Pazar, Aralık 22, 2024
spot_img

Dayanışmayla Birlikte Ortak Mücadele

Devrimciler, sosyalistler, yaşam savunucuları olarak üzerimize düşen deprem bölgesindeki dayanışma pratikleri ve çözüm önerilerini bir araya getirerek ülke genelinde ortak mücadeleye dönüştürmektir

Saray/AKP/MHP iktidarı Kahramanmaraş merkezli deprem sonrası zamanında ve yeterli müdahalede bulunmayışının halk tarafından ‘devlet nerede?’ sorusunun yarattığı panik ve öfkeyle yandaş kanalları, yazarları aracılığıyla durumu kurtarma ve algı yaratma telaşıyla birlikte her geçen gün gerçek niyetini de açığa vuruyor. Tayyip Erdoğan her konuşmasında ısrarla ‘bir yıl içinde yıkılan kentleri ayağa kaldıracağız’ derken, AFAD’a yapılan yardımların deprem için kullanılacağını ısrarla belirtme ihtiyacı duyuyor. Deprem öncesinde ve geçmiş yıllarda ‘deprem vergileri nerede?’ sorusuna karşı ‘illa depremde kullanılacak diye bir şey yok’, ‘sezi hesap mı vereceğiz’ şeklinde yanıtlar veren iktidar üyelerinin ve Tayyip Erdoğan’ın toplanan yardımların depremde kullanılacağını belirtmeleri bir sıkışmışlığın ve zayıflamanın göstergesi olarak görülmelidir. Dolayısıyla kamuoyuna karşı algı yaratmaya dönük çalışmaların hem deprem bölgesinde, hem de ülke genelinde beklenen sonucu vermediğini herkes görüyor.

İktidar depremin ilk günlerinde seferberlik ilan ederek kamu özel tüm iş makinalarının, kurtarma ekiplerinin deprem bölgesinde kullanılmasını sağlamak yerine OHAL ilan ederek kendine alan açmayı düşündü. Son gelişmeler alan açmakla birlikte deprem yaşanan kentlerin fiziki ve demografik yapısına da müdahaleyi içeren bir plan yaptıklarını gösteriyor. OHAL’e dayanarak önce deprem bölgesindeki tüm eylemleri yasaklayan iktidar grev, sendikaların yetki tespiti talepleri de dâhil emekten yana eylemleri de OHAL süresince yasakladı. Söz konusu KHK’de işçi çıkarma yasağı, kısa çalışma ödeneği gibi düzenlemelerle çalışanlar korunuyor gibi görünse de hem korona salgını sırasındaki uygulamalar, hem de işten çıkarmalar karşılığı uygulanacak cezanın asgari ücret tutarında olması sermayeye alan açmak olarak görülmelidir. Bu nedenle deprem bölgesinde çalışan, aynı zamanda deprem mağduru olan tüm emekçilerin iş güvencesiyle birlikte ücret güvencesini de içeren, devletin bu konuda yükümlülüğü ve sorumluluğu olduğunu açığa çıkaran bir yaklaşımı ve mücadeleyi bugünden düşünmek zorundayız. Deprem bölgesinde KHK’yi kullanarak ve devlet gücüyle emek eylemlerinin ve örgütlenmenin engellenmesine karşı ülke genelinde nasıl bir çözüm ve karılık üretilebileceğini sendikalarla birlikte devrimci, sosyalist, emekten yana güçler olarak düşünmemiz gerekiyor.

Saray/AKP/MHP iktidarı depremzedeler başta olmak üzere halkın öfkesini dindirmek, kendi seçmen tabanını tutabilmek için bir yıl içinde yıkılan konutların yerine yenilerini yapmayı vaat ederken yayımlanan 126 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile konut yapmaktan daha fazlasını düşündüklerini gösteriyor. Söz konusu kararnameyle deprem bölgesinde imar, çevre, mülkiyet vb. konulardaki mevzuat askıya alınırken, birçok noktada da itiraz yolları kapatılıyor. İktidar üyelerinin yaptıkları açıklamalardan ve 126 sayılı kararnameden anladığımız deprem bölgesinde bazı kentler tümüyle taşınırken buralarda yaşayanların mülkleri kamulaştırma yoluyla Hazine’ye devredilecek. Depremzedeler için yapılacak konutların nerelere yapılacağı, nasıl yapılacağı, büyüklükleri, vatandaşların tercihi gibi konuların yok sayıldığı bu yaklaşım tep tipçi devlet yaklaşımının yansıması olarak görülmelidir.

