Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

“Denizi Hiç Görmedim”

Milyonluk arabalara binenler, nerede sabah kahvaltısı yapacağını bilemeyenler bizden karın tokluğuna fit olmamızı ve razı olmamızı istiyorlar.

yokluk, yoksulluk, açlık, çatışma, savaş, göç, ötekileştirme gibi durumlarda aklıma ilk gelen çocuklar oluyor… çünkü yaşadıklarına, gördüklerine anlam vermekte zorlandıklarını, bu durumlardan en fazla etkilendiklerini, önemli bir kısmının erkenden büyüdüklerini biliyorum…

DW Türkçe’de “İstanbul’da asgari ücretle yaşam”  konulu bir röportajda izlediğim Cemre anlam vermeye çalışırken çok hızlı büyümüş çocuklardan biriydi… en çok denizi görmek isteyip de görememek… İstanbul’da yaşıyor olmasını bir kenara bırakın bence; üç tarafı denizle çevrili bir ülkede denizi hiç görmeyen insanların varlığı ülkenin büyüklüğüyle açıklanamaz değil mi? o röportajda evlerinde internet ve internete girecek cihaz olmadığını söylüyordu Cemre… bir kalemi okula giden diğer kardeşleriyle birlikte kullandığını…

bir sokak röportajında 81 yaşında bir kadının lif örüp satarak geçinmeye çalıştığı görüntüler ekleniyor Cemre ve ailesinin görüntülerine… ömrünün son yıllarını/ günlerini geçim derdiyle pazar pazar dolaşarak geçirmek zorunda kalan bir kadın… daha önceki bir yazımda yazdığım başka röportaj en başa geçip yokluk, yoksulluk, açlık derdiyle kıvrananların sesi oluyor bir kez daha; “bir canımız kaldı, o da başımıza bela oldu…”

insanların acıması veya medyada görünür olanlara koşup onlara yardım etmesi sorunu çözmüyor, çözmeyecek… olsa olsa kişisel olarak vicdan rahatlamaya yarar (bunu söylerken bu insanlara yardım edilmesine karşı çıkmıyorum; fakat yerine dayanışma ilişkilerini öneriyorum). her koşulda insanları, geçen her gün toplumu yokluk, yoksulluk ve açlık cenderesine sokan bu ekonomik, siyasi düzene top yekun eylemli bir itirazı geliştirmek zorundayız…

yazının başlığındaki denizi bir imge olarak görüp nelerin yerine gelebileceğini sıralasak, canımızı bize yük saydıran neler var diye düşünsek… karın tokluğuna fit olmamızı istiyor bizi yönetenler; evet tam olarak karın tokluğu… sağlıklı ve dengeli beslenmenin olmadığı bir ‘tokluk’, bir deniz kenarında, parkta, ormanda 1 günlüğüne de olsa yarını düşünmeden yiyip içmenin olmadığı bir tokluk bize dayattıkları… milyonluk arabalara binenler, nerede sabah kahvaltısı yapacağını bilemeyenler bizden karın tokluğuna fit olmamızı ve razı olmamızı istiyorlar. özel uçaklarıyla, turlarıyla dünyayı dolaşanlar bize, bizim çocuklarımıza ‘denizi’ görmemizi çok görüyorlar…

çok görmekle kalmıyorlar; ‘porsiyonları küçültün’, ‘kışın domates, salatalık almayın’, ‘eti kiloyla değil gramla, meyve- sebzeyi taneyle alın’, ‘açlık, yokluk imtihandır’ diyorlar… şu soruları sormalı ve ısrarla izini sürmeliyiz bu soruların; sizin porsiyonlarınız neden büyük? siz neden gramla, taneyle almıyorsunuz? sözünü ettiğiniz imtihan neden hep bize?  gerçekte görünen açıktır; varlık içinde yokluk, varsıllık içinde yoksulluk ve açlık yaşatıyorlar bize…

