ başlıklı değerlendirmemizde belirttiğimiz bu durum daha da görünür oldu. Mevlüt Çavuşoğlu ve Hulusi Akar Mısır ile görüşmelerin yapıldığını açıkladılar. Yani ‘darbeci Sisi’, ‘Rabia’, ‘Müslüman Kardeşler’ gibi söylem ve simgeler terk edilmeye başlanacak.
Öyle ki Mısır yakın dönemde Yunanistan, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti ile deniz yetki anlaşması imzaladı. Bu anlaşma Türkiye’nin Libya ile imzaladığı deniz yetki anlaşmasının da bir kısmını kesecek nitelikte. Buna rağmen ‘darbeci’ Sisi’nin yönettiği Mısır’a güzellemeler yapılması sıkışıklığın bir sonucudur. Önümüzdeki günlerde İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ne de ‘geçmiş güzel günlere dönelim’ çağrıları yapılacaktır.
Yeni Osmanlıcılık olarak sunulan dış politikanın sonuna gelindiği, daha doğrusu bundan çark edilmeye çalışıldığı görünüyor. Dünyanın içinde bulunduğu ekonomik kriz, Türkiye’de buhrana dönüşme eğilimleri gösteriyor. Dış borçların çevrilmesi için yeni kaynak bulunmasında zorluk yaşanması, dışarı çıkan sermayenin dönmeyişi, bütçe açığı, dış ticaret açığı ve üretimde dışa bağımlılık gibi çok sayıda sorun iktidarı batıya yönelmeye zorluyor.
Fakat ABD’de Trump’ın başkanlık döneminde Saray’ın geliştirdiği dış politika Biden tarafından kabul edilmediği gibi yapılan açıklamalar da karşılık bulmuyor. S 400’lerin Türkiye topraklarından çıkarılması, Rusya ile ilişkiler ve Halkbank davası en önemli sorunlar olarak ortada duruyor. Dış kaynaklı basında Halkbank davasının genişleyebileceği ve kişilere yönelik dosyalar açılabileceği, benzer davalarda verilen cezalar örnek gösterilerek Türkiye’ye 20 Milyar Dolar ceza verilebileceği yazılıyor. Saray’ı da en fazla zorlayan konu Halkbank davası olacak. Borsa İstanbul Genel Müdürü Hakan Atilla’nın ‘istifası’ da bu konuda yol temizliği olarak görünüyor.
Papa’nın Irak ziyareti İran’la birlikte Türkiye’yi de oldukça ilgilendiriyor. Ortadoğu’nun en karmaşık zamanında Papa’nın ABD ve AB politikalarından bağımsız, bir dini, insani ziyaret amacıyla Irak’a gitmeyeceği açık. Irak’taki Şiiler’in dini lideri Sistani ile yaptığı görüşme, Sistani’nin çağrısıyla IŞİD’le savaşmak üzere kurulan Haşd Şaabi’nin Irak’lı Hristiyanları da koruduğu için teşekkür etmesi (Haşd Şaabi ABD ve Türkiye açısından terör örgütü sayılıyor) gibi mesajlar Iraklı Şiiler/Sistani ve Irak’ın yeni yönetiminin batıya yakınlaşması için ön açıcı adımlar da olabilir.
RUSYA, ÇİN VE DİĞERLERİ
Rusya ve Çin’in öncülük ettiği ve şu an 16 ülkenin dahil olduğu “Birleşmiş Milletler Şartını Savunan Dostlar Grubu” kuruldu. ABD’nin yeni yönetiminin baş düşman/ rakip olarak gördüğü Rusya ve Çin’in bu çıkışlarının tek kutuplu dünyada yeni bir güç odağı yaratır mı bugünden söylemek zor. Aralarında İran, Venezüella, Cezayir, Angola, Küba, Nikaragua, Bolivya, Kamboçya, Suriye, Eritre, Laos, Saint Vincent, Grenadinler’in bulunduğu bu dostlar grubu ABD’nin siyasi, ekonomik, askeri operasyonlarına karşı Birleşmiş Milletler’i öne çıkararak savunma yapacaklar gibi görünüyor. Etkisini ileride göreceğiz.
Rusya geçtiğimiz hafta Suriye’de ÖSO’ya ait rafinerilerin de bulunduğu alanları vurdu. 200’e yakın tankerin imha edildiği belirtiliyor. Suriye merkezi yönetimine karşı ayaklanan ve Türkiye tarafından desteklenen ÖSO’ya yönelik bu operasyon aynı zamanda Türkiye’ye de uyarı niteliği taşıyor. Saray/AKP/MHP iktidarının ABD ve AB’ye yakınlaşma çabalarına karşılık bur uyarı.
Saray Ortadoğu politikaları açısından Yeni Osmanlıcılık’tan vazgeçmeye hazır olsa da bugüne dek kurduğu ilişkiler ayağına dolaşmaya devam edecek gibi görünüyor. Özellikle Kürtler söz konusu olduğunda hem Rusya hem de ABD ile ters düşmeye devam edebilecek mi göreceğiz. Ancak kesin olan şudur; ABD istediği tavizleri aldıktan ve Saray’ın yola geldiğine ikna olduktan sonra şu ana kadar “hassasiyet gösterdiği” ve bir sopa olarak kullandığı değerlerden vazgeçer. Bu nokta aynı zamanda bölge halklarının bugünleri ve gelecekleri açısından kendilerinden başka dostlarının bulunmadığını işaret etmektedir.