Birçok yerde kurtarma ekiplerinin ya hiç müdahaleye gitmediğini, ya da yetersiz olduğunu, bazı yerlerde gönüllülere müdahale edildiğini, gözaltına alma, kayyum atama gibi uygulamalar yaşandığını, depremin üzerinden 22 gün geçmesine rağmen çadır ihtiyacının karşılanmadığını da anımsarsak iktidarın buralarda yaşayanları göç etmeye mecbur bıraktığını söylemek mümkündür. Belirttiğimiz kararnameyle birlikte düşündüğümüzde iktidarın bazı kentlerin demografik ve siyasi yapısını değiştirme arzusu içinde olduğu açıktır. Bunun iktidar ve devlet açısından kısa ve uzun vadede seçim kazanmak ve genel olarak muhalif yapılarıyla bilinen yerleşimleri dağıtmak amacı taşıdığını söyleyebiliriz. Göç etmek zorunda kalanların yalnızca cumhurbaşkanlığı seçimi için oy kullanacağı, milletvekili seçiminde oy kullanamayacağı yaklaşımı, KYK yurtlarının boşaltılması yoluyla ikametgâh olarak yurtları gösteren buradaki öğrencilerin de önemli kısmının oy kullanamama ihtimali birlikte değerlendirildiğinde iktidar halkın oy hakkını da elinden almak üzeredir.

İktidar söz konusu kararnameyle geleneksel olarak siyasi, etnik, dini, mezhepsel farklılıkları ve muhalif yapılarıyla bilinen yerleşim yerlerini dağıtmakla kalmayacak. Yıkılan kentleri yeniden kurma iddiasıyla yüzyıllardır yaratılmış kültürel, sosyal dokuyu yok ederken, 2+1 ve 3+1 olarak yapacağı tep tik yerleşim yerleriyle varoşlar yaratacaktır. Çünkü söz konusu kararname vatandaşlara pazarlık veya seçme şansı vermemekte, yapılacak yeni yerleşim yerinde ve konutta oturmayı dayatmaktadır. Dolayısıyla kamulaştırma yoluyla sahip olduğu mülkü elinden alınanlar, yerleşeceği veya yerleştirileceği alan ve konut üzerinde de söz sahibi olamayacak, üstelik bunun için yeni konutun en az %40’ı oranında borçlandırılacaktır. Kısacası Saray/AKP/MHP iktidarı şimdilik on kenti istediği gibi kurma ve şekillendirme adımını atmıştır. 13.02.2023 tarihli ‘Ya Rant, Ya Ölüm’ başlıklı yazımızda değindiğimiz gibi; “Her ne kadar 10 ili kapsadığı söylense de özellikle deprem ve depremle ilgili eylem, açıklama, haber vb. durumlar başta olmak üzere OHAL’in çok daha kapsamlı kullanılabileceğini düşünmek mümkündür.”

Bu konuda çalışan bilim insanlarının yer tespiti, zemin etüdü yapılması için bilimsel yolların izlenmesi, kültürel ve sosyal yapının bozulmaması gibi çağrılarına yanıt vermeyen iktidar deprem sırasında ve kurtarma faaliyetlerindeki yavaşlığının aksine enkaz kaldırma ve inşaat çalışmalarına büyük bir hızla başladı. Tüm maliyetlerin AFAD’ın topladığı yardım paraları ve devlet tarafından karşılanacağı inşaatlarda yapılacak harcamalar, ihalelerin verildiği firmaların alacakları, konutların fiyatları gibi konular netleşmiş olmasa da iktidarın ve iktidar aracılığı ile palazlanan inşaat şirketlerinin depremi de fırsata çevirdikleri görülüyor. Saray/AKP/MHP iktidarı inşaat ve inşaata bağlı sektörler üzerinden sermaye birikimi sağlarken devleti ve sermayeyi de kullanarak yardım, hayırseverlik şovlarıyla meşruiyet ve rıza üretiyor. Deprem için kader planı denirken, yoğun tepkiler ve sorgulamalar karşısında sorumlular cezasını çekecek denerek müteahhitler, belediye meclis üyeleri, belediye başkanları gözaltına alınıyor, ifadeye çağrılıyor, bazıları tutuklanıyor.