Dünya Eşitsizlik Raporu’na göre ülkemizdeki en varsıl %10 toplam gelirin %54’üne sahip… yani 100 liralık gelirin 54 lirasını 8,5 kişi alıyor, kalan 46 lirayı da 76,5 kişi alıyor… işte bu sömürü ve eşitsizliği görmeyelim istiyorlar… aynı rapora göre ülkemizde bir yetişkinin yıllık ortalama kazancı 85.000 tl… yani çalışabilir durumda veya emekli/ emeklilik yaşında olan herkes dahil edildiğinde kişi başına 85 tl yıllık gelir olması gerekiyor… fakat olmuyor. çünkü ülkemizde en varsıl %10’luk grupta bir kişinin yıllık geliri 463.000 tl iken en yoksul %50’lik grupta ortalama kişi başı geliri 20.260 tl…

ortaya çıkan sonuç; ülkemizde en yoksul %50’nin geliri asgari ücretin bile altındadır…asgari ücretli bir kişinin yıllık gelirinin 33.900 tl dolayında olması gerektiği düşünüldüğünde 20.260 tl yıllık gelire mahkum edilen %50 içindeki insanlara, bu insanların çocuklarına denizi görmek çok görülüyor… bu insanlara karın tokluğuna fit olun, intihandayız deniliyor… peki nasıl oluyor da 20.260 tl’ye fit olun diyenler, onların kıyısında, köşesinde, ardında yer tutanlar 463.000 tl gelire sahip oluyorlar…?

DİSK, KESK, TTB Antalya’da ‘geçinemiyoruz’ demek için miting yapmak istiyorlar, valilik ‘yasak’ diyor… üniversite öğrencileri Ankara’da yurt ve barınma sorunlarını dile getirmek için eylem yapmak istiyorlar valilik ‘yasak’ diyor; yetinmiyor öğrencileri şiddet uygulayarak, darp ederek gözaltına aldırıyor… Urfa’da Uğur Tekstil’de sendikalaştıkları için işten çıkarılan işçiler fabrika önünde basın açıklaması yapmak istediklerinde yetkililer ‘yasak’ demişti. Tekirdağ’da Tek Gıda İş üyesi Adkotürk ve Beykarper işçileri hakları için eylem yapıp, seslerini duyurmak için valilikle görüşmeye gittiklerinde oradaki bir polis amirinin ‘süpürün’ diyerek dağıtılma emri vermesine tanık olmuştuk yakın zamanda… işten atılan bir işçinin uğradığı haksızlığı dile getirmesi neden yasaktır… tüm yurttaşların mülki idarecisi olan valiliğe dertlerini anlatmaya gidenler neden ve nasıl süpürülür?

OHAL döneminde KHK’larla on binlerce çalışanın haksız, hukuksuz biçimde ihraç edilmesi, yetmemiş gibi sonra bu ihraç yetkisinin birim amirlerine/ bakanlıkla verilmesi ve çok sayıda çalışanın işten atılması veya sürgün edilmesi gibi olaylar zor yoluyla rıza üretmek için… peki adalet nerede…?

çocuklarımızı deniz kenarında kentlerde, üç tarafı denizlerle çevrili bu ülkede deniz düşü kurmak zorunda bırakanlara, canımızı başımıza bela edenlere verilecek yanıtımız olmalı… ya da Nazım gibi seslenmeliyiz birbirimize “DENİZ olunmalı oğlum” çocuklarımızın düşlerini gerçek kılmak için, ömrümüzü geçim derdiyle kıvranmadan sürmek için “DENİZ olunmalı oğlum”…

“Denizin üstünde ala bulut/ yüzünde gümüş gemi/ içinde sarı balık/ dibinde mavi yosun/ kıyıda bir çıplak adam/ durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,/ gemi mi yoksa?/ Balık mı olsam,/yosun mu yoksa? ../ Ne o, ne o, ne o./ Deniz olunmalı, oğlum,/ bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.”/ Nazım Hikmet

Bir Cevap Yazın

Salim Çalık
Emekli Maden İşçisi, Şiir Yazar