Malum 29 Ekim yaklaşıyor. Yine kutlamalar olacak, konuşmalarda “milli irade” yüceltilirken, buna ket vurmaya çalışanlar ağız dolusu lanetlenecek ve herkes safları sıklaştırmaya çağırılacak. Soyut, emekçiler, kadınlar, azınlıklar, lgbti+ bireyler, barınamayan öğrenciler, mülteciler, yoksullar için tam olarak nereye denk düştüğü belirsiz bir “cumhuriyet ve tabii ki devlet” saflarına yapılacak çağrılar.
Küçük bir oğlum var, ana sınıfına gidiyor. Okulda bayram kutlaması için velilerden iki kalem isteği oldu okulun: kırmızı beyaz balonlar ile çocukları o gün kırmızı beyaz giydirmemiz… “Cumhuriyet bu mudur Allah aşkına? Bu çocuklara ne zaman yurttaş haklarından bahsedeceksiniz?” diye düşündüm. Tabi bana hemen kendi çocukluğumun cumhuriyet bayramlarını hatırlattı bu durum. Okulda okuduğumuz şiirler, askeri nizamla yapılan geçit törenleri, konuşmalar… Padişah vardı, padişah kötüydü, ülkesini düşmana satmıştı; sonra Atatürk geldi ve bize cumhuriyeti armağan etti. Al bakalım sana armağan cumhuriyet! Bizim için ne anlama geldiği, bizim hayatımız için işlevinin ne olduğu hiç konuşulmayan bir cumhuriyet var. Çok saçmalarsan, zaman zaman esas sahibi olan asker ya da sivil görünümlü bir otokratik yapı, senden bunu geri alır tabi bu yüzden cumhuriyet sana “emanet”. Her emanet gibi temelli senin değil.
Bunları düşünürken Mete Kaan Kaynar’ın, tam da kafamda evirip çevirdiklerime denk düşen yazısı yayınlandı. Şöyle diyor bir bölümünde ; “Atatürk’ün kurduğu, askerin koruduğu, çocukların kutladığı Cumhuriyet, toplumun geniş kesimi için hiçbir şeydi? Hiçbir şeyimizi yitirmek de hiç sorun yaratmadı bizde.“
Hakikaten bir cumhuriyet rejiminde yaşıyor muyuz? Bence önce bunu sorgulamamız gerekiyor. Cumhuriyet, ders kitaplarındaki en temel tanımıyla “halkın kendi kendisini yönetmesi, halk iktidarı” ise bu temel niteliği taşıdığını düşünüyor muyuz mevcut rejimin? Yukarıda saydığım insan toplulukları, alınan kararlara ne kadar dahil olabiliyor? Meclisin bile tamamen işlevsizleştiği, en temel hukuki güvencelerin bile ortadan kalktığı bir ortamda hangi cumhuriyeti kutluyoruz biz? Mevcut haliyle cumhuriyet bize ne ifade ediyor? Bu bir illüzyon olmasın sakın?
Uzun bir zamandır, bir cumhuriyet illüzyonu ile yaşadığımız yazıp söylüyorum her yerde. Cumhuriyeti gerçekten anlamlı bir rejim haline getirecek olan olgunun demokrasi olması ve memleketimizde demokrasinin kırıntılarının bile tehdit altına olması gerçeği karşısında, daha fazla kendimize ve birbirimize bu yalanı söylemeye devam etmemizin bir anlamı kalmıyor. Halihazırda mevcut olduğu varsayılan bir cumhuriyeti kutlamaktan ziyade, yeniden ve bu defa gerçekten halka ait demokratik bir cumhuriyeti kurma istek ve irademizi (varsa) kutlamalı, yüceltmeliyiz.
Bu zamana kadar demokrasi ayağı felç edilmiş cumhuriyet, toplum için hakikaten askeri geçit törenleri ve okul kutlamalarından öte bir anlam ifade edemedi. Çünkü cumhuriyeti gerçek niteliğine büründürecek bir demokrasi ve yurttaşlık bilincinin oluşması meselesi elbette devletin asla gündeminde olmadı, olamazdı da…Türkiye toplumunun, oy verme oranının en yüksek olduğu toplumlardan biri olduğu söylenir. Sandığa gidip oy vermek dışında bir yurttaşlık ve katılım pratiğimiz olmadığı için, o verme hakkımızı kıskançlıkla kullanıyoruz. Ama diğer demokratik katılım kanalları kullanılmadığında, bir kaç senede bir sandığa gidip oy vermek memleketi getire getire bir seçimli otoriterlik kıvamına getirdi.
Bu yazıyı yazdığım sırada, yeni hazırlanan bir iddianame haberi geldi. Aylar önce, şehir merkezindeki parkta toplanıp, forum yapmak isteyen gençleri tekme tokat dövüp göz altına almıştı polis. Şimdi o gençlere “görevi yaptırmamak için direnme” suçundan dava açılmış. Buyrun, açık havada, şiddetsiz, sakince sadece toplanıp konuşmak isteyen gençlere reva görülen muamele bu… Şimdi biz hangi cumhuriyeti, kimin cumhuriyetini kutluyoruz? İnsanların bırakın sözünü söylemeyi, nefes dahi alamadığı bir ülkede kimin bayramı bu?
Şimdi artık, bu sefer gerçekten halkın cumhuriyetini kurmanın kararını almak zamanıdır. Sistemin, yasamasıyla, yürütmesiyle, yargısıyla gümbür gümbür çöktüğü bir dönemde, yeniden kuruluş kararı alıp, bu kararı kutlamak gerekir. Muhalefetin bize yansıttığı gibi, bir kaç anayasa değişikliği ve hala tam olarak ne kastedildiğini bilmediğimiz “güçlendirilmiş parlamenter sistem” sihirli değneği ile bu kadar büyük bir enkazı kaldıramayacağımız açık.
Bundan yüz yıl önce, savaş koşullarında, memleketin her yerinde kongreler düzenleyip, seçimler yapılarak oluşmuş bir meclisti kurucu meclisimiz. O zaman, o koşullarda başarılan bu kuruluşun, bugün akla dahi gelmemesi ne garip? Bize bu defa, toplumun her kesiminden insanların, sivil toplum örgütleri, siyasi partiler ve sendikaların katılımıyla, mutabakatla oluşturulacak yeni bir anayasa ve yeni bir sistem gerekli. Yani bir kaç anayasa değişikliği değil, yeniden bir kurucu meclise ihtiyacımız var.
Yaşadıklarımızdan çıkardığımız dersleri önümüze koyup, demokratik cumhuriyetimizi yeniden kurmak zamanı. Bir daha kimsenin memlekete babasının malı gibi tasarruf edemeyeceği, insanlara kul muamelesi yapamayacağı, halkın cumhuriyeti… Yeniden…
*Okuma önerisi:
https://artigercek.com/haberler/demokrasi-kulturu