İktidarın ve devletin deprem alanında insani hak ve ihtiyaçların karşılanması noktasındaki yetersizliği, bazı yerlerdeki kasıtlı denilebilecek duyarsızlığı karşısında STK’ların, meslek örgütlerinin, sosyalist, devrimci parti ve örgütlerinin, yaşam savunucularının depremzedelerle dayanışma faaliyetlerinin önemi daha da artmıştır. Deprem bölgesinde gönüllülük esasına dayalı dayanışma faaliyetleri aynı zamanda birer yaşam formu olması açısından ayrıca önemlidir. İktidarın depremden kurtulanların temel sorunlarını çözmekteki iradi yavaşlığına karşılık dayanışmayı öne çıkaran tüm örgütlerin ve bireylerin bu çabası aynı zamanda siyasal muhalefetin motivasyonunu artırdığını, umutları büyüttüğünü görmek gerekiyor. Bu noktada yukarıda belirttiğimiz iktidar saldırılarına karşı deprem bölgesinde bulunan devrimci, sosyalist, yaşam savunucusu tüm güçler olarak ülke genelinde bir ortak mücadele için yeni yollar ve araçlar yaratmamız gerekmektedir. İktidarın ve iktidarın yarattığı sınırlara hapsolan güçlerin gündem belirlemeye ve değiştirmeye yönelik tartışmalarına girmeden barınma hakkı, sağlık hakkı, beslenme hakkı, çalışma hakkı, eğitim hakkı, yerleşme ve seyahat özgürlüğü, mülkiyet hakkı gibi temel konular üzerinden yürütülecek ortak bir sosyalist, devrimci muhalefetin çok daha etkili olacağı açıktır. Kızılay’ın depremin ilk günlerinde AHBAP ve Türk Eczacılar Birliği’nin deprem bölgesi için talep ettikleri çadırları parayla satması iktidarın vatandaştan önce parayı düşündüğünü göstermektedir. Bu aynı zamanda Kızılay bağış ve yardımlarla var olan ve asli işlevi afetlerde ihtiyaç duyulan bir kurumun bir sermaye şirketine dönüştüğünü de göstermektedir. Kamuoyunda Kızılay’ın çadır satması tartışması yükselirken neden yeterli çadır olmadığı, yirmi iki gün sonunda neden hala çadır ulaşmayan insanların olduğu gerçeğinin gözlerden kaçırılmasına da izin verilmemelidir.

KAYIPLAR ve ÇOCUKLAR

Deprem sonrası kurtarma faaliyetlerinin koordine edilememesi, iktidarın bir an önce enkazları kaldırıp inşaatlara başlama isteği çok sayıda insanın kayıp olarak görülmesine yol açtı. Birçok insan devlet kurumlarının başvuru telefonları ve siteleri üzerinden, sosyal medyadan kayıplarını arar durumdadır. Sağ çıkarılanların hastanelere gönderilmesi, ölen yakınlarının kaydının tutulmadan gömülmesi gibi nedenlerle kayıpların sayısı da net olarak bilinmemektedir. Ancak bazı enkazlarda çok sayıda ölü çıkması gerektiğini söyleyen, hatta bu nedenle enkaz nöbeti tutanların anlattıklarıyla, enkazlardan hiç ölü çıkmaması arasındaki çelişki depremde ölenlerin bile net sayısını bilemeyeceğimizi göstermektedir.

İktidarın gerici örgütlerle olan ilişkisinin, ideolojik ve siyasi birlikteliğinin bir yansımasını da depremden sağ kurtulan çocukların tarikat ve cemaatlere ait yurtlara veya evlere yerleştirilmesi olarak gördük. Bu konularda çalışan gazeteci ve gönüllü bireylerin çabalarıyla bazıları ortaya çıkarılsa da kayıp çocuk sayısının çokluğu tesit erilenden daha fazla çocuğun bu gerici yapıların elinde olabileceğini ihtimalini güçlendiriyor. Son olarak 800 çocuğun Menzil Köyünde olduğu, Gaziantep’te babaları ölen 9 çocuğun mülkiyeti Diyanet’e ait olan ve İsmailağa Cemaati tarafından işletilen Sakarya’daki yatılı Kur’an kursuna gönderilmesi buna benzer başka vakaların olduğunu düşündürüyor. Sakarya’daki olayın ortaya çıkması üzeri Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı çocukları aldıklarını ve yerleştirdiklerini açıklamış olsa da gerçekte göz yumulduğunu, hatta iktidar bileşenleriyle ortak çalışıldığını gösteriyor. Bu nedenle anne, babası ölmüş çocukların devlete ait kurumlara yerleştirilmesi konusunda kamuoyunun sürekli olarak uyarılması ve takibinin yapılması gerekmektedir. Bunu da yapacak olan iktidarın ve gerici bileşenlerinin devşirme kültürüne karşı devrimciler, sosyalistler ve yaşam savunucularıdır.

İNSANI ve KENTLERİ SAVUNMAK

Saray/AKP/MHP iktidarının insanı kul ve işçi/yedek işgücü olarak gördüğü, emekle birlikte kentleri, doğayı sömürü alanı olarak gördüğü, sermaye birikimini ağırlıkla bunlar üzerine kurduğu açıktır. Deprem bölgesini kapsayan OHAL ve yeni konut yapımı için çıkarıldığı söylenen 126 sayılı Cumhurbaşkanlığı kararnamesi tüm bölgenin yeni bir rant alanı olarak kullanılacağını gösteriyor.

Emek örgütlerinin mücadelesini ve örgütlenmesini engellemeyi de kapsayan KHK ve 126 sayılı kararname yıkılan kentlerdeki insanların tüm yaşamlarını, sosyal- kültürel birikimlerini ortadan kaldırırken bu bölgenin bin yıllara dayanan tarihi, kültürel ve çevre dokusunu da Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın insafına terk etmiş durumdadır. İktidarın olağan koşullardaki inşaata dayalı rant pratikleri ve yaklaşan seçim de dikkate alındığında OHAL’in sağlayacağı güçle çok daha acımasız biçimde bu kentleri kontrole yöneleceği, dönüştürmeye çalışacağı kesindir.

Deprem bölgesindeki dayanışma faaliyetlerinin mümkün olan en üst düzeyde bir araya gelmesi ve ortak bir siyasal mücadeleye yönelmesi her zamankinden daha önemli ve zorunludur. İktidarın bölgede yaşayan insanların tüm yaşamlarını, geleceklerini kontrol etme ve tek tipleştirme adımlarına karşı devrimci, sosyalist bir ortak mukavemet hattı iktidara bir yanıt, restorasyon programını aşamayan Millet İttifakı’nı da dönüşüme zorlayıcı bir olanak yaratacaktır. Deprem sonrasındaki gelişmeler geniş kitleler tarafından iktidarın meşruluğunun sorgulanmasını sağlamıştır. Ülke genelinde milyonlarca insanın öfkeyle ‘nerede bu devlet?’ sorusunu yükselttiği koşullarda, devletin rolünü, görevini yeniden, sosyalist bir yaklaşımla tanımlayan ortak mukavemet hattı seçimlere olduğu kadar seçim sonrasına da önemli bir birikim sağlayacaktır. Deprem bölgesindeki yıkımın büyüklüğü, evleri dâhil tüm varlıklarını yitiren insanların sorunlarının çözümünün neo liberal politikalarla çözülemeyeceği gerçeği halk tarafından somut olarak görülmüştür.

Önce Fenerbahçeli taraftarların maç sırasında attıkları ‘hükümet istifa’ sloganları, bir gün sonra Beşiktaş taraftarlarının da ‘hükümet istifa’ sloganları atması ve polisin tribünlere müdahale etmesi iktidarın seçimlere kadar olan süreçle birlikte seçimlerden sonrası için de nasıl bir düzen inşa edeceğini göstermektedir. Bunlara Türkiye İşçi Partisi (TİP)’nin Kızılay’la ilgili yapmak istediği basın açıklamasının engellenmesi, İstanbul İl Örgütü’nün kuşatılarak çok sayıda insanın gözaltına alınmasını da eklemek gerekir. Devlet Bahçeli’nin maçlarda atılan ‘hükümet istifa’ sloganları karşısında slogan atanları ‘zillet, rezalet’ gibi sıfatlarla suçlayarak kulüp başkanlarının önlem almaları veya maçları seyircisiz oynatma çıkışı iktidarın her alanda muhalefeti bastırmak için tüm yolları deneyeceğini gösteriyor. Deprem sonrası ‘devlet nerede?’ sorusunun ‘hükümet istifa’ talebiyle iç içe geçtiği, depremzedelerin yaşadığı mağduriyet ve iktidarın sorgulandığı, kısmen kendiliğindenci tepkilerin örgütlenmesi devrimcilerin, sosyalistlerin mücadelesinin ortaklaştırılmasıyla mümkün olabilecektir.

Devrimciler, sosyalistler, yaşam savunucuları olarak üzerimize düşen deprem bölgesindeki dayanışma pratikleri ve çözüm önerilerini bir araya getirerek ülke genelinde ortak mücadeleye dönüştürmektir. Dayanışma alanlarındaki yaşam pratiklerinin ve kamusal anlayışın deprem bölgesi dışında da karşılık bulması, iktidarın insan ve kent düşmanı politikalarının engellenmesi ancak parçalı olarak süren dayanışmayı ortak bir siyasal mücadeleye dönüştürmekle mümkün olacaktır.

Yağma Düzeni

Bir Cevap Yazın

Haftalık Siyasal Durum Değerlendirmesi